CTP milletvekili Doğuş Derya'nın, Meclis oturumu sırasında görevleri başında olmayan hükümet vekillerine eleştiri olarak dile getirdiği ifadeler üzerinden fırtınalar koptu. Efendim Meclis'e hakaret edilmiş, böyle bir tutum kabul edilemezmiş! Gören de, işinin başında durmayarak, görevini yerine getirmeyerek, Meclis'in itibarını zedeleyen kendileri değil zannedecek! Neyzen Tevfik'in tam da bu duruma uygun bir dizesi var aslında "insanoğlu gariptir her bir lafı kaldırmaz, eşek dersin kızar da semer vursan aldırmaz."
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, bir fiili yapmak değil de onu
dile getirmek kabahat kabul ediliyor! Benzer bir tutumu ülkemizde muteber bir
meslek kabul edilen pezevenkler ile ilgili durumda da görüyoruz. Gece
Kulüplerinde kadın ticareti yapıldığı uzun bir süreden beridir herkesin malumu.
Maliye bu “yasa dışı” işten vergi topluyor; polis bu “yasadışı” iş için ülkeye
getirilen kadınların pasaportlarına el koyuyor; devlet hastanesi bu “yasa dışı”
iş nedeniyle oluşabilecek hastalıkları haftada bir kontrol ediyor; İçişleri
bakanlığı bu “yasa dışı” işe dair çalıştay düzenleyip, artık neyi
paylaşıyorlarsa, “paydaş” diye pezevenkleri bu çalıştaya davet ediyor ve hattan
mahkeme kararlarında dahi bu “yasa dışı” işin yapıldığının bilindiği ifade
ediliyor. Kimse tüm bunlardan rahatsız olmuyor ama bu “yasa dışı” işin
sözlükteki adı olan “pezevenk” lafını kullandığınız anda herkeste bir
alınganlık başlıyor!
“Pezevenk Devlet İstemiyoruz” pankartı devlete hakaret ama
devletin kadın ticaretinden para kazanması değil! “Cüce Meclis” demek Meclise
hakaret ama Meclis İç Tüzüğü’nün emrettiği gibi görevinin başında olmamak
değil! Hırsıza “hırsız” demek hakaret ama hırsızlık yapmak değil! İşte içinde
yaşadığımız çağda politik doğruculuk adına geldiğimiz son durum bu…
Doğuş Derya, “UBP-DP-YDP’nin şu ana kadarki uygulamaları
gerek Meclisi, gerek anayasayı, gerek devletin bütün kurumlarını cüce hale
getirdi yüce değil! Yani Meclis’in şundaki haline baktığımızda sayın başkan
değerli boş koltuklar diye başlamamız gerekiyor!” dediğinde haksız mı?
Elbette haklı… Bir kurumu yüce yapan, o kurumun içindeki
insanların tutumlarıdır. Ve bir kurumun yücelmesi için çalışmak yerine, o
kurumu itibarsızlaştıracak şekilde davrananların, “kuruma hakaret edildi” diye
sızlanmaya da hakları olmamalıdır!
Ama, bu konunun bir de “ama”sı var! Bir kurumda çoğunluk
durumunda olanlar nasıl davranırsa davransın, azınlıkta olanların yapacakları o
kurumu yine de yüceltebilir! Halkın umutsuzluğuna, çaresizliğine,
inançsızlığına çare olabilir, topluma ilham verebilir! Zaten insanlığın
yarattığı en yüce kurumlar, en yüksek moral değerler ve en göz kamaştırıcı
düşünceler; böylesi ortamlarda yeşermedi mi? Aydınlanmanın göz kamaştırıcı
ışığı Ortaçağ karanlığından yükselmedi mi? Çürüyen Fransız aristokrasisinden
Fransız Devrimi filizlenmedi mi? Zorba Çarlık Rusya’sından tarihin ilk
sosyalist devleti doğmadı mı?
Yani Meclis’in durumu tam da Doğuş Derya’nın dediği gibidir
de, bu durum CTP’nin şahlanması için tarihte hiç olmadığı kadar uygun imkanları
da sunmaktadır! Oysa CTP ne yapmaktadır? Kürsü muhalefeti dahi yapamamaktadır!
Kürsüyü kullanamayacağı için, sözde protestolarla meydanı terk etmektedir!
Çünkü yaşanan krizden çıkış için hükümet partilerinden farklı bir vizyona sahip
değildir, bu durumda ne söyleyebilir ki?
“Servet Vergisi” dese ultra zenginleri; “Asgari Ücret en
düşük kamu maaşı olsun” dese büyük sermayeyi; kamusal toplu taşımacılık savunsa
motorlu araç ve benzin ithalatçılarını, kamusal sosyal konut istese büyük
inşaat şirketlerini, ücretsiz eğitim-sağlık konusunu açsa Suat Günsel’i, sendikasız
çalıştırılmanın yasaklanmasını dile getirse Fikri Toros’u, “AKSA
kamulaştırılsın” dese Türkiye’yi kızdıracak CTP! Bunların hiçbirini söylemeyip,
hükümetinkinden hiçbir farkı olmayan borçlanma ve protokoller ile ilgili nüans
farklarını anlatsa halktan tepki çekecek! Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen
bıyık yani! En iyisi UBP’den öğrenilen dersi uygulamak; hükümet kendi kendini
bitirene kadar sabırla beklemek, suya sabuna dokunmamak, sırasını beklemek!
UBP’den öğrenilen tek şey bu da değil! Hani Meclis oturumu
sırasında hükümet vekillerinin koltukları boş bırakmasını yanlış buluyoruz ya,
nisap sağlanacağında koltukları boş bırakmanın bu tutumdan ne farkı var sahi? İster
hükümet vekili olsun, ister muhalefet vekili; bir vekilin görevlerinden birisi
de belirlenmiş gün ve saatte Meclis oturumunda hazır bulunmak değil midir?
Muhalefet nisaba gelmediğinde Meclis “yüce”dir de, hükümet dinlemeye gelmediğinde
mi “cüce” olur Meclis? Yani bu Meclis cüceleşti cüceleşmesine de, bu durumun
oluşmasında tek kabahatli hükümet midir?
“Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, bir fiili yapmak değil de onu
dile getirmek kabahat kabul ediliyor!” dedik ya, çağın tek özelliği bu değil.
İçinde yaşadığımız çağın bir diğer özelliği de aynısını sizin de yaptığınız şeylerle
başkalarını rahatlıkla suçlayabileceğimiz genişlikte bir çağ olması!
UBP ve CTP’li vekiller memnun olur mu bilinmez ama, biz eski
kafalı emekçi insanların bu durumdan çıkış için bazı çözüm önerilerimiz var! Özel
sektör emekçileri çok iyi bilir ki, işe gidilmeyen her gün maaştan kesinti
demektir! Kimi zaman mazeretiniz olduğunda, doktor raporunuza rağmen dahi
böyledir bu! Hatta her gün işte olduğunuz vakitlerde tuvalette geçirdiğiniz
süreleri hesaplayıp saatlik olarak maaştan kesen patronlar bile vardır bu
ülkede! İnanması güç ama vardır! Belki de Meclis’i yüceltmenin bir yolu bu
konuda özel sektör patronlarını örnek almak ve işe gelmeyen veya görevinin
başında durmayan vekillerin maaşından kesinti yapmaktır! Başka çözümler de
mevcut tabii, yapacak icraatı, söyleyecek sözü olmayanları o kapıdan çıkarmak
gibi… Ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder