Günlük hayatımızın her anı
militarist pratikler ile tıka basa doldurulmuş durumda.
Okulda, sokakta,
televizyonda, gazetede, markette, orduda, maçta, şurda, burda... Neredeyse her
yerde...
Beş yaşındaki çocukların
okulda ilk öğrendiği şey sıraya girmek... Ve hemen ardından marşlar, bayraklar,
sorgusuz itaat, nedensiz saygı...
Okuldaki süreç; sokaktaki
oyunda, televizyondaki programda, gazetedeki haberde, marketteki üründe,
ordudaki eğitimde, maçtaki tezahuratta pekişiyor, gelişiyor, yerleşiyor...
Peki militarizm sadece bu
saydığımız yerlerin mi bir unsuru?
Verili toplumun temel
yapıtaşı olan aile, militarist pratiğin de ilk ortaya çıktığı ortam aslında...
Babaya itaat, büyüğe
“saygı”; temellerinden kopartılmış ve nedenleri ile ilişkileri kesilmiş
biçimsel ritüeller sarmalı olarak sorgusuz, sualsiz benimsenmek zorunda olunan
“gelenekler”...
Beş yaşındaki kızım
şahidimdir...
***
Militarist toplum yapısı,
sadece tanklardan, toplardan, askeri üniformadan ve savaştan ibaret görülemez.
Çünkü bundan çok daha fazlasını ifade ediyor.
Gene bu yapıyı toplumun
askerileştirilmesinden ayırmak da mümkün değil. Çünkü güç siyasetinin egemen
olduğu, meşruluk ve iknanın geri planda kaldığı
toplum yapısının doğal bir uzantısı niteliğinde...
Şöyle bir düşünüldüğünde,
militarist yapının sızmadığı hücre yok neredeyse...
Militarizmi en çok
eleştiren sol içinde bile nüvelerini görmek mümkün militarizmin...
İşlevsiz hiyerarşi, dıştan
dayatma disiplin ve amaçsız şiddet kolayca sayılabilecek olanlar...
Ama bir de yüzeyin altında
olanlar var;
“Bizden” olanı her daim
haklı görmek, göstermek için kolayca çalışan zihinlerin; “bizden” olmayanı
anlamakta zorlanması...
“Bizim” arkadaşın en
biçimsiz söyleminin “aslında iyi bir niyetle ve olumlu bir amaç için” olduğunun
pek de güzel görülüp, “bizden” olmayan arkadaşın en düzgün ifadesinin bile
kolayca ince bir alay, “samimiyetsiz bir saldırı” olarak yaftalanması...
Amaçlı ve ilkesel
birliklerin değil; güç için, ve sadece birlik için birliklerin yüceltilmesi...
Anlamı ve işlevi
tartışılmadan her tür bölünmenin, yanlış olarak sunulması...
“Saldırganlığın kendisini”
bile nedenlerinin masaya yatırılacağı bir eleştiri olarak algılamak varken, en
samimi eleştirileri hatta özeleştirileri “saldırı” olarak tanımlayan savunmacı
miltarist kapalılık...
Kendi iç yapısında dahi
tabu şahısların, tabu pratiklerin, tabu geleneğin, tabu fikirlerin bulunması...
Tartışamama,
tartıştırmama, tepkisellik, duygusallık, kırılganlık...
Sola bulaşan militarizmin
görünmeyenleri olarak sıralanamazlar mı?
Sıralanabilir bence ki;
Gramsci ile Troçki de şahidimdir...
***
(Gövde gösterisi, güç ve
şişinme ile ilişkilendirilen militarizmi; duygusallığa, kırılganlığa nasıl
bağladığımızı kısaca da olsa açmak gerekebilir...
En hamasi orduların,
aslında “yumuşak kalplerinin dayanamadığı büyük aşağılamalara” isyan ettiği
iddiası çok mu yabancı gelecek size? O halde “milletinin makus yazgısına
ağlayan” bir Nazi generali görmediniz demektir...
Ülkücü faşistlerin “haksızlığa
uğramış bir sevgi odağı” olduğu söylemini duymadınız mı hiç? O halde, “Türklerin tüm milletlere hakça bir yaşam sunmalarına
rağmen bu saflığına ihanet eden” Yunanlar, Ermeniler, Araplar algısını da
duymadınız demektir...
“Kardeşin kardeşi
öldürdüğü” bir pratiğe dayanamadığı için, “hiç istemediği halde” darbe yapıp,
gene “hiç istemediği halde” yüzbinlerce insanı işkenceden geçiren Kenan Evren
denen şahsı da tanımazsınız her halde! Ki aynı duygusallığın devamı olarak
bugün kendini resim yapmaya vermiştir...
O halde size en azından şu
kadarını söyleyeyim ki, tarihteki hiçbir savaş “rasyonel olarak ve mantık
gereği bizim falanca ülkeye saldırmamız gerekir” diyen ruhsuz teorisyenler
tarafından başlatılmamıştır. Neredeyse bütün savaşları başlatanlar; kendi iyi
niyetlerini suistimal eden, samimiyetsiz ve art niyetli zorbalara karşı silaha
sarılan, duygusal, kırılmış ve örselenmiş; vicdanlı bireylerin işidir...
Anlaşılmak talebiyle
ekranlarda ağlayan Denktaş ve arkadaşı Papadopulos şahidimdir...)
***
Peki bu militarizm denen
olgu nereden gelir ve nereye gider tarih içinde?
Militarizm belli bir
sosyo-ekonomik formasyonun (örneğin kapitalizm), yansıması, sonucu, fonksiyonu
mudur?
Yoksa bizzat kendisi bir
sosyo-ekonomik formasyon mudur?
Bugün anti-militarizmi
yanlış bir şekilde ideoloji olarak tanımlayan bir grup sol, militarizmi de
tarihi enine kesen bir ideoloji olarak tanımlama yanlışına düşmekte...
İdeoloji’nin onlarca
tanımı var... Ama Marksistler için kullanımda olan iki temel tanımdan söz etmek
mümkün:
Marx’ın kendisinin daha
çok üstünde durduğu “sınıfların yanlış bilinç biçimi” olarak ideoloji, ve Lenin
tarafından vurgulanmış olan “sınıfların çıkarlarının ifadesi olarak”
ideoloji... Bir de Althusser’in tanımıyla “bireylerin kendi gerçek varoluş
koşullarıyla girdikleri hayali ilişkiler” anlamındaki sentez girişimi vardır.
Aslında bu tanımların
hiçbirinin birbirini reddetmediğini de belirtelim.
Her halükarda, ideoloji
denen olgu “sınıflarla”, “bilinçle” ve (korumak için de olsa, yıkmak için de
olsa) “iktidarla” ilişkilidir.
Teorik ayrıntılara
girmeden kısaca ifade edeceğim:
İşte yukarıda sayılan
nedenlerle ne militarizm ne de anti-militarizm birer ideolojidir...
Militarizm, kapitalist
devlet ve toplum yapısının belli bir evresinde aldığı biçimdir. Bu biçim, tüm
diğer kapitalist nüveler gibi, toplumun hemen her olgusuyla etkileşime
sahiptir. Ve yaşama kendi rengini vermektedir.
Ve gene kapitalist sınıflı
toplumda bulunan karakteristik öğelerin tüm diğer sınıflı toplum yapılarında da
“benzerlerinin” gösterilebileceği gibi, militarizmin de “benzerleri”
gösterilebilir.
Ama bu durum, tüm bir
sınıflı toplumlar tarihi boyunca devam eden, nedensiz ve sonuçsuz bir
militarizm ideolojisine delalet etmez.
Büyük İskender’i de,
Stalini de, Hitleri de, Fatih Sultan Mehmet’i de aynı “ideloji olarak
militarizm” torbasına tıkıştıran sol; ciddi bir kafa karışıklığı içindedir.
Bu bağlamda tarih boyunca
savaşlara karşı çıkmış, kapitalist dönemde de kapitalist savaşlara karşı çıkmış
bireyleri anti-militarist ideolojinin parçası olarak tanımlamak; tarihi geriye
dönük ve keyfimize göre yazmak olur...
Bir ideoloji olarak, bir
sosyo-ekonomik formasyon olarak ne militarizm diye bir şey vardır ne de
anti-militarizm diye bir şey... Bu noktada Terry Eagleton’dur şahidim...
***
Mesela parlamentarizm diye
bir ideoloji var mıdır?
Sonuna her izm gelen şeyi
ideoloji sanmıyorsak eğer, parlamentarizm diye bir şeyin olduğunu ancak
parlamentarizm diye bir ‘ideolojinin’ olmadığını söyleyebiliriz rahatça.
Seçimlere, parlamentoya,
yasalcılığa, hukuka aşırı önem veren ve tüm bir toplumsal yaşamı bu noktadan
algılayan öznelere parlamentarist olma eleştirisini getirebiliriz. Üstelik bu
öznelerin, illa her seçimde bir tarafı tutması da gerekmez, bazen
hayallerindeki demokrasiyi bulamadıkları için ve seçim denen kutsal şeye
yapılan hakareti kaldıramadıkları için seçimlere küstükleri de görülür...
Ama gene de parlamentarizm
bir ideoloji değildir. Toplumsal yaşamın her nüvesinde yansımaları
görülebilecek bir fonksiyonudur kapitalizmin...
İşte militarizm de
toplumsal yaşamın her nüvesinde yansıması görülebilecek başka bir fonksiyonudur
kapitalizmin... Bir ideoloji değil, bir ideolojinin fonksiyonu...
Ve kapitalizmin, adına
militarizm denen bu fonkisyonuna karşı yürütülmesi gereken şey; sınıf
mücadelesidir... Lenin, Rosa, Liebknecht ve Brecht şahidimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder