28 Haziran 2011 Salı

Neden Yokoluyoruz?



Sendikal Platform 2011 yılını Toplumsal Varoluş İçin Mücadele Yılı ilan ettiği zaman, içinden geçtiğimiz sürece ne kadar isabetli bir isim verdiğinin farkında mıydı acaba?
Evet, UBP ile AKP arasında imzalanan protokol ve bu protokol aracılığı ile Kıbrıslı Türklerin çok ciddi bir saldırı altında oldukları belliydi.
Evet, KTHY’da yaşanan rezalet, sözde yetkililerin duyarsızlığı gün gibi açıktı.
Evet, sözde Sosyal Güvenlik Yasası’nın tamamlayıcısı Göç Yasası geçirilmiş, yılın ilk gününden itibaren yürürlüğe girmeyi bekliyordu.
Evet, DAÜ – Kooperatif- Telefon Dairesi ve Kıb-Tek’e yönelecek saldırılar seziliyordu.
Evet, daha fazla anıt, daha fazla cami ve daha az eğitim daha az sağlık politikaları yükselişteydi.
Ama toplumsal bir yokoluşun eşiğinde olduğumuzu anlamak için veya toplumsal bir yokoluşun eşiğinde olduğumuzu söyleyebilmek için bunlar yeterli midir?

İşsizliğin her geçen gün artması, gençlerin göç yollarını tutması, her gün onlarca esnafın siftah yapmadan evine dönmesi, kumarhane/kerhane/uyuşturucu üçgeninde mafyatik ilişkilerin tavan yapması toplumsal yokoluşun göstergesi midir?
Neo-liberal özelleştirme politikalarının, kamu kurumlarının piyasaya açlılmasının ve emeğe yönelik saldırıların yoğunlaştığı tek yer biz miyiz dünyada? Eğer öyle düşünüyorsanız, İspanya’ya, Yunanistan’a, İngiltere’ye bir bakın...
Dinsel gericiliğin yükseltildiği, eğitim ve sağlık yerine cemaatlere, milliyetçi sembollere ve camilere yatırım yapıldığı tek yer biz miyiz dünyada? Eğer öyle düşünüyorsanız, Orta Doğu’ya bir bakın...
Kumar, uyuşturucu, kara para, silah ticareti ve mafyanın iktidarda olduğu tek yer biz miyiz dünyada? Eğer öyle düşünüyorsanız eski doğu bloku ülkelerine bir bakın...
Ufacık bir adada yaşıyor olmamız, nüfusumuzun görece az olması, coğrafyamızın stratejik önemi ve ada halklarının bölünmüş olması gibi nedenlerle yukarıda bahsedilenlerden fazlasıyla olumsuz etkilendiğimizi kim inkar edebilir?
Yaşananlar aynı hızda ve aynı doğrultuda devam ederse; kültürü ile, din algılayışı ile, yaşam tarzı ile özgün bir Kıbrıslı Türk halkından bahsedemeyecek noktaya varacağımızı yani toplumsal bir yokoluş ile yüzleşeceğimizi kim yadsıyabilir?
Bu gerçekleri yadsıyamasak da, toplumsal yokoluş tehtidinin merkez üssünün; neo-liberal ve gerici politikalardan, kendi içimizden çıkan işbirlikçilerin bize ihanetinden ibaret olduğunu söyleyebilir miyiz? Toplumsal Varoluş İçin Mücadele’yi son yılların en isabetli tespiti haline getiren olgu bundan ibaret kabul edilebilir mi?
Kesin bir hayırdır bunun cevabı...
Yokoluşun eşiğinde olduğumuzun esas göstergesi, varlığımıza yürütülen saldırıda değil; bu saldırıya ürettiğimiz yanıtta aranmalıdır.
Altından tabanı kaydırılan Kamu-Sen, hala “marjinal” unsurlardan şikayet edebiliyor. Üstelik ahbaplık/dostluk bozulmasın, grevlerde bir kişilik katılımla destek devam etsin diye diğer sendikalar da buna sert bir yanıt vermiyor...
DP gibi yılların işbirlikçisi bir parti, toplumsal varoluş mücadelemizin “öncüsü” sendikalar arasında hala rahatça kendini ifade edebiliyor...
CTP’sinden TDP’sine “sol partiler” hükümete geldiklerinde yokoluşun sona ereceğini iddia edebiliyor...
Parlamento dışındaki sol partiler ise, birbirlerinin paçasından çekerek ötekini geriletmeyi öncülük sanıyor...
Her türlü mücadeleyi küçümseyen, nihilist “aydınlar”; şurda burda yazı yazmayı, akıl satmayı nimetten/mücadeleden sayıyor...
Herkes gemiyi kıyıdan yöneten kaptan rolünü bir tek kendine yakıştırırken, geriye kalan herkesi tayfa olmaya davet ediyor...
Eylemde birlik olup fikirleri sonsuzca tartıştırmak gerekirken, eylemi küçümseme fikrinde herkes ortaklaşabiliyor.
Somut hedefler (maaş, iş, eğitim, sağlık vb.) çıkarcılık diye damgalanarak, hiçbir pratiğe dökülmeyen lafta yüksek idealler adına ülkedeki zeminden kopuluyor.
Ortada gerçek bir önderlik boşluğu olduğu halde, bu boşluğu doldurması gerekenler ayrı köşelerinde “birlik mücadele dayanışma” sloganları atıyor.
Hem dinsel, hem ekonomik hem de mafyatik saldırı altında olan yani bu üç saldırının da birleştiği, üstelik kendi içinden çıkan işbirlikçilerin kendi topraklarına ihanet ettiği tek coğrafya biz miyiz sanıyorsunuz bu dünyada? Değil hiç de değil... Eğer öyle düşünüyorsanız, Latin Amerika’ya bir bakın...
Latin Amerika halklarını değil de bizi yokoluşun eşiğine getiren şey; maruz kaldığımız saldırıların farklı olması değil, bu saldırılara yanıt vermek için onların mücadeleyi bizimse yazıyı, lafı, çığırtkanlığı, yakarmayı ve söylenmeyi tercih edişimizdir. Bizi yokoluşun eşiğine getiren, kendini hükümete taşımak dışında bir derdi olmayanları hala aramızda tutuyor olmamızdır. Bizi yokoluşun eşiğine getiren kendi gücümüzün dışında bir kurtuluşu ummaktan, bizim adımıza bizi kurtaracak birilerini aramaktan bir türlü vazgeçemeyişimizdir.

Günün Sözü: “Mücadele edenler her zaman kazanamaz ama şüphesiz ki kazananlar her zaman mücadele edenlerdir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder