Özel sektörde çalışan emekçilerin günlük sıkıntları uzun
zamandır halının altına süpürülemeyecek noktaya gelmiş bulunuyor. En bilinen ve
dile getirilen sorun iş cinayetleridir. Bunun bir sebebi de iş cinayetlerinin
gizlenemeyecek kadar büyük bir olgu olması elbette, ancak ortalama yıllık 5-6
iş cinayetinden son dört yıldır 9-10 cinayete doğru yükselen ivme de bunda
büyük bir etkendir. Gene de özel sektörde tek sorunun işçi sağlığı ve güvenliği
olmadığını bilmek gerek. İş cinayetleri, tüm diğer cinayet biçimlerinde olduğu
gibi sadece çalışma yaşamının ne durumda olduğunu gösteren bir sonuç olarak
görülmelidir. Çalışma yaşamında güvencesiz çalışma, yıllık ücretli izin
kullanamamak, mobbing, maaşların gününde ödenmemesi, sigortasız çalıştırılma, ek
mesai ödenmemesi, resmi tatillere uyulmaması, yatırımların gerçek maaş üzerinden
yapılmaması gibi yüzlerce kanayan yara vardır. Ve iş cinayetleri bu sorunların
oluşturduğu buz dağının sadece görünen yüzüdür.
***
Özel sektörün sıkıntılarını ilk kez dile getiren de
Bağımsızlık Yolu değildir. Bağımsızlık Yolu özel sektördeki sorunların çözümü
için devrimci bir yol önermiş ve bu öneriden hareketle kampanya örerek
sermayedarlarla onun yardakçısı hükümetleri rahatsız eden bir çizgi
örgütlemiştir. Ancak özel sektördeki sıkıntılar geçmişte de vardı ve geçmişte
de politik arenada bir argüman olarak kullanılıyordu.
Bunların en bilineni, özel sektör ile kamuyu birbirine
düşman kılarak, bir yandan özel sektöre acırmış gibi davranıp diğer yandan
kamudaki hakların geriletilmesi taktiğidir. Bu yıllarca hem sağ hem de sol
görünümlü demagoglar tarafından kullanılmış ve halen de kullanılmakta olan ucuz
bir stratejidir. Özel sektör çalışanlarının sorunlarını dile getirip, ardından
da kamudaki yüksek haklardan söz ederek yürütülen sermaye saldırısının doruk
noktası; Göç Yasası idi. Bu yasadan sonra gerileyen kamudaki haklar bugün
Türkiye’deki koşulların gerisine düşmüştür. TC’de son zamlardan sonra kamuda en
düşük maaş 3000 TL civarındayken, kktc’de 2500 TL civarındadır. Geçmişte
kamudaki yüksek maaşlar nedeniyle kalifiye çalışanlarını kaybetmeyi istemeyen
sermayedarlar artık kamunun gerilemiş olmasını fırsat bilerek maaşları çok daha
düşük tutmaktadır.
***
Bağımsızlık Yolu’nda örgütlü devrimcilerin ısrarla dile
getirdiği “Sendasız İşçi Çalıştırmanın Yasaklanması” talebi, günlük hayatı
ızdıraba dönüşmüş halk tarafından sahiplenildikçe; düzen partileri ile
patronlar buna karşı göz boyayıcı alternatifler geliştirmek zorunda kalıyorlar.
Denetimler yolu ile özel sektörün düzene sokulabileceği
kandırmacası, sektörel toplu iş sözleşmesi efsanesi ve özel sektör
çalışanlarını duygusal taktiklerle oyalama girişimleri bunlardan bazılarıdır.
Denetimin kesin bir çözüm sunmayacağı günlük pratik ile görünür hale gelmiş
durumda. Denetim sadece sendikalaşmanın yanında yürütülecek etkin bir pratik
olarak fayda sağlayabilir. Mevcut kaos ortamında ise, her işletmeye yirmi dört
saat nöbet bekleyecek bir müfettiş tayin edilmesi dışında denetim ile ilerleme
sağlanamaz. Bu da olamayacağına göre, “denetim” söylemi tam bir kandırmacadır
ki zaten halk da yaşayarak bunu anlamış durumdadır.
Sektörel toplu iş sözleşmesi talebi ise sıklıkla devrimci
çözüm olan sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması ile karıştırılmaktadır.
İkisi taban tabana zıt taleplerdir. Birincisinde bir tek kurumun
anti-demokratik despotluğu söz konusuyken, ikincisinde sermayedarlar açısından
zorunluluk emekçiler açısından sendika seçme özgürlüğü vardır. Emekçilerden
kopuk bir sektörel toplu iş sözleşmesi düzeni, patronlar için üzerinde baskı
kurulacak bir bürokratik mekanizma yaratılarak devlet tarafından
şekillendirilecek bir yasal kurumun oluşturulması demektir. Ancak mevcut
durumda halkın algısında bu zorunlu sendikalaşma ile aynı görülmekte ve
egemenler her iki öneriye de uzak durdukları için bu durum daha devrimci öneri
açısından avantaj sağlamaktadır. Gene de devrimciler iki önerinin farkını iyice
bilmeli, egemenlerin olası bir manevrasına karşı hazırlıklı olmalıdır.
Son aylarda yaşanan “duygusal manipülasyonlar” ise,
geçmişte sendikalaşma kampanyasına destek vererek siyasi kariyer yapan ama
şimdilerde bu çizgisinden dönen siyasi öznelerin manevrasından başka bir anlam
taşımıyor. Özel sektördeki sorunlar geçmişte bakan, müdür, milletvekili gibi
makam sahipleri tarafından hiçbir zaman dile getirilmemiş olduğu için; bugün
bunların sadece dillendiriliyor olması bile halk nazarında sempati ile
karşılanmaktadır. Ancak halk adına ağlamak gene de hiçbir pratik adım atmamak,
ne zamana kadar anlayışla karşılanabilir? Bu duygu sömürüsü dönek siyasilere ne
kadar zaman kazandırır, halkın “sorunlarını başkasının ağzından duymaktan”
kaynaklı tatmin duygusu ne zaman “sorunların çözülmemesinden” kaynaklı bir
öfkeye dönüşür, yaşayarak göreceğiz. Bizim yapmamız gereken ise bu sahte
duygusallığın maskesini düşürmek için sorunları çözmesi gerekenleri işaret
etmeye devam etmektir.
***
Bugünlerde önümüze sürülmek üzere hazırlanan yeni taktik
ise, “teşvik sendikacılığı” diyebileceğimiz patronların maaşa bağlanması
yoluyla işçilerin toplu iş sözleşmesi hakkının sağlanabileceği iddiasıdır.
Taşvik sendikacılığı halk açısından birçok anlamda sorunlu, sermayedarlar için
ise memnuniyet verici bir düzen içi “cici alternatif”tir.
İlerde daha detaylı bir eleştirisi sunulacak da olsa
burada en sıkıntılı yanlarını yüzeysel olarak belirtmek gerekirse; teşvik
sendikacılığı sendikal işbirlikçilik ve yozlaşma yaratacak gerici bir öneridir,
kamusal kaynakların zaten hak olan bir şeyi uygulaması için sermayeye rüşvet
olarak aktarılmasını olumlayan neo-liberal bir düşüncedir, yabancı uyruklu
işçilerin haklarının gasbedilmesi yöntemi ile işleyen ırkçı bir uygulamadır ve
özel sektörde dar bir işçi aristokrasisi yaratmaya dönük göz boyamadan
ibarettir.
Devrimciler “sendikasız işçi çalıştırmanın
yasaklanması” talebini ortaya attığında bu talepten nemalanarak kendine kariyer
yapmış fırsatçı demagogların şimdi “duygu sömürüsü”, “denetim” ve sermayeye
rüşvet vererek yaratılacak “teşvik sendikacılığı” gibi alternatiflere
sarılması; bizim açımızdan olumsuz değil olumludur. Tüm bu argümanların
tükenmesi ve gerçeğin çırıl çıplak ortaya çıkması sadece bir zaman meselesidir.
Bu zamanı hızlandırmak ve kısaltmak da bizim çabamıza bağlıdır. Maskesi düşecek
olanların her türlü çırpınmasına rağmen çabamızı bu yönde yoğunlaştırmalıyız.
Çünkü ortaya alternatif diye konulan tüm yalanlar açığa çıktığında; geriye
sadece sınıfsal bir öfke ve devrimci bir yol kalacaktır: Patronların sendikasız
işçi çalıştırılması yasaklanmalı, sorunu yaşayan emekçilerin çözümü
örgütlemesinin önü açılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder