“Spora siyaset bulaştırmayın”,
“sanata siyaset bulaştırmayın” gibi cümleleri
sık duyup okuduğumuz bir çağda yaşıyoruz. Herhangi bir şeye “siyaset bulaştırmamak”
öylesine yaygın kabul gören bir klişe haline gelmiş ki; seçilmiş
milletvekillerinin muhataplarını “siyasi” olmakla eleştirdiğine bile tanık
oluyoruz.
Merkez bankalarının gelen
giden hükümetlerden bağımsız olması gerektiği, teknokratların yönetiminde
hareket etmesi gerektiği konusunda geniş bir mutabakat vardır. Veya seçilmiş
hükümetlerin; kendi bakanlarını siyasal kadroları arasından değil
teknokratlardan oluşturması beklentisi gayet normal kabul ediliyor.
Peki nedir bu siyaset ki, ne
sanatta ne sporda, ne eğitimde, ne ekonomide istenmektedir? Nedir bu siyaset
ki, siyasette dahi istenmemektedir!
Siyaset nedir?
Sözlük anlamıyla siyaset;
“devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya
anlayış”, “davranış biçimi”, “düşünce yapısı”, “yönetmek” anlamına gelmektedir.
Siyaset kelimesi Arapça “seyis”ten türemiş ve Yunanca politika kelimesi ile eş
anlamlıdır. Politika da Yunanca’da “vatandaşlara dair olan” demektir.
Görüldüğü gibi “siyaset” veya
“politika”; bir ‘fikir’ sahibi olmak, bir ‘davranış’ tarzını benimsemek ve
olguları bu fikir ve davranışlar doğrultusunda ‘yönetmek’ anlamına gelir.
Kısacası siyaset, kişilerin kendi yaşamlarını etkileyen olguları, teker teker
veya kolektif olarak yönetmesi demektir.
Bu tanım ışığında, örneğin
eğitim alanında onlarca farklı siyasal bakış açısı olabilir. Müfredatın
içeriğine, öğrenci-öğretmen ilişkilerine, ailelerin eğitimdeki ağırlığına,
eğitimin kamusal veya özel olup olmamasına hatta bir eğitim sistemi olması
gerekip gerekmediğine kadar onlarca farklı fikir üretmek mümkündür. Benzer
yaklaşımlar sanat için de, spor için de geliştirilebilir.
Bunlar arasında en “siyasetten
uzak” kabul edilen spordan biraz bahsedelim: Farklı renkteki insanların spor
müsabakalarına katılım hakkı, kadınların profesyonel sporlardaki mevcudiyeti,
sporun günlük yaşamın bir parçası kılınması, gençlerin kendilerine uygun
alanlardaki gelişimi için yaygın bir planlama, sporcuların kendileri için
gerekli aletlere erişiminin kamusal politikalarla kolaylaştırılması, rekabet
kültürünün spordaki yeri gibi konular, siyasal konulardır. Yani ne eğitim, ne
spor siyasetten arındırılmış bir şekilde düşünülebilir. Aslında siyaset, kendi
yaşamımızı bizim yönetmemiz ve nasıl yöneteceğimize dair fikir sahibi olmamız
anlamına geldiği için; yaşamın hiçbir alanı siyasetten ayrı düşünülemez.
Zaten kendi hayatımızla ilgili
ne yapacağımıza dair bizim fikrimiz yoksa; başkalarının bizim hayatımızla
ilgili fikirlerine tabi olmaktan başka şansımız kalmaz. Bu yüzden hayatımızı
siyasetten arındırmamıza, “hayata siyaset karıştırmamamıza” yönelik çağrı;
bugüne kadar geliştirilmiş en sinsi, ama aynı zamanda da en siyasal çağrıdır.
Çünkü hayatımızı biz yönetmezsek, başkaları bizi yönetecektir.
Peki nasıl oldu da tüm bu
gerçeklere rağmen çağımızda siyaset gözden düştü, “siyaset karıştırmayalım”
siyaseti yaygın kabul gören bir hale büründü?
Siyaset Nasıl Gözden Düştü?
Bu sorunun çok boyutlu yanıtları
içinden burada iki temel noktaya odaklanacağız:
Birincisi, kapitalizm ile
ilgilidir. Siyasetin gözden düşüşü, kapitalizmin insanlık gündemine girişi ile
paralel bir seyir izlemiştir. Kapitalizm öncelikle ve temel olarak ekonomik bir
ilişki olduğundan, sonradan sanata, spora, eğitime ve hatta siyasete kadar
uzanacak ‘siyasetinin’ kökeni de burada görülebilir. Liberal düşüncenin
amentüsü, “Laissez Faire Laissez
Passer - bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler” düşüncesine göre; piyasa kendi iç işleyişine
bırakıldığı ve bu işleyişe dıştan bir
müdahale yapılmadığı takdirde toplum için en olumu sonuçlar kendiliğinden oluşacaktır.
Buna yaygın bir deyişle “piyasanın görünmeyen elleri” de denilmekte, piyasanın
kendi kendini düzenleyeceği iddia edilmektedir. Bu görüş, sendikal
örgütlenmeyi, işçiler için asgari ücret belirlenmesini, çalışma süresinin
kısıtlanmasını, vergileri kısacası aklınıza gelebilecek her türlü yönetsel
kararı, piyasaya müdahale olarak kabul eder. Bunun ekonominin siyasetten
arındırılması kılıfında, ekonomiyi patronların sınırsız egemenliğine terk etmek
demek olduğu ise açıktır. İşte siyaset karşıtlığı, temeli ekonomide yatan ve
sonradan spora, sanata, eğitime ve en sonunda da siyasete kadar varmış olan bu
kaynaktan beslenir.
Patronların siyaset
karşıtlığının, her alanda kendi siyasetlerinin egemen kılınması amacıyla
kurgulanmış ‘sinsi bir siyaset’ olması anlaşılabilirdir ama peki nasıl olmuştur
da halkın gözünde de siyaset gözden düşmüştür? Bu da bizi ikinci noktaya
getiriyor: Çağlar boyunca siyaset, farklı politik programlara sahip kesimler arasındaki
bir mücadele şeklinde yaşandı. Ama kapitalist toplumsal yapı ile birlikte
ortaya çıkan emekçi sınıfların, tarih sahnesine çıktığı ana kadar; bu mücadele
hep egemen sınıfın farklı fraksiyonları arasında yürütülen bir süreçti.
Egemen sınıflar arasında
yürütülen siyasal süreçler ise, mücadele boyutunu içerdiği oranda uzlaşma
boyutunu da içerir. Bu halen de böyledir; egemenler arası siyasal karşıtlıklar
uzlaşmaz çelişki içermediğinden, farklı siyasal fraksiyonlar son tahlilde
uzlaşarak ortak zarardan kaçınır. Bu da siyasetin bir “al ver” ilişkisine
indirgenmesi anlamına gelmektedir. Günümüzde,
emekçi sınıflar adına siyaset yaptığını iddia edenlerin, egemenler ile
emekçiler arasındaki uzlaşmaz karşıtlıkları görmezden gelerek uzlaşma kültürünü
temel alması ise halkın gözünde siyasetin itibar yitimine uğramasına neden
olmaktadır. Siyasetin itibar yitimine uğraması ise en temelde halkın özne olma
mücadelesine zarar verdiği için egemenlerin tercih edeceği bir şeydir:
“Bırakınız yapsınlar!”
Ne Yapmalı?
Son zamanlarda daha sık
duymaya başladığımız, siyaset karşıtı argümanlar ve teknokrat hükümet kurulması
talepleri çözüm değil, egemenlerin siyasetinin temelidir. Teknokrat hükümet
veya “filozof despot” yaklaşımı; yaşamın evrensel doğruların uygulanması ile
güzelleşebileceğini, bunun da teknik bilgi ve aydınlanmış kişiliği ile
uzmanlarca yürütülebileceğini varsayar. Giderek yükselen uzman fetişizmi de
bunun ürünüdür.
Oysa yaşamda evrensel doğrular yoktur. Farklı
sınıfların farklı ve uzlaşmaz çıkarları vardır. Her alanda tutulabilecek ve her
biri farklı sınıfların yaşamını iyileştirecek farklı siyasal tutumlar vardır.
Bu yüzden, yapılması gereken siyasetten vazgeçmek değil, kendi sınıfımızın
siyasetine sımsıkı sarılmak ve onun doğru uygulanması için her alanda özne
olmak, fikir üretmek yani yönetmeye talip olmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder