Kıbrıs
sorunu uzun yıllardan beridir gerek ada halklarının yaşamlarını gerekse de
bölge ülkelerini meşgul ediyor. Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği’ne,
NATO’dan artık geçmişe ait bir anı haline gelen Varşova Paktı’na hatta
Bağlantısızlar Hareketi’ne kadar bir çok uluslararası güç odağının çeşitli
zamanlarda, çeşitli biçimlerde müdahil olduğu bu sorun, en çok Kıbrıs’ta
konuşulmasına rağmen gene en az Kıbrıs halkları tarafından bilinmektedir.
Kıbrıs
halkları, sorunun ayrıntılarına ilişkin o kadar çok detay ile uğraşmaktadır ve
her biri kendi çıkarını maksimize etmeye uğraşan o kadar çok öznenin basıncı
altındadır ki; hem resmin bütününü göremez hem de sorunun kendi açısından ne
ifade ettiğini çözümleyemez duruma getirilmiştir. Kıbrıs halkları içinde sorunu
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Yunanistan’ın, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, AB’nin,
(geçmişte) SSCB’nin vs. çıkarları temelinde anlayan, çözmeye çalışan kesimler
her zaman oldu, bugün hala var ve muhtemelen gelecekte de olacak.
Oysa
Kıbrıs sorununun aslında ne olduğu,
Kıbrıs’ta sorun olanın ne olduğu veya Kıbrıs’ta neyin sorun olduğu konusu dahi
içteki ve dıştaki her özne açısından farklı içeriklere sahiptir. Üstelik her
öznenin kendi sorun tanımı da sabit değildir, tarihsel dönemlere göre ve
çeşitli siyasal, ekonomik, stratejik nedenlerle değişmektedir. Örneğin Kıbrıslı
Elenler açısından Kıbrıs sorunu uzun bir süre Yunanistan’a bağlanma (enosis)
hakkının tanınmaması sorunu idi. Oysa hala böyle bir hedefi olan çok küçük bir
Elen milliyetçisi kesim olsa da Kıbrıslı Elen halkı için şimdi sorun tanımı,
Türkiye’nin adadaki askeri varlığı ve nüfus taşınması (Türk işgali) şeklinde
değişmiştir. Kıbrıslı Türkler, Yunanistan, Türkiye, ABD, Birleşik Krallık vb.
tüm diğer öznelerin Kıbrıs’a ilişin sorunlarının muhtevası tıpkı yukardaki
örnekte olduğu gibi tarihsel olarak değişebilmekte ve her öznenin sorunu da
birbirinden farklı olmaktadır. Buradan çıkan sonuç çok nettir: Aslında ortada
tek bir Kıbrıs sorunu yoktur. Ada üzerinde çıkarı olan her öznenin başka bir
sorunu vardır ve her özne kendi sorununu çözmeye çalışmaktadır.
Kendi
dışındaki öznelerin sorun tanımını benimseyen, kendi dışındaki öznelerin
çabalarından kendi için bir çözüm uman, kendi dışındaki öznelerin sorundaki
rolünü abartan kesimlerin, zaman içerisinde sorunları büyümektedir. Kıbrıslı
Türkler uzun bir süre kendi inisyatiflerini Türkiye Cumhuriyeti’ne devrederek
çözüm ummuşlardır. Şimdi de birçok Kıbrıslı Türk, TC yerine AB’den veya BM’den
çözüm ummaktadır. Oysa TC’nin çözebileceği sadece kendi Kıbrıs sorunuyken, AB
veya BM için de farklı bir durum söz konusu değildir. Ve TC’nin, AB’nin veya
BM’nin sorununu çözen her çözüm, Kıbrıslı Türklerin sorununu büyütecektir.
Aynısının sorunda çıkarı olan tüm diğer özneler için de geçerli olduğunu
söylemeye gerek yok.
Bu hatanın
tam tersi gibi görünen ancak aynı içeriğe sahip bir diğer hata ise herhangi bir
öznenin kendi dışındaki diğer özneleri tamamen görmezden gelerek hareket
etmesidir. Bu hata da bir dönem Kıbrıslı Elenler tarafından yapılmış, Soğuk
Savaş atmosferinden kaynaklı nispi serbestlik nedeniyle sorunu sadece kendi
çıkarları doğrultusunda çözebileceğini düşünen Kıbrıslı Elen liderliğin
hüsranıyla sonuçlanmıştır. Oysa Kıbrıs sorunu ne sadece içeride yaşanan
olayların ne de dışarıdan kaynaklı müdahalelerin bir sonucudur. Bu yüzden de ne
içeriyi ne de dışarıyı görmezden gelebiliriz.
Brendan
O’Malley ve Ian Craig’ın kitabı “Kıbrıs Komplosu”, Kıbrıs’ın ABD için nasıl bir
sorun haline geldiğini, ABD’nin bu sorunu çözmek için nasıl yöntemler
denediğini ve gelişen olaylardan faydalanarak diğer özneleri kendi geçici
nitelikli çözümüne doğru nasıl yönlendirdiğini anlatıyor. Kitabın etkileyici
yönü, ABD’nin en önemli müttefiki Birleşik Krallık’ın ve hatta bazı kendi dış
politika uzmanlarının dahi bilgi ve iradeleri dışında “ABD çözümü”ne doğru
nasıl yönlendirildiklerini ustalıkla aktarmasıdır. 15 Temmuz faşist Yunan
Darbesi ile 20 Temmuz Türk işgali arasındaki ilişkinin doğrusal değil dolaylı
olduğu ama tesadüfi de olmadığı okurlar tarafından net bir şekilde
görülebilecektir. Perde gerisinden olayları yöneten Henry Kissinger’in aslında
çok daha önceden hazırlanmış bir planı farklı araçlarla uygulayan usta bir
pratisyen olarak algılanması gerekiyor. Kitapta Henry Kissinger’in ABD içinde
hangi kesimlerin temsilcisi olarak hareket ettiği veya Birleşik Krallık içerisinde
ittifak halinde olduğu bir kesim olup olmadığı noktaları boşlukta
bırakılmıştır. Bunun yanında Kıbrıs içerisinde yaşanan gelişmeler, Kıbrıslı
Türk ve Kıbrıslı Elenlerin silahlı çatışmaları dışında pek de kitabın kapsamına
alınmamıştır. Kitap, eksiksiz bir Kıbrıs tarihi olarak değil, bütünün
parçalarından birisi olarak belki de 1974 temmuz ayını anlamak bakımından en
önemli parça olarak algılanmalıdır.
Kitabın
bir diğer önemli yanı, aslında bizim Kıbrıs’ta çok iyi bildiğimiz ama nedense
hep bilmezden geldiğimiz adanın stratejik önemi ile ilgili anlatımların
çarpıcılığıdır. Yakın geçmişte, geçtiğimiz yılın şubat ayında, Kıbrıs’ta TC
Elçiliği’nin bir sömürge yönetimi gibi davranmasına tepki gösteren Kıbrıslı
Türkler bu gerçeği TC Başbakanı’nın ağzından duymuşlardı. “Ankara Elini
Yakamızdan Çek” pankartına TC Başbakanı’nın verdiği cevap şuydu: “Bizden beslenenler bize çek git demektedir.
Sen kimsin be adam! Benim orada şehidim var, gazim var, stratejik çıkarlarım
var. Yunanistan niye oradaysa ben de o yüzden oradayım.” Bu sözler aslında
Kıbrıs’ın tarih boyunca sömürgeleştirilmesinin en özlü gerekçesini çok yalın
bir şekilde anlatmaktadır. II. Selim’in şaraplarını beğendiği ve Katolik
Venedik tarafından ezilen Ortodoks nüfusa acıdığı için Kıbrıs’ı aldığı veya 1974’te
soydaşlarını kurtarmak için TC’nin tüm dünyayı karşısına alarak Kıbrıs’a
yardıma koştuğu gibi romantik tarih yorumları ile mutlu olmak isteyenler
açısından üzücü sözlerdi bunlar. Belki Anadolu halkları açısından Kıbrıslı
Türklerin yardımına koşmak isteği 20 Temmuz 1974’ün nedeni olabilir ancak TC
Devleti açısından Kıbrıs hiçbir zaman stratejik önemi ile kıyaslanabilecek
herhangi başka bir öneme sahip olmamıştır. Ne geçmişte, ne de şimdi...
TC için
geçerli olan, ABD için, Birleşik Krallık için, Yunanistan için, AB için, BM
için de geçerlidir. Hatta bir bakıma Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler için
de geçerlidir. Ada Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler için de stratejik bir
öneme sahiptir, çünkü onların vatanıdır. Kıbrıs halkları, yaşamak ve varolmak
için bu adaya ihtiyaç duymaktadırlar. Bundan daha yaşamsal bir stratejik çıkar
söz konusu olabilir mi? Nükleer başlıklı füzeler, adlarını saymakta
zorlandığımız yüzlerce çeşit kitle imha silahı, uçaklar, tanklar, dinleme
istasyonları, üsler, fırlatma rampaları ve askeri techizat ile Yunanistan’ın,
Türkiye’nin, Birleşik Krallık’ın, NATO’nun batmayan uçak gemisi haline
getirilen bu adada Kıbrıs halkları açısından barış içinde bir yaşam hala mümkün
mü? Emperyalizmin stratejik sömürgesi, emperyalist güçlerin kolektif idaresi
altındaki Kıbrıs’ta bağımsızlık olası mı?
Bu
soruların yanıtları bu kitapta bulamayacaksınız. Yanıtı Kıbrıs halklarının
ortak çıkarlarının dış güçler karşısında kendi adalarını sahiplenmeleri
gerektiğini anlamaları oranında yükseltecekleri ortak mücadele verecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder