Elektrik, benzin ve tüp gaza yapılan ardı ardına zamlar,
giderek yoksullaşmakta olan Kıbrıslı Türk halkını çileden çıkmaya bir adım daha
yaklaştırmış durumda. Söz konusu zamlar Türk Lirası’nın aylardır uçurumdan
düşercesine değer kaybettiği ve sosyal güvencelerin neredeyse tamamen eridiği
bir güvencesizlik ortamında yaşanıyor. Şöyle ki, TL’deki düşüş tüm ithal
malların kendiliğinden pahalılanması anlamına geldiği gibi, eğitim, sağlık,
ulaşım, barınma gibi her türlü elzem yaşamsal faaliyet de özel sektöre
devredilmiş durumda. Üstelik, elektrik, benzin ve tüp sadece bireysel tüketim
açısından değil, her türlü üretimde temel girdi olması anlamında da yeni zamların
tetikleyicisi durumunda.
Kısacası; ithal olan her şey TL’den dolayı zamlanıyor;
zaten olmayan yeri üretim de temel girdi maliyetlerinin artışı ile zamlanıyor
ve halkın geçmişte ücretsiz temin ettiği yaşamsal ihtiyaçlardan devlet
çekilerek bunlar için de para harcanmasını normalleştiriyor. Bunun doğal sonucu
giderek artan yoksulluk ve derinleşen bir krizdir...
***
Yoksullaşmanın kesin çözümü olmasa da, başta özel sektör
çalışanları olmak üzere esnaf dahil halkın büyük çoğunluğunun yaşam düzeyini
doğrudan ilgilendiren Asgari Ücret de tüm bu kriz ortamında ilginin merkezine
yerleşti.
Asgari Ücret’in belirlenmesi için yürütülen ve özel
sektör çalışanlarının dışarda bırakıldığı görüşmeler ise, tam bir hayal
kırıklığı ile sonuçlandı. 2279 TL olarak belirlenen yeni asgari ücret, değil
dört kişilik bir aileyi geçindirmek, bir kişinin yalnız başına yaşaması için
bile yetersiz bir miktar. Herkes bu konuda hemfikir... Ama hükümetin tüm
bunlara tek bir yanıtı var: “biz gidersek UBP gelir!”
Bizi UBP ile korkutan hükümetin icraatlarına bakıldığında
ise, aslında herhangi bir UBP hükümetinden daha farklı olanın ne olduğunu veya
hükümette UBP olsaydı daha farklı ne yapacağını anlamak mümkün olmuyor...
Dörtlü koalisyon; zam yapıyor, mahkeme kararıyla hapse
gönderilen faşistleri hukuk dışı kurullar aracılığıyla serbest bırakıyor,
polisi sivile bağlamıyor, yolsuzlukların üstünü örtüp bizi önümüze attığı
Çaluda gibi dolaylı örneklerle oyalıyor, özelde sendikalaşmaya karşı çıkıyor ve
sorunların çözümü için bileti kesip Ankara’ya uçmak dışında bir şey yapmıyor...
Bu arada kadın cinayetleri, işçi ölümleri, trafik cinayetleri, çocuklara
yönelik istismar ve her türlü toplumsal çöküş tam gaz devam ediyor.
Durum böyleyken, halkın gerçek sorunlarına dair hiçbir
şey yapmayanların bizi UBP ile korkutması; gerçek hiçbir sıkıntımıza çare
olmaması bir yana, kendi çapsızlıklarının ve önerecek farklı hiçbir politikalarının olmadığının ispatıdır.
***
UBP korkusunun yeterli olmadığı ortaya çıkınca,
bugünlerde giderek daha yoğun bir şekilde “Çare Federal Kıbrıs” argümanını
duymaya başladık. Buna göre, mevcut koşullarda yapılacak hiçbir şey yoktur.
Zaten sorunların nedeni de “dünyaya kapalı” bir toplum oluşumuzdur. Eğer
dünyaya açılırsak, krizden de kurtulmamız mümkün olacaktır.
Esasında bu dinsel argüman, dünya konusunda en ufak bir
fikri olan herkesin bildiği tüm gerçeklere ters. Ama iman etmek dışında hiçbir
kanıta gerek duyulmadan savunulabilir olduğundan da işlevsel... Oysa
Yunanistan, İspanya, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde yaşanmakta olan
yoksullaşma, kriz ve sefaletin zaman zaman ayaklanmalara döüştüğü bir dönemden
geçiyoruz ve esasında ülkemizde yaşananların, dünyada yaşananlarla paralelliği
düşünüldüğünde bu bakımdan pek de dünyaya kapalı olmadığımız rahatça
görülebilir.
Aslına bakılırsa, krizin kendisi de, krizin faturasını
halka ödetmeye dayalı politikalar da, krizden çıkar sağlayan kesimler de,
krizin bedelini ödeyenler de dünya ile paralel... Bu denklemde dünyadan bihaber
tek kesim; dünya ekseninde muhalefetin gördüğü şeyi yani krizin yarattığı
yoksullaşmaya direnişin sınıf mücadelesinden geçtiğini görmek istemeyen liberal
federalistlerdir.
***
Bu kriz, kapitalizmin son on yıldır içine sürüklendiği ve
çeşitli biçimler alarak farklı coğrafyalarda sürekli kendini gösteren son bunalımın
parçasıdır. Elbette Türkiye’de giderek açık faşizme doğru ilerleyen Tayyip
Erdoğan sultasının ekonomik-politik tercihleri, bizim krizin etkilerini artan
oranda hissetmemize etkendir. Ancak kriz karşısında yürütülecek siyasal çizgi
bakımında bu sadece tali bir önemdedir.
Onyıllardır umutları yükseltip yeni yeni hayal
kırıklıkları ile taçlandıran liberallerimizin, yeni bir liberal federasyon
yanılsaması sadece yeni bir hayal kırıklığı ile sonuçlanacağından değil, olası
bir federasyonda da krizin niteliğinde herhangi bir değişim olmayağından da
hatalıdır.
Buradaki mantık hatası, sınıfsal sorunların federasyon
yolu ile çözümleneceği şekildeki tersine bakıştan kaynaklanıyor. Oysa esasında
Kıbrıs’ta barış ve yeniden birleşmeye veya federal bir Kıbrıs’a varmak için de;
mevcut krizin bedelinin halka ödetilmesinin önüne geçmek için de yapılması
gereken sınıf temelli ekonomik-politik mücadeledir. Yani Kıbrıs’ta
yoksullaşmanın önüne geçecek adım federasyondan değil; federasyona giden adım
yoksullaşmaya karşı sınıfsal mücadeleden geçmektedir.
***
Bunun için ise; eğitim, sağlık, barınma, ulaşım gibi
sosyal mekanizmalar aracılığı ile halkın giderlerinin azaltılması, ve tabii
sermayenin kar ettiği alanların daraltılmasından başlayarak; krizin bedelini
halka değil tüccarlara, inşaat şirketlerine, otellere, kumarhanelere ödeten bir
siyaset gerekiyor.
Her sıkıştığında elini halkın cebine atan hükümet,
esasında sermayedarların çıkarlarını koruyor. Kriz ne kadar derinleşirse büyük
sermaye o kadar çok kar elde ederken; esnaf işçileşiyor, emekçiler
yoksullaşıyor. Kısacası kriz bizim için felaketken, büyük sermaye için cennet
anlamına geliyor.
İşte bu yüzden, “Çare federal Kıbrıs” sloganı, bu gerçeği
gözümüzden gizlemek ve sermayedarların çıkarlarının zarar görmemesi için uydurulmuş
bir efsanedir. Evet Kıbrıs’ta barış ve yeniden birleşme uğruna mücadele
edilmesi gereken olumlu bir hedeftir. Ama federasyon, yoksullaşmaya çözüm
olmadığı gibi federal Kıbrıs mücadelesi eğer liberal bir cehennem olmayacaksa
sermayedarların çıkarlarını savunarak değil, sermayedarlara bedel ödetilerek
başarılabilir.
Ya bunun için mücadele edeceğiz ya da “tanınmamış
kktc’de yoksul olmak” ile, “federal Kıbrıs’ta yoksul olmak” arasında fark olup
olmadığını konuşmaya devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder