“Genel oy hakkı ile elinizde nasıl harika
bir silah tuttuğunuzu şimdi anlıyor musun? Keşke insanlar o silahı kullanmayı
bilseler! Bu, devrim çağrısından daha yavaş ve daha sıkıcı, ama on misli daha
kesin ve daha da iyisi, silahlı bir devrim çağrısının yapılması gereken günü en
kusursuz doğrulukla gösteriyor.(1)”
Marksizm; toplumsal
dönüşümü hedefleyen ve bu uğurda mevcut düzene karşı mücadele eden onlarca
politik yaklaşımdan sadece birisidir. Üstelik Marksistler, işçi sınıfını
odağına alarak hareket eden siyasetler içerisinde bile tek değildirler. Daha
Marx ve Engels doğmadan, Komünist Manifesto yazılmadan önce birçok farklı akım,
işçi sınıfının koşullarının olumsuzluğu, ülkeler içerisinde demokratik
gelişimin yetersizliği, sosyal adaletsizliğin sıkıntıları ile ilgili
tespitlerde bulunuyor, mücadele yöntemleri geliştiriyordu. Marksizm tüm bu
siyasetlerden ayrılan kendine has felsefi, politik, ekonomik çözümlemeleri ile
ve bu çözümlemelere bağlı mücadele taktikleri ile ayırt edilir.
Marksizmin
hem en büyük başarısı hem de en büyük laneti; toplumu anlamak, kavramak ve
dönüştürmek yolunda ortaya koyduğu analizlerin bilimsel yöntemlere dayalı
olması; bu sebeple de ortaya çıktığı dönemde, kendinden farklı tüm mücadele
yöntemleri üzerinde kesin bir üstünlük sağlamasıdır. Bu üstünlük hem fikirsel
alanda farklı düşüncelerle olan tartışmalardan ezici bir zaferle çıkmayı, hem
de pratik politikada net kazanımlar sağlayan taktiklerin meyvelerinden
yararlanmayı getirdi. Ne yazık ki Marksizmin bu başarısı, onun üzerindeki
lanetin de temel sebebidir.
Marksizm
düşünsel, ekonomik ve pratik anlamda elde ettiği keskin başarıdan ötürü, kendi
dışındaki yaklaşımların birçoğunun kendi bünyesine sızması ile yüzleşti. Bu
süreç, yeni gelenlerin eski düşüncelerini ve pratiklerini tamamen değiştirmeleri
anlamına gelmiyordu ve çoğu zaman bilmeden yapılan bir şeydi. Sonuçta bilimin
gücünden dolayı “dünyanın yuvarlak olduğuna” emin olan, ancak “dünya düzdür”
diyenlere karşı hiçbir bilimsel argüman geliştirmeden, bilim dışı metodlarla
bilimi savunan günümüz insan tipolojisinin bir benzeri, kendini Marksist addedenler içerisinde de türedi. Diyalektikten
nasibini almamış metinler diyalektik övgüsü yaptı, idealizmin açık açık
savunulduğu pratiklere materyalizm adı verildi, tarihselcilik yerini metafiziğe
bırakırken adı kullanılmaya devam etti. Ekonomik çözümlemeler ve pratik
tutumlar da benzer bir kaderi paylaştı. Tarihsel süreç içerisinde bir nebze de
olsa bu eğilimlerin düzeltilmesi için mücadele edilebilir, bu yanlışlar
eleştirilebilirken; postmodern zamanlarda, eleştirmek, isim koymak, yanlışı
göstermek de, “yaftalamak”, “hiçleştirmek” gibi abuk subuk argümanlarla, “suç”,
“kabalık” kategorisine kondu.
Marksistlerin
seçimler ve demokrasi ile ilgili tutumunun da benzer bir süreçten geçmekte
olduğunu söyleyebiliriz. Elbette her siyasal tutumun kendi politikasını belirlemek
hakkı vardır. Sorun Marksist olmayan bir şeyi Marksizme giydirerek yanlış
isimlendirmek bile değil; yeni yetişen birçok kuşağın bu pratik nedeniyle,
Marksizmle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir anlayışı, gerçekten de Marksizm
sanmaya başlamasıdır. İşte başarının getirdiği “lanet” dediğimiz tam da budur.
Marx-Engels ve Seçimler
Yaygın
yanlış kanının aksine; Marksizm doğuşundan itibaren seçim süreçlerini ciddiye
almayı, seçimlerde taraf olmayı ve mümkün olan tüm seçimlere kendi bağımsız
adayları ile katılmayı ön gören bir ideolojidir. Marx ve Engels, 1848
devrimlerinin arifesinde yazılmış olan Komünist Manifesto’ya, devrimin
ertesinde damıttıkları dersleri ekleyen “Merkez
Komitesinin Komünist Birlik’e Çağrısı” ile, bu konudaki tartışmanın son
noktasını koydular. Buna göre, “Komünistler bütün seçimlere katılmalı”,
“liberal burjuvazi ile her türlü ittifaktan kaçınırken, küçük burjuvazi ile
ittifak kurulmalı”, “küçük burjuvazinin ihanetinden kaçınmak için bağımsız
olarak örgütlenmeli, ittifak asla birlik haline dönüşmemeli”, “seçilmek gibi
bir umudun olmadığı yerlerde bile kendi üyelerini aday göstermeli ve demokratik
cepheyi bölüyorsunuz suçlamalarına kanmamalı”ydı(2).
Marx ve
Engels bu tarihi metni kaleme alırken, seçimler yoluyla demokrasi mücadelesini
kazanacakları yanılgısında değillerdi. Aksine böyle bir yanılgıları olmadığı
için, “bağımsız örgütlenmenin ve ayrı adaylarla seçimlere katılmanın” önemine
vurgu yapıyorlardı. Anarşistlerin oy vermekten kaçınan tutumunu eleştiririp,
seçimlere mutlak surette ve her koşulda katılınması gerektiğine yönelik ısrar
eden Marx ve Engels, seçim ve parlamento zemininin benzersiz bir fırsat
sunduğunu ifade ettiler: “Güçleri hesaplamak.” Daha sonra Engels, bu noktayı şu
şekilde ifade etti: “Genel oy hakkı işçi sınıfının
olgunluk düzeyinin ölçüsüdür. Bugünkü devlette bundan başka bir şey olamaz ve
olmayacaktır; ama bu yeterlidir. Genel oy hakkı termometresinin işçiler
arasında kaynama noktasını gösterdiği gün, hem onlar hem de kapitalistler
nerede durduklarını bileceklerdir.(3)”
Lenin ve Seçimler
Sonradan
karartılmasına rağmen, Lenin’in toplam yazılı külliyatının üçte biri seçimler
üzerinedir. Lenin, yukarıda özetlediğimiz komünist seçim stratejisini
mükemmelleştirirken aynı zamanda komünistlerin parlamenter çalışmaları nasıl
yürütmeleri gerektiği konusunda da yol gösteren bir tutum geliştirmiştir(4).
Ekim Devrimi’nde Bolşeviklerin ayaklanma kararını hangi tarihte yürürlüğe
koyacaklarında kullandıkları pusula da, seçimler olmuştur. Devrimden beş ay
sonra Lenin şöyle demiştir: “Ekim’de
kitlesel kuvvetler konusunda kesin bir hesaplama yapmıştık. İşçilerin ve
askerlerin ezici çoğunluğunun zaten bizim safımıza geçmiş olduğunu yalnızca
düşünmüyor, kitlesel seçimlerin kazandırdığı deneyimden kesin olarak
biliyorduk... bunun anlamı ise davamızı halihazırda kazanmış olduğumuzdu(5).”
Lenin’in
devrim mücadelesinde, seçimlerin önemini vurguladığı “Kurucu Meclis Seçimleri
ve Proletarya Mücadelesi” ve “Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı” isimli iki
metni, Sovyet deneyiminin damıtıldığı iki önemli bilançodur. Lenin aynen şöyle
demektedir: “Biz Bolşevikler, en
karşı-devrimci parlamentolarda yer aldık ve deneymler gösterdi ki... devrimin
yolunu döşemek için bu katılım yalnızca faydalı olmakla kalmadı, ...vazgeçilmez
önemdeydi(6).”
Sonuç
Marx-Engels
ve Lenin, burjuva seçim-parlamento zeminine katılmanın her türlü reformist
tehlikeyi barındırdığını asla inkar etmediler. Bu tehlikelere dair önerdikleri
ve uyguladıkları önlemler, atıf olarak verdiğim metinlerde mevcuttur. Ayrıca
devrimden sonra verili devlet mekanizmasına olduğu gibi el konularak
kullanılamayacağını ve var olan devletin parçalanarak yeniden bir işçi devleti
olarak kurulması gerektiğini her fırsatta vurguladılar. Ancak o zeminden,
anarşistler ve günümüzün postmodernleri gibi, uzak durmak da bir çıkmaz
sokaktı. Lenin’in “devrimci parlamentarizm” dediği tutum, Marksist görüşün
özeti niteliğindedir: Burjuva seçimlerinde ve parlamentolarında bulunmak başlı
başına bir amaç değil, devrime götüren bir araçtır ve bu araç olmadan devime
yürümek mümkün değildir!
Günümüzde
bize Marksizm diye tanıtılan, bir çok sol parti ve örgütün benimsediği yaklaşım
ise bu anlatılanların tam tersidir. Parlamenter çalışmanın “yavaş ve sıkıcı”
donukluğunu küçümseme; seçimlerde oy
kullanmayı orucunu bozmak, aday olmayı dinden çıkmak derecesinde “günah” gören
bir fobi; bunun yerine “radikal sokak eylemleri” aracılığı ile bir tür sokak
göstericiliğine indirgenmiş bir Marksizm! Marx-Engels ve Lenin okumadan
Marksist olmanın böylesine yaygın olduğu bir dünyada bu tutuma girenler; sadece
kendilerini yanlış isimlendirmekle kalmıyorlar; Marksizmin gerçekte ne olduğunu
ve onun önlerinde açabileceği geniş ufku öğrenmekten de mahrum kalıyorlar!
(1) Karl Marx ve Friedrich
Engels, Collected Works, Cilt 50
(2) Karl Marx ve Friedrich
Engels, Collected Works, Cilt 10
(3) Friedrich Engels, Ailenin,
Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Collected Works, Cilt 26
(4) Bu konuda ayrıntılı bir
çalışma için: August Nimtz, Lenin’in Seçim Stratejisi, Yordam Yayınları
(5) Lenin, Collected Works,
Cilt 27
(6) Lenin, Sol Komünizm Bir
Çocukluk Hastalığı, Collected Works, Cilt 30
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder