Fidel Castro, Küba devrimini “soldan” eleştiriye tabi tutmak isteyen
ancak bunu yaparken ülke koşullarını dikkate almaksızın ahkam kesen bir grup
solcu entelektüele cevap amaçlı kaleme aldığı yazısında, söz konusu
entelektüelleri bu ifade ile tanımlar: Süper Devrimciler!
Tumturaklı sözcüklerle, keskin ama altı boş cümlelerle devrimci
olunamayacağı; aksine en mütevazi ve en basit gündelik yaşam taleplerinin, en
uzlaşmaz kopuşları tetiklediği, Castro’nun bizzat kendi yaşamından öğrendiği
temel bir derstir. Ama devrimi ve sosyalizmi, yüksek perdeden slogan
sallamaktan ibaret bir ergen atarı olarak algılayan “süper devrimciler” her
dönem ve her coğrafyada var olmuştur…
Bizim ülkemizde de bir süreden beridir, Bağımsızlık Yolu’nun
“reformist” olduğu iddasını her fırsatta öne süren bir “süper devrimci” çevresi
mevcut! Bağımsızlık Yolu “polis sivile bağlansın ve sendikalaşsın” mı dedi,
reformizm! Bağımsızlık Yolu “polisin üst kademesinde mafya bağlantıları
araştırılsın” mı dedi, reformizm! Bağımsızlık Yolu “sığınma evi” mi istiyor,
reformizm! Bağımsızlık Yolu “özelde sendika mücadelesi” mi veriyor, reformizm!
Bağımsızlık Yolu’nun hangi pankartı açtığı bu çevrelere dert, hangi kurumlara
sahip çıktığı bu çevrelere dert, hangi kesimler içinde örgütlendiği bu
çevrelere dert! Belli ki Bağımsızlık Yolu büyüdükçe bu çevrelerin dertleri de
büyüyor, büyüyecek!
Bütün mesele ülkemizdeki “süper devrimciler”in partimize dönük
eleştirilerinden ibaret olsaydı, durup da buna dair yazmak gereksiz olurdu.
Ancak Lenin’in “Sol-Komünizm”i bir “çocukluk hastalığı” ise; bu dış kabuğu
sert, içi yumuşacık “süper devrimcilik” de bir ergenlik travmasıdır! Ve sadece
bu çevreye has bir görüngüden ibaret değildir. Teorisi sığ ve köşeli bir
dogmatizmle bezeli, pratiği var ile yok arasında olan her devrimcinin başına
gelebilecek, dünyanın her yerindeki liselerde ve düşünsel olarak lise düzeyini
aşamamış çevrelerde bulunan yaygın bir olgu ile karşı karşıyayız! Böylesi
yaygın bir olgunun, yeni yani kurumsallaşmaya başlamış partimiz saflarında
anlaşılması, hazır elimizde inceleyebilecek mükemmel bir örnek varken,
kaçırılmaması gereken bir fırsattır!
***
Mao Zedong, “Liberalizmle Mücadele Edelim” başlıklı makalesinde, devrimci
bir örgüt içerisine sızmış liberal tavırları sıralarken şöyle der: “Kendisini
devrime büyük hizmetlerde bulunmuş saymak, kıdemli olmakla böbürlenmek büyük
görevler için yetersiz olduğu halde küçük görevlere dudak bükmek. Çalışmada
savruk, öğrenmede gevşek olmak. Bu, liberalizmin onuncu biçimidir.” Bizim süper
devrimcilerimiz tam da bunun örneğidirler. Kendilerini devrime büyük
hizmetlerde bulunmuş kabul edip böbürlenirken mangalda kül bırakmazlar. Büyük
görevler için yetersizdirler ama küçük görevlere de dudak bükmekte
ustalaşmışlardır.
Onlara kalırsa, YDP
milletvekili Zaroğlu’nun hakaretlediği polis memurunun yanında saf tutmak,
benzer durumdaki polis memurlarının demokratik haklarını gündeme taşımak;
reformizmdir! Yapılması gereken ise “sömürgeci işgalci TC Devleti’ne karşı
demokratik halk devrimi”dir!
Onlara kalırsa tüm
halkı infiale sürükleyen iki hırsız konusunu polis üst yönetiminin mafya
ilişkileri bakımından sorgulanacağı bir zemine çevirmeye çalışmak;
reformizmdir! Yapılması gereken ise “sömürgeci işgalci TC Devleti’ne karşı
demokratik halk devrimi”dir!
Yukarda saydık, “özel
sektörde sendikalaşma, kadına yönelik şiddet, trafik, ekolojik sorunlar,
ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık, barınma, ulaşım” aklınıza ne gelirse her
konuda çözümleri basittir: Yapılması gereken “sömürgeci işgalci TC Devleti’ne
karşı demokratik halk devrimi”dir!
“Süper devrimciler”e
sorulursa, mücadeleye kantin boykotları ve özerk-demokratik üniversite
talepleri ile başlayan Mahir de reformisttir, Deniz de! Süper devrimciler Ekim Devrimi’nin
“sosyalizm hemen şimdi” diyerek değil, “barış ve ekmek” diyerek başlamış
olmasını “taktiksel” bir hamle olarak görür ve tıpkı emperyalistler gibi onlar
da Lenin’in Çarlık Rusyası halklarını “kandırdığını” varsayar! Tabii ki, Lenin
gibi yüce bir devrimci “herkes için ekmek” talep etmek gibi reformist bir
tutumu samimiyetle benimsemiş olamaz! “Süper devrimciler”e göre, sekiz saatlik
iş günü talebi reformist bir taleptir ve Marx da reformistin önde gidenidir!
Kadın-erkek eşitliği için çaba harcamak devrim mücadelesini baltalar ve Clara
Zetkin de bunu yapmış önde gelen bir reformisttir! Vb vb. Örnekleri uzatmak mümkün, ama “süper
devrimcilerin” dogmatik materyalizminin, küçük görevler ile büyük görevlerin
arasındaki diyalektiği kavrayamayacak kadar köşeli olduğunu göstermek için bu
kadarı yeterli. Onlar, halkın gündelik
sorunlarının koskaca bir yangını başlatacak gerçek kıvılcım olacağını;
devrimcilerin bu sorunlara “kullanılacak” fırsatlar değil, uğruna yaşanacak ve
gerekirse ölünecek samimi hedefler olarak bakması gerektiğini anlayamayacak
kadar “yukarda” yaşarlar!
Devrimciliğin, halk ile
egemenler arasında var olan açıyı büyütmek, halkın gözünde meşru ama
egemenlerce verilemeyecek en basit talepleri samimiyetle savunmak demek
olduğunu bilmezler, anlamazlar. Devrim yapamazlar ama gündelik taleplere dudak
bükecek kadar da büyük görürler kendilerini. Ücretsiz eğitim hakkı için ortaya
konan bir eylemi “reformist” diye küçümsemek, onların ergen tavırlarına
uygundur. Onlara kalırsa ücretsiz eğitim de, kantindeki suyun fiyatı da bir
“devrim sorundur!” Mahallede arabalar çok hızlı mı geçiyor, kedinize mi
çarptılar, bu sorunu “devrim temizler!” Zaten bundan aşağısı süper
devrimcilerimizi kurtarmaz, sonra reformist falan olurlar mazallah!
***
“Süper Devrimciler”in
teorik sığlığı, pratikteki zavallılıkları ile el ele gider. 1 Mayıs’tan 1
Mayıs’a Kürt ulusal hareketinin kuyruğuna takılmak dışında sokakta ender
görebilirsiniz onları. Böylesi istisnai durumlarda ise sendikaların eyleminde
birbirini fotoğraf çekecek iki kişi olarak bulunurlar. Kendi bağımsız
eylemlerini yapmaya hazır değildir örgütlülükleri! Ama sorarsanız, devrim
mücadelesi büyümekte, kitlelere önderlik edecekleri o an, her geçen gün
yaklaşmaktadır!
Marx, Feuerbach Üzerine
Tezler’in ikincisinde şöyle der: “İnsan,
hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini
pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da
gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.”
“Süper Devrimciler” pratikten yalıtılmış
düşüncenin vücut bulmuş halidirler! Konuşurlar, yazarlar, konuşurlar ve yine
yazarlar! Seçimlere girilmesini reformist bulurlar, ama sokakta da yokturlar!
Göçmenleri örgütlemeyi “işbirlikçilik” olarak görürler, ama sözde örgütlerine
teker teker kişilerin girip çıkmışlığı dışında, herhangi bir kesime yönelik
örgütlendikleri görülmemiştir! “Süper devrimciler” süper vaazlar verirler,
papazlar/hocalar gibi konuşurlar, ahlaki, ilkesel, ulvi, yüce değerleri
anlatırlar da anlatırlar. Ama pis, kirli, riskli pratikten uzak dururlar. Çünkü
bir şey yapmaya çalışmak, hata yapmaya da açık olmaktır. Oysa “süper
devrimciler” hata yapamaz! Onlar tartışmasız doğruları, tartışmasız bir şekilde
vaaz eden peygamberler gibi konuşurlar ve yüce tanrıların doruluğundan sual
olunmaz sözlerini biz sıradan halka aktaran skolastik makaleler yazarlar!
Ama Lenin’in de dediği gibi “sadece hiçbir şey yapmayanlar hata yapmaz” ve hiçbir şey
yapmayanlar hiçbir şey öğrenemezler çünkü “devrimciler
en iyi kendi hatalarından öğrenirler, yenilgi en iyi öğretmendir!” Dogmatik
düşüncelerini pratikten yalıtan “süper devrimciler”, böylece “kaba materyalizm”
ile “idealizmin” buluştuğu noktaya yerleşirler, ve kendilerinden memnun
rahatlıkları içinde hep orada kalırlar!
Bunun tersine Bağımsızlık Yolu, Kıbrıslı Türk
halkı nerede ve nasıl yaşıyorsa orada ve o şekilde mücadele ediyor, edecek!
Halkımızın nabzı hangi konuda atıyorsa, Bağımsızlık Yolu da o konu ile ilgili
egemenlerin karşılayamayacağı en meşru sözü yükseltecek! Bağımsızlık Yolu
seçime de girecek, göçmenler içerisinde de örgütlenecek, polisin sivile
bağlanıp sendikalaşmasını da talep edecek, ücretsiz eğitim ve sağlık için
canını dişine takacak ve özel sektörde sendikalaşma mücadelesinin en ön safında
çarpışacak! “Süper devrimciler”imizin bizim “komünist namusumuz” için endişe
etmeyi bırakıp kendi olmayan pratiklerine odaklanması, bizce kendileri için en
hayırlısı olacaktır, çünkü bizim iflah olacağımız yok!
***
Yazıyı Fidel Casro ile
başlatmıştık, onunla bitirelim. Fidel, bu “süper devrimciler”in temsil ettiği
her şeyin anti-tezidir. Yaşamına bir demokrat olarak başlamış ve sosyalizm ile
uzun süre hiçbir ilgisi olmamış bir kişidir Castro. Küba Devrimi ve onun
öncesindeki 26 Temmuz Hareketi günlerinde Castro’nun amacı sosyalizm değildir.
Hatta düzgün işleyen bir kapitalizm hayaline sahip olduğu bile söylenebilir.
Bir şartla ki; Castro ve yoldaşları bağımsız, onurlu ve kendi kararlarını
kendisi alan bir Küba halkı istemektedir! İşte bu isteklerinde samimi oldukları
için, attıkları her adımda karşılarında ABD emperyalizmini bulmuşlar,
halklarına yaslanıp baskılara direndikleri her noktada da sosyalizme
yaklaşmışlardır. Çünkü “süper devrimciler”in zannettiğinin aksine, devrime
giden yol; küçük insanların küçük taleplerinin samimiyetle savunulması ile
açılır!
“Devrim İçin Savaşmayana Komünist Denmez” adı altında
kitaplaştırılan bir konuşmasında, Küba’ya komünist otoritesi ile ayar çekmeye
çalışan “SSCB uydusu partilere” yanıt verirken, neredeyse kendi yaşam öyküsününden
damıttığı bir dersi aktarır Castro: “Sırtında
tek tüy olmayan biri kendine ‘kartal’ adını verebilir. Bunun gibi, kafalarında
tek bir komünist kıl bile yokken kendilerine komünist diyenler var” diye
başlar konuşmasına. Ve şöyle devam eder: “Eğer
herhangi bir ülkede kendilerine komünist adını yakıştıranlar görevlerini nasıl
yerine getireceklerini bilmiyorlarsa, biz bunları desteklemeyeceğiz.
Kendilerine komünistliği yakıştırmadan önce, eylem ve mücadelelerinde
kendilerini gerçek bir komünist gibi yönetmeyi öğrensinler... Pekçok kez, önce
pratik, sonra teori gelir. Bizim halkımız da bunun bir örneğidir. Bugün
kendilerini gururla Marksist-Leninist diye adlandıranların büyük çoğunluğu,
Marksizm-Leninizme devrimci mücadele yolundan geçerek ulaşmışlardır... Devrim
yolunun, halkı Marksizme götürdüğünü reddedenler, kendilerini komünist olarak
adlandırsalar da Marksist değillerdir. Bu bizim denetim çizgimiz olacaktır. Bu
çizgi, devrimci hareketlerle olan ilişkilerimizde bize rehberlik edecektir.”
Bağımsızlık
Yolu olarak bizim denetim çizgimiz tam da budur! Halkın sağlık, eğitim hakları için, özel
sektörün sendikalaşması için, polisin sivile bağlanması için, tüm kurumlara
sızmış mafyanın sökülüp atılması için, kadın-erkek eşitliği için yürütülen
pratik mücadelelere dudak bükenler, pratiği küçümseyenler, halkımızı egemenler
karşısında devrim anına taşıyacak gerçek imkanları küçümsüyorlar. Onlar
merdivenin basamaklarını kullanmadan çatıya tırmanabileceklerini sanıp,
basamaklara adım atan herkese “reformist” diyorlar. Ama bu “süper devrimciler”
duvarın yanında durup havaya doğru zıplamak zahmetine dahi katlanmıyorlar. Adamızın
her iki yanını kontrol altında tutan emperyalistleri, kendi dogmatik ve sekter
sloganlarını durmaksızın tekrarlayarak sıkıntıdan patlatarak yok edeceklerini
sanıyorlar. İşte böyle bir şey olsa, tam süper olacak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder