Son dönemde yükselen popüler söylemler arasında göze çarpan bir tanesi de kktc’de “hükümetlerin istikrarsız olduğu”, “bir hükümetin görev süresi ne kadar kısa olursa icraat yapma şansının da o kadar az olduğu” ve “yapısal bir değişikliğe gidilerek istikrarlı hükümetler yaratmak gerektiği”dir. Bu o kadar yaygın bir söylemdir ki, siyasi görüşü fark etmeksizin hemen herkes tarafından dile getirilmektedir. Gelin bu argümanın geçerliliğini sorgulayalım.
kktc Başbakanlık sitesinde
(başbakanlık.gov.ct.tr) bulunan verilere baktığımızda; 1967-1974 arasında ilan
edilen iki “Yönetim” döneminde 80 ayda toplam 4 hükümetin görev yaptığını
görüyoruz. Bu da 1974 öncesinde bir hükümetin ortalama görev süresinin 20 ay
olduğu anlamına geliyor.
1974 sonrasına baktığımızda ise
KTFD ve kktc’nin toplam hükümet sayısı 44 olarak görünüyor ve bu da 543 ayda
hükümet başına düşen görev süresinin 12 aydan biraz fazla olduğu anlamına
geliyor. Bu oran KTFD için yaklaşık 15 ay, kktc için ise 12 aydan biraz
azdır.
kktc’nin Annan Planı öncesinde
241 ayda 15 hükümet ve hükümet başına düşen ortalama görev süresi 16 ay ile
daha “istikrarlı” olduğunu oysa bu oranın Annan Planı sonrasında 9 aya düşerek
“istikrarın bozulduğunu” aşağıdaki tablodan görebilirsiniz.
Tarih |
Dönem |
Ay |
Hükümet |
Oran |
28.12.1967-5.7.1970 |
Geçici Türk Yönetimi |
30 |
2 |
15 |
5.7.1970-26.8.1974 |
Kıbrıs Türk Yönetimi |
50 |
2 |
25 |
1974 Öncesi |
|
80 |
4 |
20 |
5.7.1976—13.12.1983 |
Kıbrıs Türk Federe Devleti |
89 |
6 |
14,83 |
13.12.1983-13.01.2004 |
Annan Planı Öncesi kktc |
241 |
15 |
16,06 |
13.01.2004-Günümüz |
Annan Planı Sonrası kktc |
213 |
23 |
9,26 |
1974 Sonrası |
|
543 |
44 |
12,34 |
Bildiğiniz gibi çoğu zaman
koalisyonları oluşturan partiler, hükümet programı ve başbakan aynı kalırken,
hükümetler içerisinde bakanlık değişimi yapılabilmektedir. Bu şekilde bakarak
başbakanlara göre dönemleri incelediğimizde; KTFD’de 89 ayda 3 Başbakan ile 29
aylık bir ortalama rakam olduğunu, kktc’de ise 454 ayda 15 Başbakan ile 30
aylık bir ortalama rakama ulaşıldığını görüyoruz.
İlgi çekici bir detay ise Annan
Planı öncesi kktc’de 241 ayda 5 Başbakanın ortalama 48 aylık dönemlerde görev
yaptığını; oysa Annan Planı sonrasında 213 ayda 11 Başbakanın ortalama 18 aylık
dönemlerde görev yaptığını görmemiz.
Tarih |
Dönem |
Ay |
Başbakan |
Oran |
5.7.1976—13.12.1983 |
Kıbrıs Türk Federe Devleti |
89 |
3 |
29,66 |
13.12.1983-13.01.2004 |
Annan Planı Öncesi kktc |
241 |
5 |
48,20 |
13.01.2004-Günümüz |
Annan Planı Sonrası kktc |
213 |
11 |
18,27 |
Bu da demek oluyor ki siyasal
tarihimizdeki en istikrarlı dönem, 1974 öncesi “BEY” (Bayraktarlık-Elçilik-Yönetim)
dönemidir. Başbakanların sürekliliği açısından bakıldığında ise 1983-2004 Annan
Planı öncesi, UBP’nin astığı astık, kestiği kestik devresi ile yarışabilecek
bir zaman dilimi yoktur! İstikrar isteyen muhalifler BEY yönetimini mi yoksa
2004 öncesi UBP’yi mi özlemektedir?
İstikrar isteyen sağcılara,
istikrar arayışındaki sermayedarlara, ultra zenginlere şaşırmamalıyız ancak
istikrar arayışındaki “solcuların” BEY dönemini veya 1983-2004 arası UBP
hükümetlerini yüceltiyor olması şaşılacak bir durumdur!
Bu da gösteriyor ki egemenlerin
kavramları ile düşünmeye, egemenlerin kavramları ile konuşmaya başladığınızda;
niyetlerinizin ne olduğundan bağımsız olarak egemenlere hizmet etmeye başlamış
olursunuz. İstikrar da böyle bir kavramdır.
Hızlıca bir düşünürsek 2002
yılından beridir Türkiye’de AKP iktidardadır ve bu da 19 yıllık kusursuz bir
istikrar anlamına gelmektedir. İstikrarın hükümetlerin rahat icraat yapmasına
olanak sağladığı iddiasını, bu icraatların içeriğine bakmadan ortaya koymak,
AKP’nin 19 yılda Türkiye’yi getirdiği noktayı önemsememek anlamına gelir.
Evet ortada çok verimli bir
icraatlar yelpazesi vardır, ancak bu icraatlar hangi sınıfın yararına hangi
sınıfın zararına olmuştur? Türkiye’deki iş cinayetleri, kadın cinayetleri,
ekolojik talan, alım gücü gibi verilere bakıldığında icraatların ne yönde
olduğu kolayca görülebilir.
Konu istikrar olduğunda 600 yılda
sadece 36 padişah değiştirmiş olan Osmanlı’nın eline su döken bulunamaz. Ama istikrarsız
hükümetleri devirerek, orta sınıfın istikrar arayışına yanıt veren diğer önemli
figürler arasında ise 1922’de büyük bir kaos içerisindeki İtalya’da iktidar
olan Mussolini (1922-1943), Almanya’ya düzen getiren Hitler (1933-1945) ve
İspanya’da huzuru kılıçla sağlayan Franco (1939-1975) sayılabilir. Tüm bu
hükümetler, işçi sınıfı, emekçiler ve esnaf için hem ekonomik hem demokratik
bir yıkım yaratmış ancak sermayedarlar ve ultra zenginler açısından cennet
bahçesi kurmuştur.
Örnekleri çoğaltmaya gerek yok,
denilebilir ki “biz huzur, düzen ve süreklilik istiyoruz. Bunun neresi kötü?”
Yukarda sayılan örneklerin düzen ve süreklilik bakımından kusursuz oldukları
tartışmasızdır.
Huzur ise, sınıflı toplumlarda
mümkün olmayan, beyhude bir arayıştır. En mümkün olduğu durumlarda ise gene
yukardaki örneklerdeki gibi egemenler için ve emekçiler aleyhine yaşama
geçirilebilir. 1983-2004 arasında UBP yöneticilerinin ve onların kurduğu
düzenden beslenen ultra zenginlerin sahip olduğu huzurlu ortamın eşi benzeri
var mıdır?
Sınıflı toplumlarda, “hangi sınıf
için” diye sormadan hiçbir siyasal kavrama soyut anlamlar yüklenemez,
yüklenirse bundan zarar gören her zaman emekçiler olacaktır! “İstikrar” da bu
kavramlardan biridir.
Kadırga tipi bir gemide kürek
mahkumluğu yapan forsalar, kaptan ve tayfalar arasında istikrar, düzen ve
süreklilik olması yönünde çağrı yapmazlar. İstikrar aynı gemide yolculuk eden
cici baylar ve hanımefendilerin arzusudur.
Roma İmparatorluğu’nda yaşanmış
en istikrarsız dönem, Spartacus önderliğinde gerçekleşen köle isyanları
dönemidir. Osmanlı İmparatorluğu, her 70-80 yılda bir düzeni bozan Alevi
isyanlarını bastırıp istikrarı sağlayarak “huzuru” tesis etmiştir.
Bizim tarihimiz, BEY Faşizminin
gölgesinde barış ve çözüm güçlerini inim inim inleten UBP baskısının istikrar;
2002 sonrası halk hareketliliği ile gevşeyen zincirlerin istikrasızlık anlamına
geldiğinin göstergesidir. Dünyada hiçbir halk, zincirlerinin vidası gevşedi
diye bunu sorun olarak görmez! Hele hele o halkın solcuları böyle bir şeyi
aklından bile geçirmez!
Yönetenler, egemenler, zenginler,
sermayedarlar düzen ve istikrar isterken; yönetilenler daha fazla özgürlük, daha
çok eşitlik, sınıfsız bir adalet isterler. Ezilenlerin sloganı her yerde ve her
zaman “düzen” değil “demokrasidir”, “istikrar” değil “özgürlüktür”!
İstikrar arayışındaki
“solcuların”, seçim barajını yükseltmek, karma oyu kaldırmak, iki partili
sisteme geçmek ve hatta başkanlık rejimini getirmek istemesi dünyaya
ezilenlerin değil ezenlerin, yönetilenlerin değil yönetenlerin, sömürülenlerin
değil sömürenlerin gözleri ile baktıklarını gösteriyor.
Bu da Bağımsızlık Yolu’nun bu
ülkede hükümet değil muhalefet boşluğu olduğuna dair sloganının haklılığını
gösteriyor. Bir ülkede muhalif olduğunu söyleyenler, halkın demokrasi
mücadelesini genişletmek yerine egemenlerin dertlerine çözüm arıyorlarsa, o
ülkede muhalefetin beyni egemenlerin işgali altındadır!
Bu ülkede egemenler için huzur ve
istikrara değil; halkın özgürlüklerini genişletecek, egemenlerin huzurunu
kaçıracak, düzenin tekerine çomak sokacak, yönetenlerin gücünü zayıflatacak bir
muhalefete ihtiyaç vardır. Çünkü onların düzeni istikrarlı iş cinayetleri,
kesintisiz kadın cinayetleri, durmaksızın derinleşen ekolojik talan ve azalan
demokrasi demektir. Bağımsızlık Yolu bu yüzden, muhalefete taliptir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder