Öncelikle ve özellikle belirtmek isterim ki; bu yazıda
öncelikli ve özellikli amaç, örgütlenme adı altında –bir örgütün ne demek
olduğunu bile bilmeden- girişilen ve örgüt kelimesinin içini boşaltmak
suretiyle onu anlamsız kılan Kıbrıs örgütlenme pratiğini eleştirmektir. Başlıktan
yanlış olarak algılanabileceği üzere, örgütsüz mücadeleyi seçen insanların
hatalı, yanlış vs. pozisyonlarda oldukları gibi bir anlam ve/veya amaç bu
yazıdan çıkartılamaz.
Çünkü bugünkü “örgütsel” yapılarda örgütlenmenin anlamına
dair hiçbir kırıntı olmadığından ve bu yapılar –sırf bu yapılarından ötürü-
sadece ve sadece birer masturbasyon (kendi kendini tatmin) olarak
adlandırılacaklarından, örgtülenmemeyi seçen insanların (bilinçli veya
bilinçsiz) en iyisini yaptıkları düşüncesinin hakim olduğu bir yazıyı
okuyorsunuz. Ve belirtmek istediğim bir gerçek daha vardır ki, bu belki de daha
önemlidir; şu anda Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan ve varlığı yokluğundan sadece
seçimlere girmesi ve herhangi bir binanın üstünde tabelasının bulunmasıyla
ayırdedilen ve yine bundan ötürü yazarın “tabela partisi” diye adlandırdığı tüm
“partisel” örgütlenmeler yazının kapsamı dışındadır. Onların ne olup
olmadıkları, ürettikleri (aslında üretemedikleri) politikalarından
ayırdedilebilmektedir. Ordan burdan
apartmalarla fotokopi çektikleri tüzükleri ve mutlaka başkalarının çıkarlarını
temsil eden programlarıyla ağlanacak haldedirler zaten. Ancak yine de
söyleyelim ki bu yazıda konu edilecek olan gençlik örgütlenmelerindeki tüm
örgütsüzlükler onlar için de (doğrudan ve/veya dolaylı) geçerlidir. Şimdi yazının
kapsamını daha fazla daralatmaya devam edemeyeceğim için üzülerek, yazıya
başlamak zorundayım. Çünkü eminim yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorsunuz. Ama yine
de anlamadığım bir noktaya daha temas etmek istiyorum. Bunca yıldır, bunca içi
boş ve maket olarak önünüze sürülen şeyden rahatsız olmayan siz sevgili
okuyucular, yazı sahibinin konuyu geciktirmesi ve anlamsız yere uzun uzun
cümleler kurmasından nasıl rahatsızlık duyabiliyorsunuz? Rahatsız olma
duygunuzu yitirmediğinize memnun olarak belirteyim ki; bu ülkedeki her şey gibi
bu yazıda bir masturbasyondur ve bu yazıya cevap verecek olan herkesin bunu
bilmesi faydalı olacaktır sanırım.
Şimdi isterseniz biraz örgütün ne olup ne olmadığından
bahsedelim. En basit tanımıyla örgüt, bir tek insanın fikirleri doğrultusunda
yapabileceği bir şeyin daha fazlasının o fikre sahip insanların birliği
aracılığıyla yapılmasıdır. Yani örgüt dediğimiz şey:
a) Onu-bunu protesto ederek kendinizi
yükümlülüklerinizden arındıracağınız bir yer değildir,
b) bir ağlama duvarı değildir,
c) mazeret gösterip kaytarma yeri değildir
d) iş yapma yeridir
e) yaptığınız işin yalnız başına bir insanın yapabileceği
işten kat kat fazla olması şarttır.
Bir örgüt yapısı içinde yaşama tavır alacak olan
insanların bilmesi gereken en temel şeyler bunlardır. Bunların bir teki bile olmadan
yapılabilecek herhangi bir şeyin ne olduğu yazının ilk paragrafında
açıklanmıştır.
Örgütlsel birlik, fikirsel ve gönüllü bir birliktir. Kimse
herhangi bir örgüte üye olmaya zorunlu değildir. ve bir örgüte fikirleri
dolayısıyla gönüllü olarak katılan bir kişi için bir şey yapmama mazereti diye
bir şey söz konusu olamaz. Böyle bir şeyin söz konusu olduğu bir “örgüt” örgüt
değildir.
Şimdi yazıda geçen argümanlar ışığında Kıbrıs’ın
kuzeyindeki gençlik örgütlenmelerine bir bakalım. Ne görüyoruz? Koskoca bir
HİÇ. İstisnasız tüm “ben gençlik örgütüyüm” diyen “örgütler” için
kullanabileceğimiz bu HİÇ (Hiçbirşey İçin Çokşey) aslında kelimenin Türkçedeki
anlamıyla gerçekten bir hiçtir.
Yazarın hiçbir dipnot, kaynak ve/veya kaynakça göstermeden
devam edeceği bilimsel olmayan yazıda şimdiki amacı; bu “örgütlenmelerin” daha
önce belirttiği beş maddelik “örgütlenmenin ne olduğu ile ilgili” önermeye ne
kadar uygun olduklarını incelemek. Ama öncelikle söylenecek şey; ideoloji
dediğimiz, Türkçe’de “dünya görüşü” diye nitelenen şeyin bu yapıların
hiçbirinde mevcut olmadığıdır. Bilindiği gibi dünya görüşü dediğimiz şey;
dünyayı pembe görmek, ters görmek, düz görmek, şaşı görmek ve normal görmek
gibi göz organı ile ilgili bir görme eylemi değildir. daha çok beyin organı ile
ilgili bir şeydir. Ve geçmiş, bugün, gelecek üçlemesinin insan ve toplum
hayatına uyarlanmış halidir. Tekrar söylemek gerekirse; ilkeli ve amaçlı bir
birliktelik için olmazsa olmaz olan bu bakış açısı bu “örgütlerin” hiçbirinde
mevcut değildir. zaten mevcut da olmaz çünkü bir bakış açısı için
konumlandığınız bir yer olması gerektiği ilkesinden yola çıkarsak bu yapılar
için varacağımız nokta onların nerede olduklarının bile belli olmadığıdır.
Şimdi birer gençlik örgütü olduklarını iddia etmekte
ısrar eden bu yapıların ne olmadıklarını anlamak için 5 maddelik argümanımızı
yineleyelim ve her madde için birer değerlendirmede bulunalım.
a) Örgüt denen yer onu bunu protesto ederek
kendisinizi yükümlülüklerinizden arındırdığınız bir yer değildir.
Bahsettiğimiz ve bahsetmeye devam edeceğimiz, “örgütlenmelerin”
“örgütsel” yaşamlarının %70’den fazlasının kınama ve protesto bildirilerinden
oluştuğunu ne kadar düşünürsek, elbette ki bunların örgüt olmadıklarını o kadar
anlarız.
Bir şey yapmadan yaparmış gibi görünmek için sayfalar
dolusu bildiri yayınlamak başkadır; yaptığın şeyleri, yapılmayan ve yanlış
yapılan şeyleri duyurmak için bildiriler çıkarmak başkadır. Ama sadece bu argümanla kimseyi
yargılayamayız. B izim itiraz ettiğimiz, çok laf az iş değildir. çünkü çok laf
yapıp hiç iş yapmamanın yanında bu bile bir şey olurdu.
İşin kötü tarafı; bu bildiri yayımlamakla geçen
yaşamlarından memnun olan üyelerin “örgütler” içinde çoğunlukta olmalarıdır.
b) Örgüt dediğimiz şey bir ağlama duvarı
değildir.
Çünkü ağlamak, yakınmak, şikayet etmek için
örgütlenilmez. Daha çok ve bildiğim kadarıyla; şikayet ettiğiniz olumsuz durumu
değiştirmek amacıyla örgütlenilir. Örgüt yeri ordan, burdan yakınma yeri
değildir. çünkü zaten örgütlenen kişinin
o olumsuz koşulları belli bir bakış açısından yola çıkarak değiştirmek amacında
olmasının özünde bulunmaktadır örgütlenmenin mantığı.
Ancak bu örgüt olmayan örgütlerin, “örgütsel”
bileşenlerine (üyelerine) baktığımız zaman gördüğümüz ve görebileceğimiz tek
şey; ondan bundan şikayet eden, olumsuz koşulları devamlı yineleyerek bir şey
yapmamanın teorisini yapan insanlar topluluğudur. Bu da sözü geçen insanların
neden örgütlendikleri sorusunu karşımıza çakaracaktır ki bu sorunun cevabı
yazının ilk paragrafında geçen mastürbasyon kelimesi ile verilmiştir.
c) Örgüt dediğimiz şey, mazeret gösterip
kaytarma yeri değildir.
İçinde
bulundukları yapılara örgüt demekte ve kendi kendilerini bu yolla tatmin
etmekte ısrar eden, sözü geçen insanlar, olumsuzluklardan yakındıkları oranda
bu olumsuzlukları mazeret olarak kullanmaktadırlar. Bunun yanında “örgüt”
hayatına sekte vuracak denli yaygın bir başka davranış şekli vardır ki o da; en
basit işlerini bile, yapmaları gereken ve yapmazlarsa içlerinde bulundukları
yapının işlerliğini tehlikeye sokacak olan bir göreve tercih etmeleridir. Bu, kelimenin tam anlamıyla iki yüzlülüktür. Ve
ne yazık ki bahsettiğimiz “örgütlerin” tamamının içinde bulunan bireyler
tarafından utanmazca sergilenmektedir.
Bu davranış şeklinin sonucu, yalnız kalan ve işleri
yalnız başına yürütmeye çalışarak sivrilen birkaç kişidir. Yalnızca üstüne
düşen görevi yapması, bir kişinin bugünkü yapılarda sivrilmesine yeterli
olmaktadır. “Örgütler” de o bireylerin isimleri ile anılmaya başlanmış, “örgüt”
o bireyler olmuştur. Çarpıklık diz boyunu aşmış gırtlağa dayanmıştır. Çünkü bu
notada paylaşım, etkileşim, birlikte üretim sıfırdır.
d) Örgüt dediğimiz yer, iş yapma yeridir.
Bildiriler çıkartmak, arada bir yürümek, üç-beş panel
düzenlemek; tüm bunlar bir örgütün yapmakla yetinemeyeceği şeylerdir. Ne örgüte
insan kazandırmak için, ne var olan insanları motive etmek için ne de verili
koşulları zorlamak için yeterli olmayan bu izci kampı eylemleri, komik olmaktan
öteye –örgüt kelimesinin içini her defasında daha da boşaltmakla, sanki örgüt
dediğimiz şeyin bütün amacının bunlar olduğu gibi bir yanılsama yaratmakla-
ağlanacak şeylerdir.
İş yapmak, üretmek ve paylaşmaktan yukarda bahsettiğimiz
şeylerin dışında bir şey anlamayan insanların oluşmasından başka bir şeye
hizmet etmeyen dar kafalılık, sadece kendi ufkunu karartmakla kalmıyor,
toplumun bütününün üstünde bir umutsuzluk, alternatifsizlik dalgasını hakim kılıyor.
Kendi tarzını, ekolünü, nefesini bu topluma veren,
insanlara alternatif heyecanları hissettiren bir örgütlenme anlayışı
yaratılmazsa; ne yaşam tarzı, ne insanlar arası ilişkiler anlamında bugünkü “örgütlenmeleri”
oluşturan insanlarda bir değişiklik olmayacaktır. Genel ve soyut 3-5 teorinin
insan kafasında yer bulması, o kişinin veya kişiler topluluğunun somut
politikaları olacağı anlamına gelmez. Kaldı ki bahsettiğimiz “örgütler”
alternatif bir yaşam tarzını somut anlamda hayata geçiremediklerini kendileri
kabul etmek durumundadırlar.
e) Bir örgütte yapılan işin, yalnız başına
bir insanın yapabileceği işten kat kat fazla olması şarttır.
Yukarda
bahsettiğimiz tüm olumsuzlukların kaçınılmaz sonucu olarak, yapılması
gerekenler tek tek bazı bireylerin üzerine kalmaktadır. Bir tek birey belki de
yalnız başına çok güzel ürünler verebilecekken, çok ağır örgüt işlerinin
altında ezilmektedir. Ortaya çıkan ürün, bir tek kişinin gerçek ürünü bile
değildir. ve bunun adı kısırlıktır.
Sadece bu önerme bile bahsedilen “örgütlerin” örgüt
olmaktan ne kadar uzak olduklarını açıklayabilmektedir.
Söylenenlerin hepsinin önyargı/duygu vs. olduğu gibi bir
düşünceyle –kendi kendini kandırarak devam ettiği yaşantısına- bundan sonra da
böyle devam etmek isteyen talihsiz arkadaşlarımız aranızda çoğunlukta olabilir.
Onların en başta yapması gereken bu yazıyı okumamaktı. Ancak yazar tarafından
bilerek uyarılmadılar. Çünkü insan ne kadar kör olursa olsuntek duyu organı göz
olmadığına göre, mutlaka bir şekilde gerçekleri hissedecektir.
Yapılması gerekenin; bugünü bilmek, hataları görerek
yarını inşa etmeye yine bugünden başlamak olduğunda ısrar ederek sürecek olan
yazıda belirtilecek bir iki nokta daha var:
a) Yukarda bahsedilen yapıların hiçbiri kendilerini birer
örgüt olarak tanımlamakta ısrar etmesinler, çünkü değildirler. Her “örgüt” için
teker teker yazılar hazırlamak gerekirse bunun da yapılabileceğinin okur
tarafından bilinmesi gerekir.
b) Yeniyi kurmak, olması gerekeni yaratmaya şimdiden
başlamak için çabalanmalı, birleşilmeli, elbirliği edilmelidir. Teker teker
bireylerin yaptıklarından ibaret olan bu yapılar, aynı bireylerin birbirlerine
karşı olumsuz duygularıyla ayrı saflarda bulunabilmektedirler. Bunu “bazı
kişilerin” sorumsuzluğuna mı yoksa o “bazı kişilerin” sözünden çıkmayanların
saflığına mı bağlamak en doğrusu olur, buna tabii ki okuyucu karar verecektir.
c) Tarafınızdan bilinmesini isterim ki, bu yazının
yazarı, eğer herhangi bir “örgüt”e üyeyse bu o “örgütün” yukardaki
eleştirilerle bir ilgisi olmadığından değil; yazarın dılardan mücadele yerine,
içerden mücadele yöntemini seçip orada bulunuyor olmasındandır.
Karamsar tablolar çizip, kimsenin moralini, şevkini
bozmak gibi bir amacım yoktur. Emin olabilirsiniz ki, sırf bugün bu kadar kötü
olduğu için geleceğe mecburuz. Ve “yeni” bugünün tekrarı olmayacaksa; bugünü
bilerek, görerek ve değiştirmek isteyerek hakkıyla yaşadığımız için olmayacaktır.
Gelecek, aralarında paylaşım, üretim ve
ideolojilerinin yansıması olan bir yaşam tarzının egemen olduğu, bireylerden
oluşan, sorumlu, tutarlı örgütlerin kardeşçe birliğince kurulacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder