Şener Levent 18 Mayıs tarihli Avrupa Gazetesi’nde “Neden Tek Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti?” başlıklı bir yazı yazmış. Yazısında 14 Mayıs tarihli Avrupa Gazetesi’nin “Tek Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti” şeklindeki manşetini savunarak, “bu manşet karşısında federalistler ayaklandı” demiş.
Şener Levent sansasyonu ve olayları heyecanlı tonda ifade etmeyi seven bir gazetecidir. “Federalistler ayaklandı” ifadesi de mübalağayı seven bu tarzı ile ilgili olsa gerek. Çünkü “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek çözüm” olduğu iddiasının apaçık bir abartı olması gibi, bu manşet nedeniyle kimsenin ayaklandığı da yoktur.
Federasyon fikri geleneksel
olarak Kıbrıslı Elen egemen çevrelerince de, Kıbrıslı Türk egemen çevrelerince
de benimsenmeyen bir fikirdir. Kıbrıslı Elen egemenleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
devamını, Kıbrıslı Türk egemenleri de kktc’nin tanınmasını savunurlar. Crans
Montana, Mont Pellerin zirvelerinden sonra federasyon karşıtı cephenin yeni bir
atağa geçtiği biliniyor.
Kıbrıs sorununun federal bir
Kıbrıs çerçevesinde çözümlenmesini savunan bizler, Avrupa Gazetesi’nin “Tek Çözüm
Kıbrıs Cumhuriyeti” manşeti altında “başka çözüm arayanlar boşuna arıyor”
cümlelerine itiraz ettik; ama bu ayaklandığımız anlamına gelmiyor.
Evet, federasyon karşıtlarının
arasına Avrupa Gazetesi’nin de katılmasından memnun olmayız. Kıbrıslı Türklerin
siyasi eşitlik, irade ve statü sahibi olma istencinin bir ifadesi olan
federasyon fikrinin; ilhakçılar tarafından ciddi saldırı altında olduğu böylesi
bir dönemde, bu defa da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş niyetiyle federasyonun
değersizleştirilmesine elbette üzülürüz. Ancak bu Şener Levent’in ifadesi ile
kendilerini “topa tuttuğumuz” anlamına da gelmez.
Şener Levent hem kendi
görüşünün “tek geçerli çözüm” olduğunu iddia ederek, hem de bunu itiraz eden
bizlerin “ayaklandığımızı”, Avrupa’yı “topa tuttuğumuzu”, “kutsal bir ikona
yapılan saldırı mümin ve fanatik bir kitleyi nasıl kızdırırsa”, bizim de öyle
“kızdığımızı” söyleyerek mübalağa yapıyor!
Üstelik itiraz etme,
sorgulama, tartışma, abartılı ifadelerine karşı çıkma hürriyetimizi; “topa
tutulmak, fanatik kızgınlık, ayaklanma” olarak algılayarak; esasında kendisinin
kendi görüşlerine nasıl bir tutkuyla sarıldığını göstermiş oluyor. O görüşleri
nasıl bir mümin edasıyla sahiplenmiş ki, en ufak sorgulamayı “ayaklanma, topa
tutma, kızgınlık” olarak görüyor!
Oysa “Neden Tek Çözüm Kıbrıs
Cumhuriyeti?” başlıklı yazı, başlığındaki iddianın aksine; bize diğer çözüm
önerilerinin neden çözüm olamayacağını göstermek bir yana, Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne dönüşün Kıbrıslı Türkler için bir “çözüm” olduğunu dahi kanıtlamış
değil!
Şener Levent’in her zamanki
yazınsal yeteneklerini sergileyip muhatapları ile dalga geçtiği, geçerliliği
kendinden menkul ahlaki kriterleri ile başkalarını sorguladığı bir retorik
gösterisinden öte bir şey yok yazıda…
Dönülecek olan Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin hangi Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu bile izah etmiyor Şener
Levent! 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1965’teki cumhuriyet ile aynı
cumhuriyet olup olmadığını bile analiz etmemiş. Ama bize bir yanıt vermiş sayıyor
kendini!
Kriteri de Şener Levent
koyuyor, sonucu da Şener Levent ilan ediyor ve en sonunda tahmin edebileceğiniz
gibi Şener Levent kazanıyor! Eğer hayat gazete yazısından ibaret olsaydı, Şener
Levent hep kazanırdı muhtemelen. Ama kriterleri yaşam koyduğu için ve sonucu da
tarih ilan ettiğinden dolayı Şener Levent ve biz; kazananlar cephesinde
olamıyoruz her zaman.
Şener Levent ile aramızdaki
fark şu ki; o bu durumdan dolayı hayatı ve tarihi suçlarken, biz “nerede hata
yaptık” diye soruyoruz kendimize. O, “hep, en ve tek” doğru olduğunu
düşünürken, biz “neyi daha iyi yapabilirdik” diye düşünüyoruz. Bu onu mu yoksa
bizi mi fanatik yapar, bunun cevabını da tarih versin artık…
***
Şener Levent yazısında
“Gazetemiz Avrupa 24 yıldır yayınlanıyor. İlk günden beri Kıbrıs Cumhuriyeti
ortaklığını savunduk” demiş. Bu yanlış bilgiyi düzeltmek zorundayım.
Avrupa Gazetesi’nin
kurucularından, onu çıkışını organize eden ekibin içinden birisiyim. Avrupa
Gazetesi; o tarihlerde Rusya’da olan Şener Levent, Özgürlük Dergisi çevresi ve
Arif Hasan Tahsin tarafından, üç ayak üzerinde oluşturulmuş bir muhalif
girişimdi. Ben Özgürlük Dergisi çevresi içerisinde bulunan bir genç olarak
dahil olmuştum bu projeye.
Şener Levent ülkeye dönmeden,
gazetenin basılacağı matbaayı hazır etmek için bir yıl boyunca emek
harcamıştık. Kendisi tabloid gazetelerden hoşlanmıyordu, bu yüzden Türkiye’de
olduğu gibi büyük boy gazete basacak bir matbaa bulmak, bu matbaayı
çalıştıracak matbaacı bulmak için çok uğraştık.
Gazetenin ilk sayıları da büyük
boy basıldı. Arşivimdedir hala o baskılar. Sözü açılmışken şunu da söyleyeyim,
eğer gazete bileşenleri son dakika bir uzlaşma zemini olarak “Avrupa” ismini ön
plana çıkarmasaydı, gazetenin ismi de “Ispanak” olacaktı.
Şener Levent, bu ülkedeki her
şeyin bir mizah olduğu, yaşanan her şeyle sadece dalga geçilebileceği, hiçbir
ciddi olayın, kaale almaya değer hiçbir mevzunun olmadığı düşüncesindeydi ve
gazetenin adının da buna uygun olması gerektiğini savunuyordu. “Avrupa” ismi
bizim için bir tavizdi, çünkü o tarihlerde yaygınlık kazanmaya başlamış olan
“AB” fikrine de mesafeli bakıyorduk biz Özgürlük çevresi olarak. Ama gazetenin
adı “Ispanak” olacağına, “Avrupa olsun” demiştik…
Zaman içinde Avrupa
Gazetesi’ni kuran bileşenler geri çekildi ve gazetede sadece Şener Levent
kaldı. Ancak bu her zaman böyle değildi. Arif Hoca şimdi hayatta değil ancak
benim de bir zamanlar dahil olduğum Özgürlük çevresinden birçok insan
hayattadır. Çıkıp söyleyebilirler, biz hiçbir zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’ne
dönüşü savunmadık. O zamanlar kendi düşüncemizi “Demokratik Halk Federasyonu”
olarak ifade ediyorduk. Ama bunun bizim kendi görüşümüz olduğunu ve gazetenin
sadece bir asgari müşterek zemini olduğunu da biliyorduk. Avrupa da, en azından
kuruluşunda ve ben oradan ayrılana kadar “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Dönüş” görüşünü
savunmadı.
Şener Levent “İlk günden beri
Kıbrıs Cumhuriyeti ortaklığını savunduk” diyerek, tarihi çarpıtıyor! Gerçekleri
değiştiriyor. Belki bunu, bugün savunduğu “Tek Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti”
fikrini daha güçlü kılmak için yapıyordur. Ancak bir fikrin gücü veya
saygınlığı için, o görüşün “hep” savunulmuş olması gerekmediğini en iyi Şener
Levent bilmelidir.
Kendisi ülkemizde, entelektüel
ve aydın çevreler tarafından fikirlerine saygı duyulan bir kişidir. Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne dönüş fikrine de saygı duyar, tartışırız. İtirazımız bunun “tek
çözüm” olduğunu iddia etmesine, federasyon için mücadele eden halkımızın
çabasını “başka çözüm arayanlar boşuna arıyor” diyerek değersizleştirmesinedir.
Yakın tarihimizi biraz
araştırmış herkes, Şener Levent’in kktc’nin ilanından önce “Self Determinasyon
İçin Aydın Hareketi” ile ilişkili faaliyetlerinden, kktc’nin bağımsızlık
ilanını desteklediğinden, hatta bir vakitler “iki halk” görüşü ile yakın
ilişkiler geliştirdiğinden de haberdardır. Geçmişte bunları savunmuş olması,
Şener Levent’in bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunmasına da engel değildir. Bizim
onun yeni fikirlerini saygıdeğer bulup yanıtlamamıza, itiraz etmemize de engel
değildir.
Bu yüzden de tarihi
çarpıtmasına, Avrupa gazetesinin ilk günden beridir Kıbrıs Cumhuriyeti
ortaklığını savunduğunu iddia etmesine gerek yoktur!
***
Halkımızın geniş kesimlerince
desteklenen “Ne Yama Ne Rehin” şiarını hatırlattığımızda, “1963’te bu
cumhuriyetten kopan liderliğimize neden kızıp duruyoruz o halde? Denktaş bizi
yama olmaktan kurtardığı için teşekkür etmemiz gerekmez mi ona?” diye soruyor
bize Levent!
Yazısının devamında da diyor
ki “Zaten Kıbrıs Cumhuriyeti de federal bir yapıya sahipti.” Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin federal bir yapıya sahip olduğu düşüncesinin Denktaş ve Dr.
Küçük kaynaklı olduğunu; “Türk tezi” olarak 1960-1963 yılları arasında
savunulduğunu ancak cumhuriyetin üniter bir yapı olduğunu savunan Makarios
başta olmak üzere Kıbrıslı Elen liderliğinin asla bu düşünceyi benimsemediğini
bilmiyor mu Levent?
Belediyeler başta olmak üzere
oluşturulacak tüm cumhuriyet kurumlarının federal bir yapıya göre mi yoksa
üniter bir yapıya göre mi şekillendirileceği tartışması en sonunda meşhur
anayasa değişiklikleri ile “çözümlenirken”, tıpkı Levent’in bugün dediği gibi
“Kıbrıs Cumhuriyeti federal bir yapıdır” diyen Denktaş ve Dr. Küçük, bu
cumhuriyetten kopmuştur!
Bu durumda Levent 1960’taki
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne mi geri dönecektir, yoksa 1964’deki Kıbrıs Cumhuriyeti’ne
mi? 1964’deki cumhuriyete dönmek istemiyorsa, bu onun da tıpkı Denktaş gibi
“yama olmak istemediği” anlamına mı gelir ve kendisi Denktaş’a teşekkür etmeyi
düşünmekte midir bizi yama olmaktan kurtardığı için?
Şener Levent yazısında “Ayhan
Hikmet, Ahmet Gürkan ve Derviş Kavazoğlu gibi cumhuriyetin en ateşli
savunucularını da yama olmamıza destek verdikleri için lanetlememiz gerekir
öyle mi?” diye soruyor bize…
Öncelikle şunu ifade etmek
gerekir ki, biz birisi ile farklı görüşte olduğumuz zaman sırf farklı görüşteyiz
diye o kişiyi lanetlemeyiz. Belki Şener Levent gene mübalağa yapıyor! Ama hemen
her konuda abartıya, duygusal yelpazenin en ucuna yönelmeye dönük bu eğilim;
her ne kadar bunu karşısındakilere yansıtarak ifade ediyor olsa da; ifade eden
öznenin kendisinin nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu gösteriyormuş gibi
bir izlenim bırakıyor!
Diğer yandan Ayhan Hikmet,
Ahmet Gürkan ve Derviş Kavazoğlu’nu tarihin bir döneminde dondurup; onların
yaşasalardı bugün ne savunacaklarını hesaba katmayan bakış açısı da sıkıntılı.
En azından Arif Hasan Tahsin’in mücadele yaşamına hangi düşünceleri savunarak
başladığını ve hangi düşünceleri savunarak bitirdiğini düşündüğümüzde ve yüzeysel
bir bakışla birbirinden farklıymış gibi görünen düşüncelerin hepsinin de ortak
bir temel üzerinde yükseldiğini anladığımızda kavrayabileceğimize benzer bir sıkıntı
var burada.
1965’teki Arif Hoca ile 2010’daki
Arif Hoca; Şener Levent’e iki farklı insan gibi görünüyor olabilir. Ama Arif
Hoca’yı Arif Hoca yapan şeyin bu sürecin içinde bir devamlılık barındırdığını;
ancak tarihselliği ve diyalektiği kavrayabilen bir gözle görebilirsiniz.
Şener Levent bugün savunduğunu
her zaman savunmuş olduğunu iddia etse de; kendisinin tepe tepe kullanmakta
olduğu koşullara uygun fikirler geliştirme özgürlüğünden, sırf öldürülüp
haklarını savunamıyorlar diye Ayhan Hikmet’i, Ahmet Gürkan’ı ve Derviş
Kavazoğlu’nu mahrum bırakma hakkı yoktur!
Biz Marksistler tarihte birçok
kişiyi benimser, olumlar ve savunuruz. Buna yukarda ismi sayılan kişiler de
dahildir. Ancak Spartaküs’ü savunuyor olmamız “tüm kölelerin İtalya’dan gemi
ile kaçması gerektiği” düşüncesini mutlaklaştırmamızı; Robespier’i savunmamız
istisnasız tüm muhaliflerimizi giyotinden geçirmemizi, Mahirleri savunmamız
bugün bulduğumuz tüm ABD vatandaşı mühendisleri kaçırıp öldürmemizi
gerektirmez.
Bizim için tarihin öznelerini
kavramanın ve benimsemenin başka mekanizmaları vardır. Belli ki Şener Levent
için bu mekanizmalar geçerli değildir. Ancak bu düşünme şekli ile tarihte kendi
güncel durumuna uygun bir özne bulması da mümkün değildir. Ya da sadece tarihin
belli yönlerini ön plana çıkarıp, diğer yönlerini gizleyerek mümkündür!
Örneğin madem Derviş
Kavazoğlu’nu kendi mantığı ile benimsemektedir Levent, Türk ulusal günlerinde
Türk bayrağı asmayan PEO’ya karşı Kavazoğlu’nun gösterdiği tepkiyi de
paylaşmakta mıdır? Bu tepkiye dayanarak Kavazoğlu’nun PEO’dan istifa etmesini
nasıl yorumlamaktadır? Türk Eğitim Kulübü’nün 19 Mayıslarda Türk bayrakları ile
donatılması konusunda ne düşünmektedir? Bu tutumu benimsiyorsa, Avrupa
Gazetesi’nin penceresinden 19 Mayıs’ta Türkiye Cumhuriyeti bayrağı
sallandırmamış olmasının izahı nedir?
Görülebileceği gibi tarihe ve
tarihsel kişiliklere bu şekilde bakmak, hiçbirimizi bir yere vardırmaz, bugünün
sorunlarının çözümüne değil daha da karmaşıklaşmasına hizmet eder.
***
Bir fikrin “tek geçerli” fikir
olduğunu iddia ederken kişi iki kez düşünmelidir. Adamızın yeniden birleşmesi
ve Kıbrıslı Türk halkının siyasal eşitlik çerçevesinde bir uluslararası statü
sahibi olması anlamına gelen federasyon için uğraşanlar “boşuna uğraşıyor”
demeden önce iki kez düşünülmelidir. Kudret Özersay’ın argümanı ile konuşup
“çözümcüleri de gördük onlar da anlaşamadılar” demeden önce iki kez
düşünülmeldir.
Şener Levent bizi müminlere ve
fanatiklere benzetmişti. “En doğru”nun bilgisine sahip, tek kişi olmak ve bu
fikri her zaman savunmuş olmak bahtiyarlığına eriştiğine göre, bizim gördüğümüz
kadarıyla kendisinin yeri daha çok peygamberlik mertebesidir.
Eğer yazılı kayıtlar onun
yazdıklarından ibaret olsaydı, bu belki de mümkün olurdu. Ancak tarih uzunca
bir süredir geriye dönük yazılamayacak kadar kurumsal bir bilim dalıdır.
Kişilerin mübalağalı ruh hallerinin olaylara etkisinin analizi de tarih bilimine
dahildir.
“Neden Tek Çözüm Kıbrıs
Cumhuriyeti?” sorusunun yanıtı da onu savunanlar tarafından verilmediği sürece,
bu cümle tarihe abartılı bir iddia olarak geçmek dışında bir etkide bulunacak
değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder