30 Temmuz 2005 Cumartesi

Avrupa’da Referandumlar



Fransa ve Hollanda’da yaşanan referandum yenilgisi sermaye ideologları ve medya tarafından gerçek anlamından arındırılarak sunulmaya devam ediyor. Kıbrıs’ın Kuzeyinde de farklı bir durum yok. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da, neo-liberaller anayasaya hayır diyen ezici çoğunluğu, piyasanın sorgulanamaz ilkelerini sorguladıkları için yargılıyorlar.

1990’lı yıllarla birlikte Kıbrıslı Türklerin sol/muhalif liderliği Avrupa Birliği’nin nimetlerini keşfetti. Brüksel bürokrasisi ile kurulan kurumsal ve maddi ilişkiler, içte  Türkiye askeri ve sivil faşist çevrelerin baskıcı egemenliğine alternatif bir uluslararası destek yaratmak amacıyla desteklendi. Zaman içinde (sosyalizmin dünya ölçeğindeki yenilgisiyle birlikte) AB, Türkiye’ye karşı taktiki bir denge unsuru olmaktan çıkarak başlı başına bir amaç haline geldi. Böylece Denktaş-Eroğlu geleneksel muhafazakar kesimi temsil ederken, CTP-TKP gibi partiler de neo-liberal akımın Kuzey Kıbrıs’taki temsilcileri durumuna geldiler. CTP şu anda neo-liberal poliitkaların samimi bir savunucusudur. Ancak CTP’yi destekleyen kitleler halen, geçmişin emekten yana CTP’sini desteklediklerini düşünmektedirler. Kuzey Kıbrıs’ta en çok satan gazeteler ve en çok izlenen Radyo televizyon kanalları CTP bürokrasisisnin ve sermayenin kontrolündedir. Bu da gerek AB’ye gerekse de liberalizme yönelik yanlış beklentilerin oluşmasına hizmet etmektedir.
Kıbrıslı Türkler arasındaki yaygın ve yanlış görüşe göre; AB, demokrasi, insan hakları, sosyal adalet, gelir dağılımı dengesi gibi konularda olumlu yönleri ağır basan bir birliktir. İnsanlar, AB’ye girmenin hem Kıbrıs Sorunu’nun çözümü hem de ekonomik-sosyal eşitsiziliğin giderilmesi anlamında olumlu olacağını düşünüyorlar. Bu düşünceyi yaratan da yaygın medyanın seçici ve yanıltıcı haberleridir.
Özellikle Kıbrıs’ta yaşanan Annan Planı referandumu sırasında “en kötü anlaşmanın bile AB çatısı altında olduğu sürece olumlu sonuçlanacağı” beklentisi, Kuzey’in EVET’inde belirleyici olmuştu. Çünkü Kıbrıslı Türkler anlaşma maddelerinde ne yazarsa yazsın AB’nin sihirli değneğinin her sorunu çözeceğini düşünmektedirler. Doğal olarak Güney’den gelen “HAYIR” cevabı da; “Kıbrıslı Rumlar bizi sevmedikleri için, AB’ye giremeyelim diye HAYIR dediler” şeklinde yorumlandı. Annan Planı Referandum tartışmalarında en keskin sosyalistlerin bile adamızda bulunan Britanya Üslerinin konumunu gündeme getirmemesi, AB yanılsamalarının geldiği düzeyi göstermek bakımından ilginçtir.
Kıbrıslı Türkler, Fransa ve Hollanda anayasa oylamalarının sonuçları karşısında derin bir şok yaşadılar.  “Biz yıllardır AB’ye girmek isterken nasıl olur da Fransa ve Hollanda gibi AB’nin nimettlerinden faydalanan ülkelerde HAYIR oyu çıkar?” diye düşündüler. Bu biz Kıbrıslı Türkler için tamamıyla anlaşılmaz bir olaydı. Ve toplumun büyük bir çoğunluğunda soru işaretleri oluştu.
AB yanlısamaları ile büyülenmemiş sol hareket için bu soru işaretleri büyük bir fırsattı. Buradan yola çıkarak topluma anlamaya en açık olduğu anda, sorguladığı sırada AB’nin aslında onlara anlatıldığı gibi bir yer olmadığını, işsizlik, sosyal ve ekonomik dengesizlik, toplumda oluşan memnuniyetsizlik anlamında patlamaya hazır bir kazan olduğunu gösterebilirdik. AB anayasası diyerek, liberaller tarafından kutsanan metnin; serbest piyasa, özelleştirme, deregülasyon, esnek çalışma gibi emekçi haklarına saldıran, kadın-erkek eşitliğinde gelinen noktadan geri adım attıran, militer ve emperyalist çıkarların bekçisi bir metin olduğunu anlatabilirdik. Fransa’da ve Hollanda’da net bir şekilde ortaya konan HAYIR’ın sosyalistlerin, feministlerin, ekolojistlerin hayır’ı olduğunu ve bunda da gayet haklı olduklarını anlatma fırsatını kaçırdık.
Ancak bu noktada ümitsizliğe kapılmış değiliz. Çünkü kaçan bu fırsat, tekrar bulunamayacak bir fırsat değildir. AB çapında sınıf-ekoloji ve kadın hareketinin radikal bir duruşla dirildiği, AB bürokrasisini titrettiği bu olay, tekrar etmeye aday, daha da  büyümeye, güçlenmeye eğilimli bir olaydır. İlerleyen tarihlerde AB bu tarz şokları hem daha sık, hem de daha güçlü yaşayacaktır. Bizim açımızdan önemli olan gerek kadrolar gerekse de ideolojik ikna gücü anlamında hazırlıklı olmak ve bir sonraki fırsatı kaçırmamaktır.
Fransa ve Hollanda referandumlarının sonuçları yaygın medyada ve neo-liberal  çevrelerde öfkeyle karşılandı. AB anayasasına “hayır” diyen Fransızlar ve Hollandalılar “çağın gereklerini anlamayan, ilerlemeye karşı duran cahiller sürüsü” olarak tanımlandı. Neo-liberallerimiz, Fransa ve Hollanda’da anayasaya hayır denmesini “milliyetçi ve küreselleşmeye karşı duran ulusal çevrelerin muhafazakar hayırı” olarak yorumladılar. Aslında bu tavır sadece Kıbrıs’ın kuzeyindeki neo-liberallere özgü bir tavır değildi. Genel olarak dünyanın her yerinde sermaye çevreleri referandum sonuçlarına öfkeyle yaklaştı ve hayır diyenlerin “milliyetçi” olduğunda ısrar etti. Sermaye çevrelerinin bu tavrı, solu görünmez kılmak, sol yokmuş gibi yapmak ve “ya liberalizm ya da ulusalcılık” gibi yapay bir ikilem yaratmak amacıyla oluşturulmuş kasıtlı bir tavır. Ancak gerçeği ifade etmediği çok net. Çünkü örneğin Fransa’da mavi yakalı işçilerin %81’i, beyaz yakalı işçilerin %60’i, ara mesleklerin %56’si, işsizlerin %79’u “hayır“ dedi… “Hayır” oranı 18-34 yaş grubunda %59, 35-49 yaş grubunda %65 iken, “evet“ sadece 65 yaş üstü grupta çoğunluk sahibiydi… Siyasi olarak ise sol seçmenin %67’si “hayır“ dedi. Komünist Partinin ve devrimci solun tamamı, ama ayni zamanda Sosyalist parti seçmenlerinin %59’u ve Yeşil seçmenlerin %64’ü “hayır” dedi . Siyasi eğilim belirtmeyen seçmenlerin ise %61’i “hayır“ dedi. .. Eğer aşırı sağın seçmenin %15’i olduğunu bir kenara koyarsak, bu demektir ki “hayır”ın diğer %40’i solu destekleyenlerden ve tarafsızlardan geldi.
Sermaye çevreleri ile elele veren CTP, medya kuruluşları vasıtasıyla AB anayasası referandumu ile Annan Planı referandumu arasında paralellik kurmaya çalıştı. Sermayenin bu yalanına göre, “nasıl Kıbrıslı Türkleri istemeyen Kıbrıslı Rumlar Annan Planına “Hayır” demişse, Türkiye’nin AB’ye girmesini istemeyen Fransız ve Hollanda halkı da AB Anayasasına “hayır” demişti. Oysa gerek Fransa’da gerekse de Hollanda’da “hayır” kampanyasının başını çeken enternasyonalist-devrimci sol, müslümanlara, Türkiye’ye karşı olmadığını; sermayenin küreselleşmesine, piyasaya ve emeğe saldıran neo-liberal anayasaya karşı olduğunu defalarca vurgulamıştı.
Kıbrıslı Türkler yaygın medyanın yalan bombardımanına rağmen, Fransızların %55’inin ve Hollandalıların da %62’sinin “milliyetçi” olduğuna inanmadılar. Yıllarca “demokrat, ilerici ve çağdaş” olduğu söylenen Fransız ve Hollandalıların bir gecede, “gerici, cahil ve milliyetçi” olduğunu iddia etmeye başlayan medya hiç de inandırıcı değildi. Tüm çabasına rağmen halkı ikna edemeyen neo-liberal çevreler, bizim (yani anti-kapitalist muhalefetin) yokluğumuzda, en azından halkın merakını ve şaşkınlığını nötralize etmeyi başardı. Böylece Kıbrıslı Türkler, en başta yaşadıkları şaşınlık ve meraktan vazgeçerek, bu “hayır”ların iç politikaya dair geçici bir “hayır” olduğunu düşünmeye başladılar. Şimdi Kıbrıslı Türklerin çoğu “hayır”ın nedenini anlayacak kadar AB iç politikasını bilmediklerini, oradaki “hayır”ın kendileri ile ilgisi olmayan geçici bir hoşnutsuzluğun ifadesi olduğunu düşünüyor. Hemen herkes “hayır”dan sonra AB’de hiçbirşeyin değişmediğini ve değişmeyeceğini düşünüyor. Artık çok az kişi, AB anayasasına neden hayır dendiğini merak ediyor ve neredeyse hiç kimse bu konuyu konuşmuyor. Halk kitleleri için bu konu kapanmış durumda, medyada ise  bu konu ile ilgili ne bir köşe yazısı ne de bir haber yayınlanmıyor.
Aslında anti-kapitalis muhalefet açısından da durum hüsran düzeyinde olmadığı gibi umut verici de değil. AB anti-kapitalist, devrimci solunun “hayır”dan sonra rehavete kapılmadığını, “hayır” amacıyla oluşturulmuş komiteleri sürekli hale getirmeyi planladığını ve “hayır”ı acil olarak toplanacak bir Avrupa Sosyal Formu’nda değerlendirerek ileri götürmeyi planladığını biliyoruz. Bu çerçevede, emek ve sermayenin son yaşanan referandumlardan çok daha büyük kapışmalar içine girmesini bekleyebiliriz. AB çapında oluşacak yeni mücadele dinamiklerini yakalamak, bunlara yönelik dersler çıkarmak ve yakalayacağımız emekten yana, enternasyonalist, anti-kapitalist ve devrimci dinamizmle adamızı birleştirmek yolunda adımlar atmak da bizim çabamıza bakıyor.
Çünkü ne emperyalizmin ne de onun çok uluslu şirketlerinin taşeronu niteliğindeki sermayenin gerçek bir barışa, halkların egemenliğine dayalı bir barışa izin vermeye niyeti yok. Bunu ancak biz kendi gücümüzle ve dünya emekçi halklarıyla birlikte başarabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder