"Çalışma iznim yenilenmişti. Garson olarak çalışıyordum. 28 Ocak tarihinde her yer kapanana kadar da çalıştım. Sonra evde beklemeye başladık. Paket servisler açılınca patronumla konuştum. Bana ‘sen bekle, garsonlara şimdilik ihtiyacımız yok’ dedi. Ben de bekledim! Bazı arkadaşlarım uyardığı için 5 Mart’ta Sigorta’ya gittim ve işten duruşum verilip verilmediğini kontrol ettim. Duruşum verilmemişti. Sonra bugün öğrendim ki, patron 8 Mart’ta gidip benim duruşumu vermiş. Hem de 15 Ocak tarihine vermiş duruşumu. Oysa ben 28 Ocak’a kadar çalışmıştım. Şimdi işten durdurulduğum yetmiyormuş gibi bir de cezalı duruma düştüm. Duruş tarihimden itibaren 40 gün içinde ülkeden çıkmam gerekiyormuş, ama ben 60 günden fazladır buradaymışım. On iki bin Türk lirası para istiyor devlet benden. Benim suçum ne?”
Kimisine göre göçmen işçi,
kimisine göre “işgalci nüfusun” parçası olan bir kişiden dinledim bu sözleri,
diyelim ki adı Ahmet olsun! Ahmet’in yaşadığı sıkıntı esasen emek ve sermaye
çelişkisi ile ilgili, ama ondan ibret değil. Ahmet bu sıkıntıyı emekçi olduğu
için yaşıyormuş gibi hissetmiyor! Ahmet bu sıkıntıyı vatandaş olmadığı için
yaşıyormuş gibi hissediyor. Aslında haksız da sayılmaz, çünkü dünyanın herhangi
bir yerinde herhangi bir patron Ahmet’in patronunun yaptığının aynısını
yapabilir, yapmak isteyebilir. Ama dünyanın hiçbir yerinde hiçbir sosyal
güvenlik kuruluşu 8 Mart tarihinde gelen bir patronun, bir işçiyi 15 Ocak tarihli
olarak durdurmasına, hele ki bu duruş işlemi o işçiyi anında binlerce lira
cezalı duruma sokacaksa, izin vermez. Sadece kktc’de, sadece yabancı uyruklu
bir işçi için bu yapılabilir!
Yani Ahmet’in yaşadığı dram
salt işçi olmasından kaynaklanmıyor, yabancı bir işçi olmasından da
kaynaklanıyor. Yani Ahmet’in yaşadığı dram salt patrondan kaynaklanmıyor,
yabancı uyruklu işçileri insan kabul etmeyen yasalardan, kurumlardan, devletten
de kaynaklanıyor!
Yukarıda anlattıklarım
hükümette kimin olduğu fark etmeksizin herhangi bir zamanda yaşanabilirdi,
yaşandı da zaten. Meclisteki tüm partilerin hükümetleri döneminde onlarca
yıldır devam eden bir uygulamadır bu. Eğer TC uyruklu değil de üçüncü uyruklu
iseniz bundan çok daha beter uygulamalar da var ama konudan sapmamak için
detaya girmeyeceğim. Diyeceğim o ki yabancı düşmanlığı bu ülkede devlet
geleneğidir, partiler üstüdür!
Bu ülkede ne yapmak isterseniz
isteyin, öğrenci, kadın, işçi, sporcu, sanatçı, ne olursanız olun; eğer
vatandaş değilseniz Ahmet’in yaşadığına benzer şeyler yaşarsınız, Ahmet’in
hissettiğine benzer şeyler hissedersiniz. Bir an gelir bu ülkenin dağı, taşı,
kaldırımı, sokağı, ağacı, bulutu, kedisi, köpeği size haykırmaya başlar: “Vatandaş ol, vatandaş olmalısın, eğer insan
muamelesi görmek istiyorsan vatandaş olman gerek!” Bu ülkeye çalışmak,
insanca yaşamak, huzur ve mutluluk için gelen göçmen işçiler, bir noktadan
sonra vatandaş olması gerektiği sonucuna varır! Bu ülke her şeyi ile ona bunu
öğütler: “Vatandaş ol!”
Artış isteyip cezalı duruma
düşürülerek işten çıkarıldığınızda; yıllık izin kullanmak istediğiniz için
çalışma izniniz iptal edildiğinde, en ufak bir soruşturmada vatandaş
olmadığınız için polis tarafından itilip kakıldığınızda, vatandaş olan
arkadaşınızla beraber işsiz kalınca sigortanın sizi değil onu ödediğini
gördüğünüzde; kendi kendinize dersiniz ki: “Vatandaş
olmam gerek!” Gerçi vatandaş olduğunuz zaman da birçok ayrımcılığa, birçok
çarpıklığa maruz kalırsınız. Esasında bunların bir kısmı yine yabancı kökenli
olduğunuz için olsa da, çok daha fazlasının nedeni emekçi olmanızdır.
Uzun lafın kısası, bu ülkede
patronundan bürokratına, devletinden partisine egemen pratik; yabancı uyruklu
insanların aklına vatandaş olmanın hayati bir ihtiyaç olduğu fikrini sokar.
Sonra da bu olumsuzluklara dair hiçbir şey yapmayan tam aksine tüm bu
olumsuzlukların sürmesinde pay sahibi olan aynı insanlar, Ahmet’in vatandaş
olmak istemesini büyük bir suç olarak görür. Dahası Ahmet vatandaş olmak için
canını dişine taktığında, kendisini vatandaş yapacak birilerini arayıp
bulduğunda ve artık onun için hayatın amacı haline gelmiş olan şeye ulaşmak
için ne gerekiyorsa yaptığında; karşısına bu işten rant elde eden kişiler
çıkar. Onlar Ahmet’i vatandaş yapacaktır, Ahmet de onlara minnet duyacaktır.
Partilerini destekleyecek, oy verecek, üye olacak, ahlaki bir borç
hissedecektir.
Bu ülkede kurumsal yapının bu
düzeneğini değiştirmek için hiçbir şey yapmayan herkes, Ahmet’in dönüşümünden
sorumludur. Ve Ahmet’in sırtından oy toplayan partiler kadar; Ahmet’i bu
partilere mecbur eden, Ahmet’in günlük hayatta yaşadıklarında, yalnızlığında,
çaresizliğinde, dışlanmışlığında pay sahibi olan herkes Ahmet’in dönüşümünden
sorumludur!
Bu yüzden de hak edenin
vatandaş olabileceği ve hak etmeyenlerin istisnai Bakanlar Kurulu kararı yolunu
kullanarak vatandaş olamayacağı bir Vatandaşlık Yasası önemlidir ama çözüm
değildir. Bu ülkede adil bir çalışma yaşamı, adil bir polis teşkilatı, adil bir
akademik yaşam, adil bir sosyal güvenlik kurumsallaşması olmadığı; bu ülkenin
insanları vatandaş olmayı, “Kıbrıslı” olmayı, yerli olmayı bir ayrıcalık olarak
görmeye son vermediği; yabancı uyruklu insanlara günlük yaşamda uygulanan
haksızlıklara son verilmediği, yabancı düşmanı uygulamalara karşı mücadele
edilmediği müddetçe yaşanacak olanlar aşağı yukarı aynı olacaktır. Dağdan da
taştan da, ovadan da dağdan da yeni Ahmetler fışkıracak, bu durumu “kısa günün
karı” olarak değerlendirip avantaj sağlayan fırsatçılar Ahmetlerin sırtından
partilerine oy toplayacaktır. Gidişattan memnunsak “Kıbrıslı” olmakla
böbürlenmeye ve yabancı düşmanlığına devam edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder