Kıbrıslı
Türk halkı olarak toplumsal varoluş mücadelesi yürütüyoruz. Ancak aynı zamanda
dünya üzerinde yaşayan biz insanlar dahil birçok tür için de bir varoluş sorunu
tüm yakıcılığı ile gündemde. Bu öyle bir sorun ki, Kıbrıslı Türkler dahil tüm
dünya insanlarını eşit derecede ilgilendirmesine rağmen, içinde yaşadığımız
sermaye düzeni tarafından önemsiz gösterilmekte, uzmanların çözeceği ufak bir
sorun gibi algılamamız istenmektedir.
Oysa, “Burjuvazi sadece insan emeğini değil
doğayı da acımasız bir sömürüye tabi kılarak ekolojik sistemi; yani tüm
canlıların biyolojik olarak varolması için gereken doğal koşulları ortadan
kaldırmak, imha etmek üzeredir.(1)”
Bunun
adına ister ekolojik kriz, ister küresel ısınma, ister çevre felaketi isterse
de doğanın kirlenmesi diyelim; çok ciddi bir sorunla yüz yüze olduğumuz
yadsınamaz. Argasdi’nin hemen her sayısında ekoloji konularına dikkat çekmeye,
çeşitli açılardan bu sorunun nedenleri ve çıkış yollarına dair fikirler
üretmeye çalıştık. Bu sorunun, içinde yaşadığımız kapitalist sistemin etkisi
ile kat kat büyümekte olduğunu, üstelik de bu sistem içerisinde ve bu sistemin
araçları ile çözülemeyeceğini her defasında vurguladık. Temel güdüsü kar ve
para olan, yarattığı maliyetleri ve geri dönüşü olmayan hasarları umursamayan
kapitalist sistem, insanlığın olduğu kadar doğanın da düşmanıdır. “Genelde insan emeğini özelde ise ucuz
işgücü olarak kullandığı kadın ve çocuk emeğini, madenleri, ormanları,
nehirleri, hayvanları, kısaca aklınıza gelecek her şeyi paraya dönüştürmek,
kapitalist şirketlerin temel düsturudur.(2)”
Bugün
toplumsal cinsiyet eşitliği veya ekoloji gibi birçok mücadele alanının temel
sorunları ilk kez kapitalist sistem ile ortaya çıkmış değildir. Ve bu sorunlar
salt kapitalizmin ortadan kalkması ile ortadan kalkacak da değildirler.
Kapitalizm bu sorunları yaygınlaştırmış, derinleştirmiş, birçok açıdan kangrenleştirmiş
ve hemen her yöntemle kara dayalı sistemi beslemek için kullanmıştır.
Denilebilir ki, bu sorunları yaratmamış olan kapitalizm, bu sorunlar ile
beraber gelişmiş, birçok noktada bu sorunları beslemiştir. Ancak bu sorunların
aşılabilmesi için kapitalizmin aşılması ve yeni bir düzenin kurulması da şarttır.
“Bir vampir gibi emeği ve doğayı
emerek var olabilen sermaye düzeni, kendi var oluşu gereği doğaya ve hayvanlara
karşı şiddet uygulamaktan geri durmayacaktır. Çözüm yolu; sermayeyi, devleti,
kısaca egemenleri ikna etmekten değil, insanın bir parçası olduğu doğa ile
barışık ve onun yasalarına saygı duyarak kuracağı yeni bir düzenden
geçmektedir.(3)”
Genel
olarak sosyalist bir toplumda emek-sermaye çelişkisinin çözülme yoluna
gireceği; toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanacağı ve doğa ile uyumun
yakalanacağı varsayılır. Bu bakış açısı, devrimden sonra tüm sorunların
çözüleceği ve “kötü kapitalistlerin” gidip “iyi sosyalistlerin” gelmesi ile
hayatın çok daha güzel olacağı kolaycı yaklaşımıyla kusurludur.
Bu yüzden
de, dogmtik bir yaklaşımla; ekolojik bir sosyalizmden bahsedildiğinde
“sosyalizm zaten ekolojiktir”, toplumsal cinsiyet eşitiliğinden bahsedildiğinde
“sosyalizm zaten eşitlikçidir”, demokratik bir sosyalizmden bahsedildiğinde
“sosyalizm zaten demokratiktir”, özgürlükçü bir sosyalizmden bahsedildiğinde
“sosyalizm zaten özgürlükçüdür” gibi yanıtlar üreten sosyalistlere hala
rastlabilmektedir. Oysa dünya daha yakın bir geçmişte; kadınların kapitalist
ülkelerden hiç de az ezilmediği, doğanın emperyalistlerle rekabet edercesine
talan edildiği, LGBTT bireylerin kapitalist sistemlerden çok daha ağır
baskılara maruz kaldığı ve üstelik kendisini sosyalizm olarak tanımlayan
rejimler görmüştür.
Buradan
varacağımız sonuç, sosyalizmin genel olarak bu konular bakımından sorunlu bir
sistem olduğu değildir elbette. Emek-sermaye çelişkisinin, ekolojik krizin ve
toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı sorunların çözülebilmesi için
kapitalizmin yıkılması gerekir. Ancak bu sorunların hiçbirinin çözümü
“yıkılmadan sonraya” havale edilmemelidir. Çözüm, yıkma mücadelesi içerisinde
geliştireceğimiz kurucu faaliyetler ile bağlantılı anlaşılabilir. Çünkü
kapitalizme karşı nasıl bir mücadele yürüttüğümüz ile, başarılı olduğumuz
takdirde kuracağımız sosyalizmin niteliği arasında kopmaz bir ilişki vardır.
Tüm
sorunları emek-sermaye çelişkisine tabi kılar ve geriye kalan her şeyi tali,
ikincil, sonradan halledilecek meseleler olarak algılarsak; tüm değer
yargılarımız, mücadele stratejimiz ve sorunları görebilme yeteneğimiz de buna
göre şekillenecektir. Elbette kapitalizm bir sermaye sistemidir ve elbette
sermaye sisteminin en büyük düşmanı, onun varlığı ile ortaya çıkıp, o büyüdükçe
büyüyen ve onu yok etmeden özgürleşemeyecek olan temel güç emek hareketidir.
Ancak ne salt bir anti-kapitalist mücadele ne de ekoloji/toplumsal cinsiyet
konularını temel önemde göremeyen bir sosyalizm anlayışı, sağlıklı bir emek
hareketini şekillendiremez.
Emek
hareketinde, kendinden menkul bir “güzellik” gören ve “diğer” sorunları kendi
ekseninde çözeceğini varsayan bir eğilim her zaman olmuştur. Bu daha Marx’ın
hayatta olduğu zamanlarda dahi böyledir. 1875 yılında Alman işçi sınıfının iki
partisinin birleşmesi için hazırlanan Gotha Programı’nın metnine “emek bütün zenginliğin ve bütün kültürün
kaynağıdır” yazan da işte bu eğilimdir. Marx, bu eğilimi şiddetle eleştirerek
“Emek, bütün zenginliğin kaynağı değildir.
Doğa da emek kadar, (gerçek zenginlik olduğundan kuşku duyulmayan) kullanım
değerinin kaynağıdır, ki emeğin kendisi de, doğal gücün ifadesinden başka bir
şey değildir(4)” diye yazmıştır.
Böylesi
toptancı, kolaycı eğilimlerin mücadelenin içinden her zaman
filizlenebileceğinin farkındalığını elden bırakmadan; feminist ve
ekolojist bir sosyalizm anlayışını
kararlılıkla örmeye devam etmeliyiz.
“Baraka ekososyalist bir toplum; bir
başka deyişle, üretim araçlarının kapitalist mülkiyetten kamusal mülkiyete
dönüşeceği ve ekosistemlerin korunmasının ve yenilenmesinin tüm insan
etkinliklerinin temel bir parçası olacağı bir toplum yaratmayı amaçlar.(5)”
(1) Hasan
Yıkıcı, Kapitalizm Varoldukça Eskimeyecek Bir Eser, Argasdi, Sayı 16
(2) Nazen
Şansal, Ekolojik Bunalıma “Dur Demek Lazım” Ama Nasıl?, Argasdi, Sayı 21
(3) Nazen
Şansal, Doğa ve Hayvanlar Üzerinde Şiddet, Argasdi, Sayı 17
(4)
Marx-Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sol Yayınları, 1989,
Sayfa 22
(5)
Kolektif, Hemen Şimdi, Argasdi Kitaplığı, 2011, Sayfa 40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder