Önce Cenk Mutluyakalı’nın, Servet Vergisi talebine yönelttiği eleştirilere bakalım:
1- Diyor ki Mutluyakalı; “Bizim ülkemizde ‘zenginlerden’ çok daha fazla vergi alındığı
zaman bu gelir ‘yoksullara’ geri dönmüyor!” Bu cümleden benim
anladığım, ‘zenginlerden daha fazla vergi almak yoksullara fayda sağlamaz. Bu
sebeple de zenginlerden daha fazla vergi almayı talep etmek, yoksulların
sorununu çözmeyecektir, başka çözümler aramak gerekir’ şeklindedir. Bu “iyi
niyetli” yorumumdur. Bir de “kötü niyetli” okuma yapabilirim ki o zaman da
yazılanlar ‘zenginlerden alınan vergiler memurlara gidiyor, o yüzden de
memurlar servet vergisi istiyor’ şeklinde anlaşılabilir. Ama ben iyi niyetli
yorumda kalmak isterim. Eğer bu cümleyi okuyup da farklı anlayan varsa lütfen
bana da anlatsın!
Demek ki yoksulların sorunu, zenginlerden alınacak
vergilerle çözülemezmiş. Bu Mutluyakalı’nın birinci itirazı servet vergisine!
2- Mutluyakalı ikinci itirazını şöyle; “Hep söylenen ‘zenginler’ ya da ‘ultra
zenginler’ kimdir sahi? Çünkü bunlar –tanımını açık seçik yapmazsanız eğer-
‘soyut’ kavramlardır. Yarı yurdumda soyut kavramlar önde koşuyorsa,
somut gerçeklik değişmiyor demektir. ‘Zenginler’ demekle olmuyor. İnsandan
insana değişiyor.” Bu cümlelerin ardından da özel sektörde çalışan bir
işçiye göre memurun zengin, memura göre banka patronlarının zengin olduğunu
anlatıyor Mutluyakalı! Alıntıladığım cümlesini dikkatle okuduğumuzda ise, ‘zenginin
tanımı net yapılmadığı için, servet vergisi talebinin de soyut kaldığı’nı
anlıyoruz. Yazının devamında banka mevduatları üzerinden yapılan somut tanımı “o
rakam nerede başlar” diyerek boşa çıkaran Mutluyakalı, Servet Vergisi talebinin
soyut kendisinin en başta aktardığımız önerisinin ise somut olduğunda ısrar
ediyor!
Demek ki kimin yoksul kimin zengin olduğu belirsizmiş,
zenginlerden servet vergisi almak da bu yüzden mümkün değilmiş. Bu da
Mutluyakalı’nın ikinci itirazı servet vergisine!
Yazısını bitirirken “tanımı yapılmış servet ya da varlık vergisini illa ki destekliyorum”
diyor Mutluyakalı. Ama tanımı yapmaya katkı koymak yerine, baştaki önerisini
tekrarlıyor: “Ortak gelirimizi ayrımsız
tüm işçilere paylaştırarak olağanüstü günleri dayanışma ile atlatabiliriz.”
Yanıtlamaya Mutluyakalı’nın ikinci itirazından
başlarsak; servet’in tanımı ülkemize özel olarak yapılması gerekmeyen, dünyada
evrensel bir tanımı zaten mevcut olan bir şeydir. “Gelir” ve “Servet” iki
farklı şeydir. Bir kişi Mutluyakalı’nın çokça eleştirdiği “kayıt dışı”
yöntemlerle gelirini gizleyebilir veya vergiden kaçırabilir ancak servet için
bunu yapmak çok daha zordur. Servet zaman içinde biriken banka mevduatı,
taşınmaz mal, değerli mücevher, araç, yat, sanat eseri gibi kalemlerden oluşan toplam
bir varlıktır. Bu tanım, dediğim gibi tüm dünyada geçerli kabul edilen bir
tanımdır. Tanımda somut olmayan hiçbir şey yoktur! Bizim ülkemize özgü sıkıntı
bu tanım çerçevesinde bir kayıt tutulmuyor olması, tutulan kayıtların da
serveti gösterecek şekilde kategorize edilmemesinden ibarettir. Banka, tapu,
araç vb tüm kayıtlara erişim sağlandığı takdirde, ülkemizdeki servet dağılımını
somut olarak ortaya koymak çok basit bir işlemdir. Ama var olan yapı serveti gizlemek üzere
oluşturulduğu için, banka çalışanının gözünde memur zenginmiş gibi görünebilmektedir.
Sayın Mutluyakalı tıpkı geliri gizleyen kayıt dışılığı eleştirdiği gibi,
serveti gizleyen kayıt dışılığı da eleştirdiğinde görecektir ki; servet “sana
göre bana göre” değişen bir şey değil, gayet somut bir şeydir. Mutluyakalı’nın ‘zengin
ile yoksulun tanımı yapılmalıdır’ itirazı boş bir itirazdır çünkü bu tanım
zaten vardır. Bizim ülkemizde gelirin kayıt dışı olmasının doğal uzantısı,
servetin kayıt dışılığıdır. Çünkü servet, birikmiş gelirdir! Ancak servet;
araba, ev, yat, banka hesabı gibi gayet somut olgulardan oluştuğu için,
bireysel çabalarla gelir kayıt dışılığı yürütülebilirken; servetin gizlenmesi
için devletin seferber olması gerekir. Bizde devlet bu işi üstlenmiştir! Bu
sebeple de servet vergisi talebi statükonun kalbine sokulmuş bir hançerdir! En
azından Sayın Mutluyakalı’nın gelirin kayıt dışılığını eleştirdiği gibi,
servetin kayıt dışılığını da eleştirerek, bu talebin yanında durması beklenir! Bilinçli
olarak yaratılmış muğlaklığı mazeret yapması değil!
Mutluyakalı’nın diğer itirazı olan “yoksulların
sorunu, zenginlerden vergi alınarak çözülemez” tezi, o kadar karamsar bir tez
ki; kolaylıkla “bu ülkeden hiçbir şey olmaz” şeklinde okunabilir. O zaman aynı
mantık Mutluyakalı’nın kendi tezine de uygulanabilir! Zenginlerden vergi almak yoksullara fayda
sağlamayacaksa, “orta sınıfın” gelirini azaltmanın yoksullara fayda sağlayacağını
Mutluyakalı’ya düşündüren nedir? Üstelik zenginlerden alınan vergilerin
yoksullara dönmemesini eleştirmek ve buna yönelik mücadele etmek dururken, bu
mücadeleyi zengin olamayan “kamu veya özel” herkesin beraber vermesini savunmak
dururken, Mutluyakalı neden “öğrenilmiş çaresizlik” davranışı geliştirerek; “zenginden
alırsak yoksula zaten gitmeyecek, o zaman memurdan alalım” sonucuna varıyor?
Memurdan aldığınızın yoksula gideceğinin garantisi nerededir? Özele göre hala
iyi durumda olsa da memurun alım gücünün son on yılda gerilediği rakamlarla
ispatlı bir olgudur. Peki bu gerilemenin sonucunda neden yoksulların durumu
iyileşmedi? Bu on yılda kimin durumu iyileşti? Bu ülkenin gelirleri kime
gidiyor? Bu soruları sormak daha somut olmaz mı? Mutluyakalı bunu yapmak yerine
şöyle diyor: “özel sektör çalışanları ‘memur
maaşlarını’ işaret ediyor, kamu çalışanları da ‘zenginleri, patronları…’
Böylece ‘düzen’ değişmiyor (!) Yoksul yine yoksulluğuyla kalıyor. Zengin
zenginliğiyle… ‘Orta Sınıf’ da kendi konfor alanında korunuyor.”
Bu cümlede geçen “orta sınıf”ın memurlar olduğunu
anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Ama cümlenin yapısında çok daha trajik
bir manipülasyon var. Düzenin değişmemesi elbette olumsuz bir ifade olarak
kullanılmış Mutluyakalı tarafından. Yoksulun yoksulluğu ile kalması da bu düzenden
zarar görenleri gösteriyor okuyucuya. Zengin de zenginliği ile “kalıyormuş”
Mutluyakalı’ya göre. Diyelim ki bu cümle zenginleri gözlerden gizlemek için
kurulmadı, sadece akışa uygun bir kafiye için böyle yazıldı, peki memur için
yazılan “konfor alanı” ifadesi de neyin nesi? Şimdi biz bu cümlede “bu ülkede
yoksullar, zenginler ve memurlar vardır; düzenin değişmemesinden çıkarı olan
tek kesim de memurlardır” manipülasyonu yapıldığını söyleyip zenginleri
gizleyip memurların hedef gösterildiğini söylersek, haksızlık mı etmiş oluruz? “Yoksul
yoksulluğu ile zengin zenginliği ile kalıyor, memur da kendi konfor alanını
koruyor!” Bu ifadeyi siz kendinize yakıştırıyor musunuz Sayın Mutluyakalı?
Gelelim, Mutluyakalı’nın servet vergisine alternatif
önerisine; “Ortak gelirimizi ayrımsız tüm
işçilere paylaştırarak olağanüstü günleri dayanışma ile atlatabiliriz.” İlk
bakışta çok güzel duyulan bu cümleyi biraz irdeleyelim. Mutluyakalı, gelirimizi
paylaşmaktan söz ediyor. Yani ortada bir gelir adaletsizliği var. Buna katılmamak
elde değil. Ancak bu önerinin, geliri paylaşmaya başlayacağımız ana kadar
adaletsiz gelir nedeniyle birikmiş “servet adaletsizliğini” çözmeyeceğini de
Mutluyakalı kabul edecektir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder