Ölüm hakkında
düşünmeyi sevmem...
Bunun nedeni,
ölümün bana çağrıştırdığı şeylerden ürküyor olmam olabilir belki...
Bahsettiğim
sadece kendi ölümüm değil elbet...
Bir başkasının,
hatta hiç sevmediğim veya politik anlamda düşmanım olan birisinin ölümü de
dahil buna...
***
Düşünmüşümdür bir
çok kez; acaba birisini öldürmek zorunda kalsam ne yapardım diye...
Tarihte böylesi
bir çok an var...
Fransız Devrimi,
Paris Komünü, İspanya İç Savaşı, çeşitli bağımsızlık savaşları, Filistin
Direnişi vs. vs.
Adı geçen
coğrafyalarda, adı geçen tarihlerde yaşasa insan, ölmekten veya öldürmekten
nasıl kaçabilir?
Veya bizim
ülkemiz bir gün o coğrafyaların yaşadığı kırılma anlarını yaşadığında nasıl
kaçabiliriz ölmekten veya öldürmekten?
Kaçmak mümkün
değil...
Ne ölmek isterim
ne de öldürmek aslında...
Böyle bir
durumda, ölmek benim kararım olmayacaktır elbet...
Ama birisini
öldürmek durumunda kalırsa insan, hangi gerekçe ile izah ederse etsin gene de
onun kararıdır öldürülen kişinin ölümü...
Bu yüzden de
birisini öldüreceksem eğer, göğüs göğüse bir çarpışmada olsun isterim bu...
Hangi sebeple ve
hangi durumda olursa olsun, ölüm cezasına, esirlerin veya “suçluların” infaz
edilmesine karşıyım...
Suikastler ise tamamen kabul edilmez benim için...
***
Denktaş ile yapılmış bir röportajı dinliyordum
geçenlerde...
Sunucu soruyor: “Ölümden korkar mısınız?”
Denktaş ise cevap veriyor: “Korkmam, çünkü ölümün hiçlik
demek olmadığını düşünüyorum”
Ölümden sonra bir yaşamın varlığına inanıyordu kısacası
Denktaş...
Bu herhalde rahatlatıcı bir şeydir... Hem ölürken hem de
öldürürken...
Bense inanmıyorum ölümden sonraki herhangi bir şeye...
Bu yüzden ölmek de zor öldürmek de benim için...
Ölümün hiçlik demek olduğunu düşünse, ölümden korkacaktı Denktaş...
Demek ki, bilinç çok önemli onun için... Son ana kadar da
açık kalmış bilinci, kendini bilerek ölmüş diye okudum gazetelerde...
Bilinç benim için de önemli çok...
Kendini bilen bilincin ölümden sonra yok olacağını düşünmesi
de elbette korkutucu bir şey...
***
Bir insanın öldüğüne sevinemem ben...
“Sevinç” duygusunu hissetmeye fırsat bulamadan, onlarca
başka duygu doluşur yüreğime...
Elimde değil, bir türlü ulaşamam o duyguya kadar...
Eli kanlı bir katildir belki ölen, belki de birçok insana
zarar vermiş, verebilecek olan tehlikeli birisidir...
Gerekliliğine ikna olabilirim, rahatlama hissedebilirim
veya derin bir üzüntü ile kahrolmaya bilirim ama sevinemem işte...
Bu böyledir diye, “ölünün arkasından konuşulmaz”
söylemini benimsediğimi sanmayın...
Konuşulur tabii ki ölünün arkasından...
Konuşulmalıdır da...
İzin verilmemelidir ölüm tarafından sünger çekilmesine
yaşarken yapılanlara...
***
Ama yapılmaması gereken bir şey daha var bence...
Ölenin ölmesi sevinilecek bir şey değil tabii... Ama
üzülecek bir şey de olmayabilir...
Üzülmediğinizi bilirken dünya alem, “olgunluk” kisvesi
altında günlerce manşet yapmamanız da gerek öleni...
Televizyonunuzda, radyonuzda mütemadiyen öleni
konuşmamalısınız...
Yaşarken tek derdiniz olan ölen, ölünce de tek gündeminiz
olmamalı...
Kendi işinize bakmalısınız kısacası...
Ölen ile ilgili söylecek şeyleri söylemeyi de
engellememeli ölüm, söylenmeyecek şeyleri söylemeye de neden olmamalı...
Kişisel olarak bulunmak istemediğiniz bir cenazede sırf
mevkiniz gereği bulunmamalısınız örneğin...
***
Denktaş öldü...
Bir insan olarak sevinemem buna, ama üzülemem de gene bir
nsan olarak...
Onlarca ilerici, devrimci, demokrat, aydın kişinin
karanlık ölümleri ile itham edilen...
Bu ülkenin ve halklarının bölünmesinde açık çabası olan...
İngiltere’den başlayarak Türkiye’ye kadar tüm dış güçler
ile iyi ilişkiyer sahip bir kişi idi ölen...
Yaşarken yargılayamadı halkımız kendisini...
Sadece buna üzülürüm ben...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder