5 Eylül 2012 Çarşamba

Anti-militarizm



Günlük hayatımızın her anı militarist pratikler ile tıka basa doldurulmuş durumda.
Okulda, sokakta, televizyonda, gazetede, markette, orduda, maçta, şurda, burda... Neredeyse her yerde...
Beş yaşındaki çocukların okulda ilk öğrendiği şey sıraya girmek... Ve hemen ardından marşlar, bayraklar, sorgusuz itaat, nedensiz saygı...
Okuldaki süreç; sokaktaki oyunda, televizyondaki programda, gazetedeki haberde, marketteki üründe, ordudaki eğitimde, maçtaki tezahuratta pekişiyor, gelişiyor, yerleşiyor...
Peki militarizm sadece bu saydığımız yerlerin mi bir unsuru?
Verili toplumun temel yapıtaşı olan aile, militarist pratiğin de ilk ortaya çıktığı ortam aslında...
Babaya itaat, büyüğe “saygı”; temellerinden kopartılmış ve nedenleri ile ilişkileri kesilmiş biçimsel ritüeller sarmalı olarak sorgusuz, sualsiz benimsenmek zorunda olunan “gelenekler”...
Beş yaşındaki kızım şahidimdir...

***
Militarist toplum yapısı, sadece tanklardan, toplardan, askeri üniformadan ve savaştan ibaret görülemez. Çünkü bundan çok daha fazlasını ifade ediyor.
Gene bu yapıyı toplumun askerileştirilmesinden ayırmak da mümkün değil. Çünkü güç siyasetinin egemen olduğu, meşruluk ve iknanın geri planda kaldığı  toplum yapısının doğal bir uzantısı niteliğinde...
Şöyle bir düşünüldüğünde, militarist yapının sızmadığı hücre yok neredeyse...
Militarizmi en çok eleştiren sol içinde bile nüvelerini görmek mümkün militarizmin...
İşlevsiz hiyerarşi, dıştan dayatma disiplin ve amaçsız şiddet kolayca sayılabilecek olanlar...
Ama bir de yüzeyin altında olanlar var;
“Bizden” olanı her daim haklı görmek, göstermek için kolayca çalışan zihinlerin; “bizden” olmayanı anlamakta zorlanması...
“Bizim” arkadaşın en biçimsiz söyleminin “aslında iyi bir niyetle ve olumlu bir amaç için” olduğunun pek de güzel görülüp, “bizden” olmayan arkadaşın en düzgün ifadesinin bile kolayca ince bir alay, “samimiyetsiz bir saldırı” olarak yaftalanması...
Amaçlı ve ilkesel birliklerin değil; güç için, ve sadece birlik için birliklerin yüceltilmesi...
Anlamı ve işlevi tartışılmadan her tür bölünmenin, yanlış olarak sunulması...
“Saldırganlığın kendisini” bile nedenlerinin masaya yatırılacağı bir eleştiri olarak algılamak varken, en samimi eleştirileri hatta özeleştirileri “saldırı” olarak tanımlayan savunmacı miltarist kapalılık...
Kendi iç yapısında dahi tabu şahısların, tabu pratiklerin, tabu geleneğin, tabu fikirlerin bulunması...
Tartışamama, tartıştırmama, tepkisellik, duygusallık, kırılganlık...
Sola bulaşan militarizmin görünmeyenleri olarak sıralanamazlar mı?
Sıralanabilir bence ki; Gramsci ile Troçki de şahidimdir...
***
(Gövde gösterisi, güç ve şişinme ile ilişkilendirilen militarizmi; duygusallığa, kırılganlığa nasıl bağladığımızı kısaca da olsa açmak gerekebilir...
En hamasi orduların, aslında “yumuşak kalplerinin dayanamadığı büyük aşağılamalara” isyan ettiği iddiası çok mu yabancı gelecek size? O halde “milletinin makus yazgısına ağlayan” bir Nazi generali görmediniz demektir...
Ülkücü faşistlerin “haksızlığa uğramış bir sevgi odağı” olduğu söylemini duymadınız mı hiç? O halde, “Türklerin  tüm milletlere hakça bir yaşam sunmalarına rağmen bu saflığına ihanet eden” Yunanlar, Ermeniler, Araplar algısını da duymadınız demektir...
“Kardeşin kardeşi öldürdüğü” bir pratiğe dayanamadığı için, “hiç istemediği halde” darbe yapıp, gene “hiç istemediği halde” yüzbinlerce insanı işkenceden geçiren Kenan Evren denen şahsı da tanımazsınız her halde! Ki aynı duygusallığın devamı olarak bugün kendini resim yapmaya vermiştir...
O halde size en azından şu kadarını söyleyeyim ki, tarihteki hiçbir savaş “rasyonel olarak ve mantık gereği bizim falanca ülkeye saldırmamız gerekir” diyen ruhsuz teorisyenler tarafından başlatılmamıştır. Neredeyse bütün savaşları başlatanlar; kendi iyi niyetlerini suistimal eden, samimiyetsiz ve art niyetli zorbalara karşı silaha sarılan, duygusal, kırılmış ve örselenmiş; vicdanlı bireylerin işidir...
Anlaşılmak talebiyle ekranlarda ağlayan Denktaş ve arkadaşı Papadopulos şahidimdir...)
***
Peki bu militarizm denen olgu nereden gelir ve nereye gider tarih içinde?
Militarizm belli bir sosyo-ekonomik formasyonun (örneğin kapitalizm), yansıması, sonucu, fonksiyonu mudur?
Yoksa bizzat kendisi bir sosyo-ekonomik formasyon mudur?
Bugün anti-militarizmi yanlış bir şekilde ideoloji olarak tanımlayan bir grup sol, militarizmi de tarihi enine kesen bir ideoloji olarak tanımlama yanlışına düşmekte...
İdeoloji’nin onlarca tanımı var... Ama Marksistler için kullanımda olan iki temel tanımdan söz etmek mümkün:
Marx’ın kendisinin daha çok üstünde durduğu “sınıfların yanlış bilinç biçimi” olarak ideoloji, ve Lenin tarafından vurgulanmış olan “sınıfların çıkarlarının ifadesi olarak” ideoloji... Bir de Althusser’in tanımıyla “bireylerin kendi gerçek varoluş koşullarıyla girdikleri hayali ilişkiler” anlamındaki sentez girişimi vardır.
Aslında bu tanımların hiçbirinin birbirini reddetmediğini de belirtelim.
Her halükarda, ideoloji denen olgu “sınıflarla”, “bilinçle” ve (korumak için de olsa, yıkmak için de olsa) “iktidarla” ilişkilidir.
Teorik ayrıntılara girmeden kısaca ifade edeceğim:
İşte yukarıda sayılan nedenlerle ne militarizm ne de anti-militarizm birer ideolojidir...
Militarizm, kapitalist devlet ve toplum yapısının belli bir evresinde aldığı biçimdir. Bu biçim, tüm diğer kapitalist nüveler gibi, toplumun hemen her olgusuyla etkileşime sahiptir. Ve yaşama kendi rengini vermektedir.
Ve gene kapitalist sınıflı toplumda bulunan karakteristik öğelerin tüm diğer sınıflı toplum yapılarında da “benzerlerinin” gösterilebileceği gibi, militarizmin de “benzerleri” gösterilebilir.
Ama bu durum, tüm bir sınıflı toplumlar tarihi boyunca devam eden, nedensiz ve sonuçsuz bir militarizm ideolojisine delalet etmez.
Büyük İskender’i de, Stalini de, Hitleri de, Fatih Sultan Mehmet’i de aynı “ideloji olarak militarizm” torbasına tıkıştıran sol; ciddi bir kafa karışıklığı içindedir.
Bu bağlamda tarih boyunca savaşlara karşı çıkmış, kapitalist dönemde de kapitalist savaşlara karşı çıkmış bireyleri anti-militarist ideolojinin parçası olarak tanımlamak; tarihi geriye dönük ve keyfimize göre yazmak olur...
Bir ideoloji olarak, bir sosyo-ekonomik formasyon olarak ne militarizm diye bir şey vardır ne de anti-militarizm diye bir şey... Bu noktada Terry Eagleton’dur şahidim...
***
Mesela parlamentarizm diye bir ideoloji var mıdır?
Sonuna her izm gelen şeyi ideoloji sanmıyorsak eğer, parlamentarizm diye bir şeyin olduğunu ancak parlamentarizm diye bir ‘ideolojinin’ olmadığını söyleyebiliriz rahatça.
Seçimlere, parlamentoya, yasalcılığa, hukuka aşırı önem veren ve tüm bir toplumsal yaşamı bu noktadan algılayan öznelere parlamentarist olma eleştirisini getirebiliriz. Üstelik bu öznelerin, illa her seçimde bir tarafı tutması da gerekmez, bazen hayallerindeki demokrasiyi bulamadıkları için ve seçim denen kutsal şeye yapılan hakareti kaldıramadıkları için seçimlere küstükleri de görülür...
Ama gene de parlamentarizm bir ideoloji değildir. Toplumsal yaşamın her nüvesinde yansımaları görülebilecek bir fonksiyonudur kapitalizmin...
İşte militarizm de toplumsal yaşamın her nüvesinde yansıması görülebilecek başka bir fonksiyonudur kapitalizmin... Bir ideoloji değil, bir ideolojinin fonksiyonu...
Ve kapitalizmin, adına militarizm denen bu fonkisyonuna karşı yürütülmesi gereken şey; sınıf mücadelesidir... Lenin, Rosa, Liebknecht ve Brecht şahidimdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder