20 Kasım 2005 Pazar

Sınıf Mücadelesi Başlarken



Ekim ayının son haftası Kıbrıs Türk Yönetici Eliti için bir bayram havasında geçti. Ayın ilk günlerinde büyük birader ABD’nin savaş bakanı Condoleezza Rice tarafından ABD’ye davet edilen Cumhurbaşkanı Talat ve beraberindeki heyet “verimli” temaslarda bulundular. Yaygın Medyanın ve asker-sivil yönetici elitin neşesi öylesine doruktaydı ki, bunun verdiği dinamizmle peşpeşe çarpıcı açıklamalarda bulundular.


Talat’ın ABD ziyareti işin görünen kısmıydı, oysa ziyaretin bir de “beraberindeki heyet” kısmı vardı. Medya, Talat’ın ziyaret ve açıklamalarına geniş yer ayırırken, “beraberindeki heyetin” icraatlarından neredeyse hiç bilgilendirilmedik. Neredeyse diyorum çünkü Sayın Talat’ın neşesi nedeniyle az da olsa bilgiyi kendisinin açıklamalarından öğrenme şansına eriştik.

“Çözüm Hemen Şimdi Sloganı Anlamını Yitirdi”
ABD’ye gidilsin veya gidilmesin sürekli yinelenen, “biz barış isteyen tarafız, Rumlar barış istemez”, “Türkiye’nin AB’ye girmek istemesi Kıbrıs Sorunu’nda bir taviz malzemesi yapılmaz” vb. söylemler yanında, dipten ve derinden ilerleyen gerçek bazı gelişmeler de söz konusu.
Ekim’in son günlerinde gazetelere yansıyan bir haberde ilgi çekici ifadelere rastlanıyordu: “Rice'ın davetlisi olarak ABD'ye giden Talat, "çözüm hemen şimdi" sloganının anlamını artık yitirdiğine de dikkati çekerek, barış elininin Rumlara dönük uzalı kalmaya devam edeceğini, ancak içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma seferberliğine gidilmesinin daha güçlü bir yapı için şart olduğunu ifade etti.”
“Daha güçlü bir yapı için şart” olan bu “içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma” nın ayrıntılarına dair bilgi verilmeyen haberde, “çözüm hemen şimdi” sloganının anlamını yitirdiği, bunun müsebbibinin de Rumlar olduğu vurgulanıyordu. Bildik “referandumda hayır diyen kötü Rumlar” olgusunun yanına, “çözüm hemen şimdi sloganı anlamını yitirmiştir” söylemi yerleştirilirken bir de itirafta bulunulmuş oluyordu. Ancak bu cüretin kaynağı olan “içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma” bizim merakımızı daha çok cezbediyordu. Özellikle de ABD ziyareti sırasında bir “yeniden yapılanma ve kurumlaşma”dan bahsedilmesi, bu yapılanmada ABD’nin rolü konusunda daha ayrıntılı bilgi verilmemesi dikkate değer noktalardı.
Talat’ın beraberinde götürdüğü heyetin asıl olarak işadamları ve ticaret erbabından oluştuğu biliniyor. Sözü edilen “yeniden yapılanma” konusunda işadamlarına fazlaca bir iş düşeceği, ancak siyasi iradenin de desteğini esirgemeyeceği kolayca tahmin edilebilir. Ziyaret sırasında Türk-Amerikan Konseyi’nin onuruna verdiği yemeğe katılan Talat, bu tahminimizi doğrularcasına “KKTC’ye uygulanan ekonomik ambargoların kaldırılması konusunda iş çevrelerinin yardım ve desteğini istedi”(1) Haberin devamı ise şöyle; “Uluslararası kuruluşların Kıbrıs Türküne uygulanan izolasyonların, özellikle ekonomik ambargoların kaldırılması yönünde sözler verdiğini, ancak bugüne kadar bunların hayata geçmediğini söyleyen Talat, çok zor durumda olan Kıbrıs Türkü’nün ekonomik izolasyonların kaldırılması konusunda benzeri bir destek ve yardımı iş dünyasından da beklediğini söyledi.”
“Çok zor durumda olan” Kıbrıs Türkü’ne yardım elini lütfetmesi rica edilen “uluslararası sermayenin”, herhangi bir ülkeye gitmezden önce özelleştirme, deregülasyon, sendikasızlaşma, esnekleştirme vb. altyapıların hazır edilmesini sağlamak gibi ricaları olduğu ise bilinen bir olgu. Bir süre önce CTP yönetimi tarafından yapılan açıklamada, McDonald’s vb. fast-food zincirlerinin Kıbrıs’ın Kuzeyi’ne yatırım yapmaları için ABD yönetimi tarafından teşvik edilecekleri, bunun sözünün alındığı gururla açıklanmıştı.
ABD sermayesinin amiral gemisi McDonald’sın herhangi bir ülkeye bayrağını dikmesinse o ülkede neo-liberal politikaların yaşama geçmesi konusunda bir “yeniden yapılanma” faaliyetinin başlangıcına delalet ettiğini söylememize sanırım gerek yok. Böylece Sayın Talat’ın açıklamalarında sözü geçen “ekonomik izolasyonların kaldırılması”, “içte yeniden yapılanma ve kurumlaşma” gibi sözler de bir anlam kazanmış oluyor. Sözün özü, ada’nın yatırım iklimini Amerikan tekellerine cazip kılmak için (ekonomik izolasyonların kaldırılması), neo-liberal düzenlemelerin (yeniden yapılanma) devlet eliyle hayata geçirilmesi (kurumlaşma) konusunda bir iş birliği söz konusu...

Talat ve Rice’ın Gündemi
Yine Sayın Talat’ın yaptığı açıklamlardan öğrendiğimize göre, temaslar sırasında gündeme gelen konulardan bazıları şöyle; “Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması yönünde katkı yapılması ve Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak yatırımların cesaretlendirilmesi, bu çerçevede Amerikalı işadamlarının Kuzey Kıbrıs'ta yatırım yapmaları."
“Amerikalı işadamlarının Kuzey Kıbrıs'ta yatırım yapmaları” konusunun ne anlama geldiğini artık biliyoruz. Ancak “Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak yatırımların cesaretlendirilmesi”nin ne anlama geldiği Talat’ın başka bir açıklamasında netlik kazanıyor: “Cumhurbaşkanı Talat, bölgede bulunan ABD askerlerinin tatillerini KKTC’de geçirmeleri konusunda ABD'deki KKTC temsilciliği aracılığıyla girişimde bulunulduğunu açıkladı” ve devamla “Amerika'nın Kıbrıs'ta üs istediği yolundaki iddiaların komplo teorisi olduğunu ve gerçek olmadığını ifade etti.”
Aslına bakarsanız, ABD askerlerinin bölgede pek de sevildiklerini söyleyemeyiz. Bu durumda “terörist”lerin, tatil yapmakta olan masum askerleri kendilerine hedef seçebilecekleri büyük bir olasılık iken, “Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak bir yatırımın” zarar görmemesi için bir üs açılması konusunun gündeme gelmemiş olması hayli ilginç. Belki de “bölgede” kan banyosu yapmakta olan ABD askerlerinin tatile de iş getirmemeleri amacıyla, zaten adada bulunan 40 bin Türk Askerinin güvenlik için yeterli olacağı düşünülmüştür. Gene de Türk-İslam sentezi bağlamında Türk Askerlerinin “terörist” de olsa müslümanlarla karşı karşıya getirilmesi ne kadar uygun düşer, onu biz bilemiyoruz. Çünkü bu konuya dair herhangi bir açıklama yok. O konular da artık TC oligarşisi ile ABD Stratejistleri arasında yürütülecek pazarlıklarda düzenlenecektir.
Her halükarda adada emperyalizme yeni üsler açılması  meselelerinin Talat’ı aşan konular olduğu bir gerçek. Bu yüzden “Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacak”,  olan “Amerikan askerlerinin tatillerini KKTC’de geçirmeleri” ve bunun için yapılacak “yatırımların cesaretlendirilmesi” konuları Kıbrıs Türk Yönetici Eliti’nin ev ödevleri arasında esas yeri işgal etmektedir.

Grev Yapmak İnsan Haklarına Aykırı
“Çözüm Hemen Şimdi” sloganını bir köşeye kaldıran egemenler, gündem olarak önlerine ABD tekelleri için uygun yatırım iklimi yaratmayı ve ABD askeri gücü ile iyi ilişkiler geliştirmeyi alırken, iç politikada da buna uygun adımları atmakta tereddüt etmiyorlar. Esnek çalışma, deregülasyon, taşeronlaştırma, sendikasızlaşma ve özelleştirme uygulamaları eğitimden, sağlığa tüm kamusal hayata sızdırılmakta. Devlet Hastahanesi’nin yemek ve temizlik ile ilgili bölümleri taşeron şirketlere devredilirken, Hastahanenin güvenliğini sağlaması için yine taşeron bir güvenlik şirketi ile sözleşme imzalandı. Tabii özel hastahanelerin yaygınlaştırılmasının da yürürlükte olduğundan bahsetmeye gerek bile yok.
Bu arada bir aydır grevde olan Ortaokul ve Lise Öğretmenlerinin sendikasını yıpratmak için tüm medya seferber olmuş durumda. Grevin sonucunda öğretmen kitlesi üzerinde moral bozukluğu ve gücüne inançsızlık yaratmak, ayrıca grev hakkının meşruluğuna gölge düşürmek gibi net bir kazanım elde etmek isteyen sermaye: “Eğitimde Grev İnsan Haklarına (eğitim hakkına) saldırıdır” söylemini neredeyse hepimize ezberletti. Başbakan, medya aracılığıyla eğitimi aksatan grevin meşru bir mücadele yöntemi olmadığını yineliyor. Bu durumda sağlığı aksatan, beslenmeyi aksatan, barınmayı aksatan grevlerin (ki bunların hepsi insan haklarındandırlar) de meşru olmayacağını tahmin edebilirsiniz. Hele de ABD tekelleri adamızda yatırım yapmayı düşünürken...
Kökten ve sarsılmaz bir CTP’li olan babam, “hele bu Kıbrıs Meselesi hallolsun, sınıf mücadelesini başlatacayık” derdi hep. Partisinin şimdiki halini görse üzülürdü ama dışarıya renk vermezdi yine de. Tarih hızla ilerlerken, sınıf mücadelesi “Kıbrıs Meselesi”nin hallolmasını beklemeyecek gibi görünüyor.

(1) 30 Ekim 2005 tarihli Kıbrıs Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder