Derler ki, bir yengeç bir
hasır sepetin içinden kolayca çıkabilirmiş...
Derler ki, bir hasır
sepetin içine konan birden fazla yengeç asla o sepetten çıkamazmış...
Çıkmaya çalışan yengeci,
diğer yangeçler bırakmazlar; ayağından kafasından tutup aşağıya çekerler, kendi
yanlarına indirirlermiş...
***
Üniversite biteli, şöyle
böyle 14 yıl oluyor...
Ve yaklaşık 11 yıldır da
çalışma yaşamının içindeyim...
Okul yaşamında yüksek not
alan, derslerinde başarılı olan kişilerin genel bir hoşnutsuzluk ile
karşılandıklarını gözlemlemiştim. Sanki birisinin başarısı diğerinin
başarısızlığını daha görünür kılıyordu...
Daha sonra aynı ruh halini
çalışma yaşamında da gözlemleme talihsizliğine eriştim....
İşini iyi yapan, yürekten
sarılan ve çabalayarak belirli sonuçlar elde eden kişiler müthiş bir psikoloji
savaş ile karşı karşıya kalıyorlar...
Geride bırakılanların,
kendilerini geçenlere hıncı tahmin edilemez yöntemlerle işliyor...
Dedikodu, küçümseme,
kıskançlık, çarpıtma, alınganlık, küsme ve yok sayma; bu yöntemlerden
bazıları...
Özellikle küçük yerlerde
sözünü etttiğim duygu çok daha yoğun oluyor...
Birbirini bilen, tanıyan
ve kendisi ile kıyaslayabilen insanlar; çevresindekilerin başarılarına daha bir
tahammülsüz oluyorlar...
Kalabalık ortamlarda
karşılıklı bilme, tanıma oranı daha düşük olduğundan belirgin olmayan bu
davranış, küçük yerlerde çok daha görünür oluyor.
Kim demişti şimdi
hatırlamıyorum “kimse kendi köyünden peygamber çıkamaz” diye...
Ne kadar doğru...
***
Adına rekabet denilen
davranış biçimi, sadece ekonominin kuralları ile bağlantılı bir olgu değil...
Zaten adına ekonomi
denilen sosyal ilişki yöntemi, sosyal hayatın tek bir yönü ile bağlantılı bir
olgu değil...
Bu yüzdendir ki; ekonomik
ilişkiler adı verilen altyapı ağı, yavaş yavaş tüm üst yapıyı kendine göre
şekillendirmiştir tarih boyunca...
Yani ekonomiden yükselen
her değerin sosyal hayatta bir karşılığı vardır. Bunun gibi rekabetin de sadece
ekonomi ile sınırlı olduğunun sanılması yanlıştır...
Peki rekabet nedir?
Günümüzde bazıları
rekabeti müthiş derecede olumlarken, bazıları da çarpık bir temelden
eleştirmekte...
Ama her iki görüşün de
ortak olan yönü; rekabeti tanımlarken vurguladıkları temelin aynı olmasından gelmekte...
Diyorlar ki, “rekabet,
aynı hedefe varmaya çalışan birden fazla öznenin yarışıdır.”
Olay bundan ibaret
algılanıp, öznelerin kendilerini birbirlerine göre kıyaslamaları rekabet olarak
tanımlanıyor.
Sonra da bu kıyaslamayı
olumlu bulanlar rekabeti de olumlu bulurken, olumsuz bulanlar rekabeti de
olumsuz buluyorlar...
Oysa rekabet, bir
kıyaslama pratiğinden ibaret değil...
Rekabet, bir “daha”
pratiğidir...
Daha çok, daha iyi, daha
yüksek, daha anlamlı, daha verimli, daha...
Yani içerisinde kıyaslama
boyutu olmakla birlikte, aslında bu kıyaslama süreci “daha” sürecinden
beslenmektedir.
Diyelim ki bu, çalışma
yaşamında bir rekabet olsun...
Terfi, maaş artışı almanın
veya patronun gözüne girmenin birçok yöntemi vardır: Rakiplerinizi gerçekten
geçmek, rakiplerinizi yavaşlatmak, rakiplerinizi görünmez kılmak, rakiplerinizi
yok etmek, vs. vs.
Rekabet, bunların hepsini
içerir...
Gerçi “haksız rekabet” adı
altında bu yöntemlerden bazıları kınanır...
Ancak bilinir ki, çoğu
zaman gerçekte ne olduğu ile insanların olan şeye ilişkin düşünceleri aynı
olmaz...
Sizin “haksız rekabet”
uygulamalarınız eğer insanlar tarafından farkedilmez veya farkedildiği halde
ispatlanamaz ise; olmamış demektir!
***
Bütün bunları neden
yazdım?
Bence günlük hayatımız,
kapitalist ekonomiden beslenen birçok olumsuzluk ile damgalı...
Ve bu küçücük ülkede,
küçücük bir halkın içindeki küçücük bir grup olarak solcuların da bu olgulardan
etkilenmemesi mümkün değil...
Daha dünkü çocukların,
belirli hedefler koyup bu hedeflere ulaşan özneler haline gelmesi; 20-30 yıllık
feodal ilişkilerin bunca zamandır yapamadıklarını daha da görünür hale
getirmekte...
Birisinin yaptığı,
diğerinin yapamadığının ispatı olmakta...
Bu yüzden de rahatsızlık
yaratmakta...
Sonuçta ise okul
hayatından veya çalışma yaşamından farklı bir durum oluşmamakta...
Dedikodu, küçümseme,
kıskançlık, çarpıtma, alınganlık, küsme ve yok sayma mekanizmaları devreye
girmekte...
***
Derler ki, bir yengeç bir
hasır sepetin içinden kolayca çıkabilirmiş...
Derler ki, bir hasır
sepetin içine konan birden fazla yengeç asla o sepetten çıkamazmış...
Çıkmaya çalışan yengeci,
diğer yangeçler bırakmazlar; ayağından kafasından tutup aşağıya çekerler, kendi
yanlarına indirirlermiş...
***
Biz bu ülkenin
devrimcileri, ülkemizin bağımsızlık mücadelesini bir yarış olarak
algılamıyoruz...
Varılacak yere halkımızla
varmayı önümüze koyduğumuzdan dolayı da, kişisel mutluluğunu ve kendine olan
saygısını maksimize etme derdindeki feodal ilişki ağlarının kendi kendini
onaylayan sıfatlandırmaları ile ilgilenmiyoruz.
Bizim hedefimiz, bu
ülkenin sol liberal, postmodernist ve nihilist dehlizlerinde kaybolmuş
kendinden menkul entellektüelleri değil...
Bu ülkenin gerçek
entelllektüellerinin, halkın bağımsızlık kavgasında halkın yanında saf
tuttuğunu net bir şekilde görüyoruz.
Asıl meselenin de hiçbir
sol iddiası olmayan halk kitlelerini anlamak ve kendimizi halk kitlelerine
anlatmak olduğunu biliyoruz...
İşte bunun için
pusulamızın üstündeki buğuyu silip, eteğimizden çekiştirenlere üstümüzdekilerin
tamamını bırakarak yola çırılçıplak devam etmekten çekinmiyoruz...
Biz bu sepetten halkımızla
birlikte çıkmak istiyoruz...
Ve biz bu sepetten
halkımız olmadan asla çıkamayacağımızı biliyoruz.
Bizimle veya bizsiz, bu
sepetten bu halkın çıkmasından başka hiçbir amacı meşru kabul etmiyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder