Siyasal öznelerin halk nezdinde herhangi
bir itibarının kalmadığı, ciddi bir inandırıcılık yitimine uğradıkları ve
siyasete güvenin yitirildiği bir süreden beridir bilinir, konuşulur, yazılır
durumdaydı. 7 Ocak 2018 seçimlerinin ilanı ile birikte bu durum daha da görünür
hale geldi. Halk siyasi partilere güvenmiyor, adayları kişisel kariyer peşinde
koşan fırsatçılar olarak görüyor ve kurulacak herhangi bir hükümetin
programında ne yazacağı ile ilgilenmiyor.
Partiler de bu durumun farkında olduğu
için, kampanyalarında “güvenilir”
oldukları mesajını ön plana almış durumdalar. Ancak kişilerin günlük hayatta
yaşadıkları olguları hiçbir algı mühendisliği ile unutmalarını sağlamak mümkün
değildir. Bu yüzden de partiler “güven inşaası” için giderek daha fazla; yeni,
uzman, temiz, genç sıfatları ön plana alınan adaylara yaslanmak durumunda
kalıyor.
Bir kısmı gerçekten de bu sıfatları hak
eden, birçoğu ise medya gücüyle allanıp pullanan adaylar, partilerinin ve
dolayısıyla siyasetin imajını kurtarmak üzere sahaya sürülmüş durumdalar.
Geçmiş seçimlerden farklı olarak bu dönem, neredeyse
her gün bir aday ile ilgili magazin düzeyinde haberlerin çıkmaya başlamasının
ana sebebi de budur. Bu güne kadar dolandırıcılık, pedofili, taciz, borç batağı
nedeniyle hapis tehlikesi, hırsızlık, dayak vb. onlarca sebeple suçlu olduğu
iddia edilen, kimisinin ismi açıklanan kimisinin açıklanmayan onlarca aday
birikmiş durumda.
Bu iddialardan bazıları doğru veya yanlış
olabilir. Ancak geçmiş dönemlere göre bu tür iddiaların daha yoğun gündeme
gelmesinin nedeni; siyaset kurumunun yitirilmiş itibarını taşıma görevinin
kişilere yüklenmiş olması. Böylece rakip siyasal özneler birbirlerini yıpratmak
için kişilerin “gerçek yüzünü” ifşa etmeyi siyasal bir strateji olarak
benimsemiş oluyorlar.
Kolayca anlaşılacağı gibi siyasal
partilerin içinde bulunduğu şey tam bir dibe doğru sarmaldır. Siyaset güven
yitimine uğradıça medyaya sarıldı. Medyanın ondan daha iyi durumda olmadığı
ortaya çıkınca kişiler ön plana alındı. Şimdi kişilerin en ufak bir “yanlış
park” cezasından cinayet işlemiş olma olasılığına kadar her konu siyasetin
meselesi haline geldi. Üstelik bu iddiaların bir çoğu abartılmış biçimleri ile
medyada ve siyasal alanda kullanılır oldu. Kısacası siyasete yönelik güven
yitimi iki kat artmış bir şekilde gündemdeki yerini korumaya devam etti. Böyle
devam ettiği takdirde varacağımız yer; vıcık vıcık bir düzeysizlik ve tam bir
yozlaşmadan ötesi değildir.
***
Herhangi bir sorunu ortadan kaldırmak ancak
onu ortaya çıkaran nedenlerle mücadele edilerek mümkündür. Sorunun kaynağı ile
değil semptomları ile mücadele edildiği müddetçe, sıklaşan ve şiddetlenen
döngüler halinde dibe doğru gitmekten kaçınılamaz.
Kıbrıslı Türk siyasal yaşamında siyaset
kurumuna, siyasal partilere, siyasal öznelere ve siyasetçilere güven yitimi
sadece bir sonuçtur. Partilere makyaj yapılarak, parti başkanlarına imaj örerek
veya daha fazla kaynağı reklama ayırarak bu durumun önüne geçilemez. Sorunun
esas kaynağına yani siyasal öznelerin (parti, kişi vs.) pratiğine ilişkin köklü
bir dönüşüm şarttır.
Siyasal yaşamda bir partinin veya (ister
başkan ister sıradan üye olsun) bir partilinin pratiğini belirleyen şey ideolojidir.
İdeoloji, bir siyasal organizmayı
birbirine bağlayan ve en alt kademeden en üst karar organına kadar her
seviyedeki hareketleri şekillendiren harçtır. İster sağ isterse de sol olduğu
iddiası ile hareket etsin; Kıbrıslı Türklerin partilerinde yitirilmiş olan şey
de işte budur: İdeoloji...
Bir ideolojinizin olması sizi hatadan muaf
kılmaz. Veya ideolojik angajmanları güçlü partilerin kişisel veya örgütsel
düzeyde kandırmacalara başvurmayacakları zannedilmemelidir. Tam aksine
ideoloji, bu tür durumlar ortaya çıktığı zaman farkedilmelerini,
eleştirilmelerini, değiştirilmelerini ve özeleştiri yapılarak ilan edilmelerini
sağlayan bir mekanizmadır. İdeolojik angajmanın yokluğunda ise, siyaset bizim
bugün yaşadığımız duruma gırtlağına kadar batacaktır.
***
7 Ocak seçimleri öncesinde bizim elimizde
ne var? Hükümete geldiği zaman muhalefetteyken söylediklerinin tam tersini
yapan bir siyasal partiler yelpazesi. Bundan sonrası için neye inandığınız veya
inanmak istediğinizi bir yana bırakırsak, partilerin geçmiş pratiklerine
bakarak farklı bir cevap vermek mümkün mü?
Partiler bazı vaatler verebilir ve bu
vaatlerini çeşitli sebeplerle yerine getirememiş de olabilirler. Peki vaat
edilenin tam tersini yapmak, üstelik hükümetteyken bu pratiği savunmak nasıl
izah edilecek?
Bizdeki uygulamayı biliyoruz: Yapılanlar
sanki hiç olmamış gibi davranarak toplumsal hafızadan silinmesi bekleniyor; çok
ayyuka çıkan meselelerle ilgili algıyı çarpıtma yönüne gidiliyor; o da olmazsa
fatura parti içinden belli kişilere çıkartılıyor. Fatura kendisine çıkarılan
kişinin eleştirisi dedikodu düzeyinde ve özel alanda kalmaktan öteye gitmiyor.
Siyasal örgütlerimizde, ilaç için olsun kurumsal tek bir yaptırıma rastlamak
mümkün değil. Sonuç olarak teker teker olaylarda kısa vadede başarılı olan bu
yöntemler, toplamda bugün yaşanan siyasal güven bunalımını beslemekten öteye
bir sonuç vermiyor. Çünkü aslında kendini çok zeki zanneden algı mühendisleri,
halkın aptal olmadığını bir türlü kavrayamıyor...
***
Bugün son sürat dibe doğru ilerleyen bu yozlaşma
döngüsü, ideolojik bir angajmanın restore edilip özeleştirel yenilenme ile
tersine çevrilebileceği noktayı çoktan geçmiştir. Mevcut siyasal çerçevenin
içinde kalan her duruş, aynı uçurumun yolcusudur.
Teker teker partilerde her şeyi düzeltecek
temiz, uzman, genç, yeni kişiler; kendi geleceklerini onlardan önce aynı
misyonlarla kolları sıvayanların aynasında izleyebilirler. Aynı yolu yürüyerek
farklı bir yere varmaları mümkün değildir. Kişisel ikbal merdivenlerini
tırmanmak gibi bir amacı olmayanlar yarı yolda mide bulantısıyla vazgeçecek,
diğerleri çarkların dişlilerini yağlamaya devam edecektir.
Bu yozlaşmanın kendiliğinden sonuçları da
var: Siyasetin toptan reddi avuntusu altında “boykot” çağrısı yaparak öfkeyi
pasifize eden yarı-anarşizm ve YYP gibi örnekleri yaratıp destekleyerek
siyasetle dalga geçtiğini sanan apolitizm. Her ikisi de neo-faşizm denizine
akan nehirlerdir. Çünkü faşizmin siyasetten nefret, amaçsız öfke, apolitik
alaycılık ve kayıtsızlık gibi unsurları bu mecrada birikmektedir. Nitekim
yozlaşmış siyasetin bu tür meyveler verdiği ilk ülke de biz değiliz: İtalya’da
mizahçı Beppe Grillo’nun “5 Yıldız Hareketi” isimli partisi ile son 2013
seçimlerinde yakaladığı %25’lik oy oranı, bu tür örneklerin varlığını
göstermektedir.
Peki ne yapmalı?
Bize sunulan alternatifler; ya ideolojik
angajmanından arınması sonucu hepsi birbirine benzemiş partileri kurtaracak
mesihler için umut besleyen müritler olmak yada bu tabloya küskünlüğünü surat
asıp boykot etmek ve alay edip YYP’ye oy vermek seçenekleri ile ifade eden
apolitik bireylere dönüşmekten ibaret...
Ya bunu kabul etmezsek? Ya Kıbrıs
sorunundan hayvan haklarına, doğamızın katledilmesinden toplumsal cinsiyet
eşitliğine tüm meselelerimizi emek eksenli bir devrimci ideoloji temelinde örgütlenerek
kendimiz çözmeye kalkarsak?
İşte o zaman gerçek alternatiflerin; “Ya
devrimci bir emek hareketi yada mevcut yozlaşmış siyasal yapı”dan ibaret olduğu
daha da görünür olacaktır.
Kimimiz için 7 Ocak’tan sonra, kimimiz için daha
şimdiden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder