Pandemi ile mücadelede en ön safta ve hayatını riske atmak pahasına mücadele edenlerin sağlık emekçileri olduğundan kimsenin şüphesi yoktur herhalde. Bunu uzun uzun kanıtlamaya gerek yok bu yüzden!
Birçok insan
evinden dahi çıkmaya çekinirken, sağlık emekçileri ilk temas hattında
çalışıyor. Hastalığın tespit edilmesi, toplumun geri kalanından izole edilmesi
ve tedavi edilmesi için kendi sağlıklarının bozulması pahasına çalışıyorlar.
Dahası pandemi dışındaki herhangi bir hastalık ile ilgili de yakın temas
kurduklarından, yine benzer bir riske maruz kalıyorlar.
Pandeminin bize gösterdiği en çarpıcı gerçeklerden birisi, kamusal ve nitelikli sağlık hizmetlerinin devletler eli ile yürütülmesi gerektiğidir. Sağlık kâr amacı güdülerek yürütülemeyecek kadar yaşamsal ve yatırım yapılırken zarar kaygısı güdülemeyecek kadar önemli bir alandır.
Bu yüzden de
kamusal, ücretsiz, nitelikli ve yaygın sağlık hizmetlerini sunmak devletlerin
görevidir. Bina, teçhizat, personel alımı; personelin gelişimi ve iş güvencesi
için ayrıcak bütçe; soğuk bir ekonomik mantığı ile kararlaşırılamaz,
kararlaştırılmamalıdır.
Bugüne kadar
neo-liberal politiklarla erozyona uğratılan halkın sağlık hakkı ve sağlık
çalışanlarının giderek kötüleşen koşullarının düzeltilmesi gereği tüm dünyada
bu pandemi süreci ile yeniden sorgulanmaya başlandı.
Ama bizde
durum tam tersi! Yeni yatırımlar yapmak, yeni personel istihdam etmek, taşeron
sağlık çalışanlarını güvenceli istihdam olanaklarına kavuşturmak gibi hedefler
belirleneceğine; geçtiğimiz gün alınan bir kararla sağlık çalışanlarına
ücretsiz sunulan yemek hizmetinin kaldırıldığını öğrendik!
Birçok insan
bu karara tepki gösterdi. Halk sağlığı için gecesini gündüzüne katarak çalışan
ve bunu kendi sağlığı pahasına yapan emekçilere bir yemeği çok gören zihniyet,
hemen her kesimden insanımız tarafından kınandı.
Peki hükümet
neden böyle bir karar aldı? Kararın yanlış olduğunu, haksız olduğunu, vefasızca
olduğunu yedisinden yetmişine herkes görebiliyorken, bir tek hükümet
koltuklarında oturanlar mı göremiyor? Sadece hükümet koltuklarında
oturulduğunda mı insanın vicdanı köreliyor?
Ben hükümet
koltuklarında oturan kişilerin söz konusu kararın yanlış olduğunu göremeyecek
kadar kör olduğunu veya “bugün hangi kötülüğü yapsam” diye düşünerek hareket
eden insanlar olduklarını düşünmüyorum. Kanaatimce bu “yemek” meselesinde
alınan karar, diğer bir çok kararlarında olduğu gibi basit bir tercih yapmaktan
kaynaklı “teknik” bir karardır.
Üstelik bu
“teknik” karar konusunda bugün hükümette olmayan Meclis içi siyasi partiler de
bezer bir tercihte bulunuyor olduklarından, aralarında çok da büyük bir fark
yoktur! Bugünkünün aynısı olan “yemek iptali” kararları geçmiş UBP-HP
hükümetinde de iki kez alınmış, halkın tepkisi sonucu düzeltilmişti.
CTP-DP-TDP-HP tarafından oluşturulan dörtlü koalisyon hükümeti de 2018 döviz
krizi sırasında benzer tercihler yapmıştı!
Söz konusu
tercih basitçe kaynak sıkıntısı söz konusu olduğunda, hükümetin bu kaynağı
emekçi insanlardan keserek mi yoksa ultra zenginlerden alarak mı yaratacağı ile
ilgilidir. Gelmiş geçmiş tüm düzen partileri, kaynak ihtiyaçları söz konusu
olduğunda ellerini halkın cebine atmayı tercih etmişler, emeğin kazanılmış
haklarını geriletmeyi tek mümkün çözüm olarak görmüşlerdir.
Asgari
Ücret’in yoksulluk sınırının altında olması, eğitimin ve sağlığın ücretli
olması, düzgün bir toplu taşımacılık sisteminin bulunmaması, özel sektörde
sendikalaşma olmaması gibi olumsuzluklar hep bu basit tercihin ürünüdür.
Diğer alternatif
ise, kaynak ihtiyacının ultra zenginlerden servet vergisi alınması yoluyla
giderilmesidir. Toplumun %3’ü bile olmayan ufacık nbir ultra zengin kesimden
alınacak %15’i geçmeyen bir servet vergisi, kamusal ihtiyaçlar için kaynak
yaratmakla ilgili tüm sorunlarımızı çözer.
Düzen
partilerinin yaptığı şey ise %3’ün servetine dokunmak yerine, emekçilerin
gelirine el uzatmaktır. Asgari Ücreti düşük tutmak, emekçilerden zenginlere
kaynak aktarmaktır. Kamu emekçilerinden kesinti yapmak, emekçilerden zenginlere
kaynak aktarmaktır. Özel sektörde sendikalaşmanın önüne set çekmek,
emekçilerden zenginlere kaynak aktarmaktır. Sağlık çalışanlarının yemeğine göz
dikmek, emekçilerden zenginlere kaynak aktarmaktır.
İçinden
geçtiğimiz pandemi koşullarında toplumun %97’sinden toplumun %3’üne doğru
muazzam bir kaynak aktarımı süreci yaşanmıştır. Özel sekterde binlerce insan
işsiz kalırken, yüzlerce esnaf batmış, işini kaybetmeyen emekçiler ise en düşük
maaşlara razı olmak zorunda kalmıştır. Toplumun %97’si yoksullaşmıştır.
Diğer yandan
toplumun %3’ü, yani ultra zenginler servetlerine servet katmış, banka
mevduatları büyümüş, yatlarına yat, katlarına kat eklemişlerdir. Toplumun
zenginliği hükümetler yardımıyla küçük bir azınlığın elinde birikmeye devam
etmiştir.
Servet Vergisi’ne
karşı çıkanlar, kazanılmış bir hakka saldırıldığını, kişilerin mallarına el
konulmasının yanlış olduğunu söylüyorlar. Oysa sağlık emekçilerine verilen
yemekten kesmek de bir servet transferidir! Oysa asgari ücreti baskılamak,
sendikalaşmayı engellemek de bir servet transferidir.
Mevcut
hükümet ve parlamento içindeki düzen partileri her halükarda bir servet
transferi yapmakla ilgili karar almaktadırlar. Onların tercihi, halkın
%97’sinin elindekini küçücük bir azınlık olan %3’ün elinde birikecek şekilde
hareket etmek yönündedir. Bu sebeple de her paraya sıkıştıklarında ellerini
emekçilerin cebine, hatta son örnekte olduğu gibi emekçilerin midesine atmak
dışında bir seçenekleri yoktur.
Bağımsızlık
Yolu tarafından önerilen Servet Vergisi ise, %97 lehine ve %3’ün alehine
yapılacak bir tercih ile mümkündür. Üstelik ultra zenginlerin mevcut
servetinden yapılacak bir kesinti onları aç, hasta, eğitimsiz, ulaşım
imkanlarından yoksun ve güvencesiz bırakacak da değildir.
Bu yüzden mesele kimden yana ve kimden karşı olunduğu ile ilgilidir. Ultra zenginlerden yana ve halka karşıysanız, sağlık çalışanlarının yemeğini kesmekten başka çareniz yoktur. Bu karar iyi veya kötü bir insan olmakla ilgili değildir, basit ve “teknik” bir tercihin doğal sonucudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder