Sosyalizm
mücadelesi temel olarak enternasyonalist bir mücadeledir. Feodal toplumdan
kapitalist sisteme geçiş sürecinde işçi sınıfının bağımsız bir politik özne
olarak tarih sahnesine çıkışı, enternasyonal dayanışmayı ve eş zamanlı olarak
sosyalizm mücadelesini de gündeme taşıdı. Bu bağlamda özellikle emperyalist
çağın (1900’lü yıllar) başlarına kadar sosyalizm tartışmaları ağırlıklı olarak
ileri kapitalist ülkelerin gündeminde yer buldu. Sömürge ülkelerde sosyalizm
tartışmalarının başlaması ise; bağımsızlık mücadelelerinin yükselmesi ve bu
mücadeleler içinde siyasal bir özne olarak işçi sınıfının biçimlenmesi ile
paralel bir seyir izler.
Demek ki sosyalizm, günümüzün emperyalist ve
yeni-sömürge ülkelerinin gündemine farklı tarihsel dönemlerde ve farklı politik-ekonomik
koşullar altında girmiştir. Ve emperyalist ülkelerin her birinin kendi özgün
koşullarında yürütülecek sosyalizm mücadelelerinin bazı farklılıklar içermesi
gerektiği gibi; genel olarak emperyalist ülkelerin işçi sınıfı ile yeni-sömürge
ülkelerin işçi sınıflarının yürüteceği mücadelelerde farklılıklar olması da doğaldır.
İşte bağımsızlık sorunu, emperyalist ülkeler ile yeni-sömürge ülkeler
arasındaki bu farklılıklardan biridir.
Kapitalizmin
1. Emperyalist Bunalım Dönemi aynı zamanda (Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık
Rusyası, Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi) çokuluslu imparatorlukların
da dağılma süreci ile çakışmıştır. Bu süreçte tekelci sermaye,
imparatorlukların parçalanıp yarı sömürgelere dönüştürülmesi (klasik
sömürgecilik) politikasını uygulamaya koyarken, dünya sosyalist hareketi de
demokratik devrim programını geliştirmiştir. Bu programın en bilinen ilkesi
“halkların kendi kaderlerini tayin hakkı”dır. 2. Paylaşım Savaşı’nın sona
ermesi ile birlikte klasik sömürgecilik sistemi krize girmiş ve artan ABD hegemonyası
ile birlikte dünya emperyalist sistemi klasik sömürgecilikten yeni-sömürgecilik
politikalarına doğru ilerlemeye başlamıştır. Klasik sömürgecilik sisteminin
içine girdiği kriz (ekonomik boyutları bir yana bırakılırsa) kendisini en
belirgin bir şekilde ulusal kurtuluş mücadelelerinde (bağımsızlık savaşlarında)
göstermiştir. Daha önce sömürgeleştirilen halklar, bağımsızlık için
ayaklanırken, ekonomik olarak bağımlı siyasal olarak da görünüşte bağımsız
devletler oluşturularak dünya emperyalist sistemi yeniden yapılandırılmaya
çalışılmıştır. Dünya sosyalist hareketinin bu dönemde
sömürge-yarısömürge-yenisömürge ülkelerdeki politikası tam bağımsızlık şeklinde
olmuş, demokratik devrim programının birçok öğesi bu bağlamda yol gösterici nitelik
arzetmiştir. Ancak demokratik devrim mücadelesinin kendi dönemi içerisinde bazı
politik-stratejik-sınıfsal biçimlere öncelik verilmesi gibi, ulusal bağımsızlık
mücadelelerinde de farklı önceliklerin yer bulduğunu vurgulamak gerekiyor.
İşte
sosyalistler arasında bağımsızlık (bağımsızlık mücadeleleri) konusu böylesi bir
tarihsel bağlamda tartışılmaya başlanmıştır. Günümüzde yeni-sömürgecilik
sisteminin içerisine girdiği kriz ve neo-liberal 4. Bunalım Dönemi koşullarında
bu tartışmalar yeni yeni boyutlar da kazanmaktadır. Ulusal bağımsızlık konusu
ile ilgili en çok öne çıkan tartışma başlıklarına dair genel hatları ile bir
çerçeve çizmek gerekirse bunlar: Bağımsızlık-sosyalizm ilişkisi, bağımsızlık
mücadelesinde önderlik sorunu ve ulusal bağımsızlık-enternasyonalizm
tartışmalarıdır. Bazı sosyalist akımlar bağımsızlık kavramına mesafeli
yaklaşırken, bunun burjuva bir talep olduğunu, işçi sınıfının kurtuluşunu değil
burjuvazinin taleplerini temsil ettiğini iddia etmektedirler.
Bağımsızlık
mücadelelerinde önderlik sorunu aslında çok uzun bir süredir ortadan kalkmış
durumdadır. Gerçi hala bu konu üzerinden bazı tartışmalar yürütülmeye çalışılsa
da günümüzde bağımsızlık mücadelelerine burjuvazinin bırakın önderlik etmeyi,
katılımı bile sınırlı orandadır. Geçmişte de sosyalistler açısından ulusal
bağımsızlık mücadelesinin önderliğinin emekçi sınıflar tarafından yürütülmesi
gerektiği net idi. Özellikle Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafından
bellirlenen revizyonist akımın, “milli burjuvazi” önderliğinde bağımsızlık
tezi, devrimciler tarafından hem teorik hem de pratik düzlemde mahkum
edilmiştir. Tarihin çok kısa bir aralığında gerçek anlamda var olmuş “milli
burjuvazilerin” bağımsızlık mücadelesini kendi kapitalist cennetlerini
yaratmaktan ve aslında emperyalist sistem ile daha uygun koşullar altında
işbirliğine girmekten öte herhangi bir anlamda sahiplenmedikleri açık bir olgudur.
Bu yüzden de bağımsızlık mücadelesi ne (hangi türden olursa olsun) burjuvazinin
önderliğine bırakılabilecek ne de burjuva demokratik devrim aşamasında bitirilecek
bir içerikte kavranamaz. Dahası sömürge ülkelerin eşitsiz gelişim koşulları
altında sosyalizme ilerletilmeyen kazanımlarının kalıcı olamayacağı, sosyalist
içerikten arındırılmış gerçek (tam) bağımsızlığın mümkün olamayacağı da ortaya
çıkmış gerçeklerdir. Ama bunu söylüyor olmak bağımsızlık mücadelesinin gereksiz
olduğu, tek başına sosyalizm mücadelesinin yeterli olacağı anlamına
gelmemektedir. Bağımsızlık sosyalizmin kurulabilmesini sağlayacak ana zemindir
ve bağımsızlık yolundan geçmeyen hiçbir devrim sosyalizme varmayı hayal edemez.
Bu bağlamda bağımsızlık ve sosyalizm birinden birinin tercih edileceği farklı
seçenekler değil, birbirini bütünleyen olgular olarak kavranmalıdır. Ne
bağımsızlığı atlayarak sosyalizme varmak ne de sosyalizme ilerlemeden bağımsız
kalmak mümkündür. Burjuvazinin belli bir kesiminin enternasyonal dayanışmayı
dışlayıcı, anti-emperyalist söylemlerle şekillenmiş ama anti-kapitalist
içerikten yoksun bir sözde bağımsızlık söylemine sahip olduğu inkar edilemez.
Türkiye’de İşçi Partisi ülkemizde de Demokrat Parti tarafından dillendirilen
böylesi retorikler, tam anlamı ile birer gözboyama taktiğidir. Dünyadan
yalıtılmış, tek ülkenin sınırlarına indirgenmiş bir “bağımsızlık” anlayışı her
yönü ile çarpıktır.
Bağımsızlık başka
ülkelerle ilişki içerisinde olmamak demek değil, onurlu ilişkiler içerisinde
olmak demektir. Bağımsızlık başka ülkelerle kurulacak her ilişkide bu ilişkinin
derecesini, niteliğini, biçimini ve yöntemini eşitlik-özgürlük-dayanışma ve
enternasyonalizm çerçevesinde şekillendirebilecek iradeye sahip olabilmek
demektir. Bu anti-kapitalist bir içeriğe sahip olmadığı her noktada,
kapitalizmin kendi iç dinamiklerinin doğal bir sonucu olarak ya emperyalist
hegemonya ilişkilerinin yeniden üretilmesi ya da dünyadan yalıtık bir içe
kapalılık anlamına gelecektir. Sosyalistlerin bağımsızlık anlayışı ise özünde
bireye bakışları ile paralel şekillenir: “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman
gibi kardeşçesine.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder