Takvimdeki günleri işaretlenip, saatlerimizi ayarlayarak
sözleşip başlatabileceğimiz şeyler değildir sosyal patlamalar...
Çoğu zaman yıkıcı, olumsuz ve sıkıntı yaratıcı
sonuçlarıyla beraber birden bire olurlar...
***
Özelleştirme Yasası da geçti...
Şimdi Ercan’dan başlayarak, Telefon, Elektrik, DAÜ,
eğitim, sağlık sırayla satışa çıkabilir...
Öncesinde Göç Yasası geçmişti...
İkramiyeler, maaşlar, ödenekler ve önceden kazanılmış tüm
ek menfaatler bir kalemde silinmişti...
Sözde Sosyal Güvenlik Yasası’nı unutmayalım...
Emeklilik yaşı arttırılmış ve kadınların yıpranma payı
kaldırılmıştı...
Dinsel gericilik politikaları tam gaz...
Külliyeler, camiler, Kur’an kursları, İmam Hatipler,
İlahiyat Fakülteleri...
Kendi ülkemizde milletvekillerimiz bile açılışlara TC
kurumları tarafından davet ediliyor...
TC’li bakanlar bizim ülkemizi kendilerine bağlamakla
ilgili konuşmalar yapıyor...
Parklarımızın, sokaklarımızın, caddelerimizin isimleri
“efendilerin” keyfine göre yeniden düzenleniyor...
Asgari Ücret yerinde sayarken; benzine, tüpe, ekmeğe,
yağa, bala, şekere habire zam geliyor...
Doğal çevremiz talan ediliyor... Karpaz bölgesine
elektrik götürmekten tutun da, petrol dolum tesisi inşaatına kadar olmadık iş
kalmamış durumda...
Kumarhaneler, kerhaneler her yanı sarmış durumda...
Bankalar tefeci gibi çalışıyor...
Bakanlarımız arabalarını yenileyip sırıtarak geçip
gidiyor trafikte eskortlar eşliğinde...
TC’li bürokratların önünde ilikledikleri ceketleriyle
bizim karşımızda dayılanıyorlar...
***
“Halkın tepki vermesi için daha ne olması gerekiyor?”
Sık sık sorulan bir soru bu şimdilerde...
Kimimiz kendi kendimize soruyoruz, kimimiz kendimizden
saydıklarımıza, kimimiz de alenen ve açıkça ortaya...
Dünyanın birçok başka ülkesinde ayaklanma çıkması için,
halkın sokakları altüst etmesi için yetip de artacak olaylar yaşıyoruz
buralarda...
Yunanistan’da, Portekiz’de, Fransa’da, Arap ülkelerinde
yaşananları izliyoruz...
Ve o ülkelerde sosyal patlamalara neden olan olayların
bizim ülkemizde yaşananlarla açık benzerliğini görüp şaşırıyoruz...
Bizde mi bir acayiplik var, yoksa onlarda mı?
Bu sosyal patlama denen şey bizim buralara hiç uğramaz
mı?
***
Nedir peki patlama?
İçine sığmayan ve sıkışan birikimini kabını parçalayarak
dışarıya taşırmasıdır, bir kabın...
Yatağına sığmayarak çağlaması ve taşmasıdır, bir
ırmağın...
Kendine reva görülen koşullara isyan etmesi, sokaklara
çıkmasıdır, bir halkın...
Sosyal patlamalar planlanabilir şeyler değildirler...
Takvimdeki günleri işaretlenip, saatlerimizi ayarlayarak
sözleşip başlatabileceğimiz şeyler değildir sosyal patlamalar...
Çoğu zaman yıkıcı, olumsuz ve sıkıntı yaratıcı
sonuçlarıyla beraber birden bire olurlar...
Bir gerilim boşalması, bir rahatlama, bir kontrolsüz akış
halinde meydana gelirler...
Ama bildiğimiz anlamı dışında bir anlamı daha var
“patlama”nın...
İçi boş bir maddenin, kendisinin direnciden yüksek bir
dış basınç karşısında ezilmesi, daralması, hacminin küçülmesi...
Buna da patlama deniliyor fizikte... Böyle patlayan
nesneler, kendi iç baskısının değil dışardan gelen karşı konulmayacak derecede
yüksek bir basıncın önünde büzüşür ve yok olur...
***
Bizim yaşadığımız patlama böyle bir patlama olmasın: İçe
doğru...
Baksanıza polis teşkilatının her geçen gün biraz daha
kabadayılaşmasına...
O pankartı açamazsın! Şurada eylem yapamazsın!
Hatırlayın Tayyip Bey’in ülkemizi teftişe geldiği günü...
Sendikaların kendi duvarlarına astıkları pankartları
nasıl da baskıyla ve zorla almıştı polis?
Hatırlayın aynı gün yumruklarıyla nasıl kana bulamıştı
eylemcilerin yüzlerini?
Öncesinde eylem alanlarının içine dalıp beğenmediği
pankartları ite kaka toplayan, gazete binalarını basıp dövizleri indiren polis
değil miydi?
Bu ülkede her yerde eylem yapmak Anayasal hakken, Meclis
önünü eylemlere kapatan kim?
Mecliste bardak fırlatacak kadar kendinden geçiyor UBP’li
vekiller...
Gıkını çıkaramayan bir halkın üzerinde tepindikçe
tepiniyor egemenler...
Belediye başkanı efe, Bakanı efe, Başbakanı efe, Polis
Teşkilatı efe, Askerde Komutanı efe, TC’li Bakanı efe, TC Hükümeti efe...
Ağzımızı açana kadar pazularını gösteriyorlar bize...
Coplar onlarda, tutuklama araçları onlarda, tabancalar
onlarda icabında kullanılmak üzere...
Bundan daha dayanılmaz dış baskı mı olur?
Büzüştükçe büzüşüyor, daraldıkça daralıyor toplum bu
basıncın karşısında...
Ve içe doğru patlıyor...
Küçük çıkarlar, kısa vadeli hesaplar, dedikodu,
çekemezlik, kolaycılık işin hafifiydi...
Şimdi tutan tuttuğunu kazıklıyor, köşeyi dönen kurnaz, gemisini
kurtaran kaptan...
Hırzılık, cinayet, intihar, yolsuzluk gırla...
Dıştan gelen basınca direnemeyen bir halk içe doğru
patlıyor...
***
Peki ne yapmalı bu durum karşısında?
Bizi içine çekmeye çalıştıkları şiddet sarmalına mı
katılmalı?
Bilinçli bir şekilde kurguladıkları tahriklere mi
kapılmalı?
Kırabilir miyiz bu şekilde bizi sıkıştıran kabı?
Bir zamanlar, monokl* kullanan, sakallı ve göbekli bir
adam “Kuşkusuz eleştiri silahı,
silahların eleştirisinin yerini tutamaz ve maddi güç ancak maddi güçle
yenilebilir. Ama unutmamalı ki fikirler de, yığınlar tarafından kavrandığı
zaman maddi bir güç haline gelir.” demişti...
Sosyal patlamalar planlanabilir şeyler değildirler...
Takvimdeki günleri işaretlenip, saatlerimizi ayarlayarak
sözleşip başlatabileceğimiz şeyler değildir sosyal patlamalar...
Çoğu zaman yıkıcı, olumsuz ve sıkıntı yaratıcı
sonuçlarıyla beraber birden bire olurlar...
Bu yüzden devrimci mücadeleyi sörf yapmaya benzetmişti
Lenin isimli sakallı ve monokl kullanan başka bir adam...
Dalgayı siz yaratamazsınız ama dalga geldiğinde sörf
tahtanızın üstünde ve hazır değilseniz üzerinizden geçip gider... Sizin
yapabileceğiniz tahtanızı hazırlamak ve uygun anı kollamaktır...
Dalga gelecek... Ya üzerimizden geçip gidecek ya da bizi
yukarıya yükseltecek...
Bu yüzden durmamalı... Hazırlanmalı, daha çok
hazırlanmalı, hiç durmadan hazırlanmalı...
* Monokl; kaş kemerinin altına sıkıştırılarak kullanılan
gözlük camı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder