1 Ağustos 2006 Salı

Gittik Gördük Hepsi de Özgürlükçü Çocuklar*



Kapitalizmin bizlere tek seçenek olarak sunduğu rekabetçi, bencil, kendini beğenmiş, köşe dönücü kültürün yerine özgürlükçü, eşitlikçi, dayanışmaya dayalı bir kültür örmek üzere yola çıkarken ilhamımızı Dünya Sosyal Formu (DSF)’den aldığımızı hiçbir zaman gizlemedik. İlhamını DSF’den alan bir başka yapı, Avrupa Sosyal Formu (ASF), 2006 yılı buluşmasını Yunanistan’da gerçekleştirirken; Baraka’dan dört aktivist; Besim, Saadet, Mine ve ben bir yıllık çabamızın ürünü “Biradada Birarada” filmimizle Atina yollarını tuttuk.

Heybemizde filmimiz, yüreğimizde daha güzel bir dünyaya inancımızla vardığımız Atina’da bizi sert bir rüzgar karşıladı, bir de dilenciler… Tarihi ve kültürel olarak zengin bir kentte, sosyal anlamda Avrupa’nın en önemli olayı gerçekleşirken bulunmak bizi yeterince etkilemişti. Daha kente adımımızı atar atmaz yüzümüze çarpan rüzgarın sarsıntısını da kaldırabilirdik. Ancak dilenciliğin neredeyse her türünü gördüğümüz beş gün boyunca, yaşadığımız sarsınıtıyı atlatmamız mümkün olmadı. Yoksullukla başa çıkmanın ancak Avrupa çapında ayağa kalkacak bir adalet hareketi ile mümkün olduğunu biliyoruz, biliyorduk. Zaten bunu bilmesek Atina’da işimiz neydi ki?
Semayenin küreselleşmesine, neo-liberal saldırılara ve işgallere karşı, emeğin küreselleşmesi, dayanışma ve barış eksenli bir mücadeleye katkıda bulunmak için oradaydık. Bizim yaşayacaklarımızı biz yaşamadan yaşayanlardan, ne yaşadıklarını, nasıl direndiklerini ne önerdiklerini duymak için oradaydık. Küresel sermayeye karşı emeğin küresel direnişini örgütlemek için, gündemimizi Avrupa’daki yoldaşlarımızla ortaklaştırmak için ve öğrendiklerimizi öğretmek, öğreneceklerimizi öğrenmek için oradaydık.

Üretime karşı Reklam
Binlerce panel, konferans, konser, workshop, tiyatro, film, sergi ve etkinliğin gün gün saat saat görülebileceği programı incelemek için oturduğumuz stand bölgesi, açıkçası bize çok da çekici gelmedi. Hemen her örgütün kendi gündemine dair bir bildiriyi elinize tutuşturmaya çalıştığı, sol içi rekabetin net bir şekilde hissedildiği stand alanını terkedip öğrenme ve öğretme için en uygun alanlar olan konferans-panel odalarına doğru yollandık. Ancak önce Latin Amerika’dan gelen Che’nin içkisi mate’lerimizi bitirdik tabii.

Bir Parçalık Eylem
Konferans odalarının arasındaki koridorlarda ilerlerken kulağımızı okşayan bir müzik duyuyoruz. Biraz meraktan biraz da aldığımız hazzın devamı için müziğe doğru yaklaşıyoruz. Bir kız üç oğlandan oluşan dinamik bir grup, daha önce görmediğimiz müzik aletleri ile daha önce duymadığımız bir parça çalıyorlar bizlere. Bizim gibi meraklılardan oluşan bir kalabalık çeviriyor etraflarını ve kavalcıyı takibeden fareler gibi, büyülenmişcesine hep beraber dinliyoruz. Rüya bitiyor, müzik aktivistleri toplanan kalabalığa bildiriler dağıtıyor. İspanya Devleti’nin baskı altında tuttuğu BASK bölgesinin özgürlüğünü talep eden grup, bizleri de hapisteki yoldaşlarıyla dayanışmaya davet ediyor. Biz broşürlerimize baka baka oradan ayrılırken, başka bir parça başka bir kalabalığı toplamak üzere usul usul yankılanmaya başlıyor ASF koridorlarında...

Özelleştirme Herkesin Derdi
Eğitimde özelleştirme ile ilgili bir panele katılıyoruz. Panel özelleştirme üzerine teorik bir tartışmadan çok, farklı ülkelerdeki deneyimlerin paylaşılması üzerine kurulu. İngiltere’den Almanya’ya, Rusya’dan Yunanistan’a kasırga gibi esen özelleştirme rüzgarlarına karşı çeşitli ülkelerden eğitim emekçileri, veli örgütleri ve öğrenci örgütlenmelerinin alternatif, yaratıcı ve direngen öykülerini dinliyoruz. Onların deneyimi bizim deneyimimiz oluyor. Onların yaşadıklarından, başımızdakilerin bizim için planlarını öğreniyoruz. Yalnız olmadığımızı anlıyoruz.

Burası Hükümetlerin Değil Hareketlerin Meclisi
Kıbrıs Sorunu ASF’nin de sorunu. ÖDP ve Sinaspismos’un organize ettiği Kıbrıs Panelinde, Masis Kürkçügil’in yanında AKEL’i görüyoruz. Özgürlükçü fikirler bizde olduğu gibi Güney Kıbrıs’ta da köklenmemiş daha. Kıvanç Diren’in “Kıbrıs’ı Ortodoks Rumlarla, Müslüman Türklerin barış adası yapalım” dediğini duyduğumuzda kulaklarımıza inanamıyoruz. Tam birbirimize bakıp aynı şeyi duyduğumuza emin olalım derken, bir Yunanlı kadın basıyor kahkahayı “love things”(aşk sözleri) diyor gülerek. Ve bize dönüp soruyor, adanızda daha politik insanlar yok mu? Ama Kıvanç Diren’in aşk sözleri söylemeyi tercih etmesinin ne kadar mantıklı olduğunu birazdan anlayacağız. AKEL sözcüsü Kıbrıs Cumhuriyeti ağzından konuşup, hükümetin politikalarını savunmaya kalkınca; Sinaspismos tepki veriyor: “Burası hükümetlerin değil hareketlerin meclisi, yanlış yere geldiniz herhalde”. Ardından toplantıda bulunan Kıbrıslı Rum akademisyenler AKEL’in ABD ile olan işbirliğini, milliyetçi politikalarını deşifre etmeye başlıyorlar bir bir... Masis Kürkçügil son noktayı koyuyor; “yoldaşlarımız bilsinler ki biz özeleştiri vermekten bıkmaya başladık.” AKEL üyesi dinleyiciler salonu terkederken, aşk sözleri değil de CTP politik çizgisini izah etmeye kalkan sözler söylese neler olacağını önceden tahmin etmiş bulunan Kıvanç Diren’in ne kadar akıllıca davrandığını anlıyoruz. Milliyetçi söylemlerini salona yansıtmak yerine, AKEL’in soldan eleştirisinden zevk almaya bakıyor salondaki CTP’liler, sıranın kendilerine yaklaştığını farketmeyerek...

Biradada Birarada
Kıbrıs Paneli sonrası salonda bulunan kalabalığa filmimiz ile ilgili bildirimizi dağıtıyoruz. Büyük de bir ilgi görüyoruz. Kim bu Baraka? Daha önce ASF’ye gelmiş mi? Kıbrıs’ta bizim gibi örgütler var mı? Daha nice böyle sohbetler. Filmimize yoğun bir ilgi oluyor. Odanın kapısında insanlar birikiyor filmi izleyebilmek için... Aynı anda yüzlerce farklı etkinlik varken bizim etkinliğimizin kapısına yığılan insanlar duygulandırıyor bizi... Film sonrası heyecanlı sohbetler, tanışmalar, e-mailler, telefonlar... Kıbrıslı Elen birkaç gençle tanışıyoruz, hepsi de özgürlükçü çocuklar... Yunanistan’daki eğitimleri bitip Kıbrıs’a döndüklerinde örgütlenecekleri ve aradığımız gerçek partnerimizi bulacağımız umuduyla ayrılıyoruz yanlarından...

Kiminle Yürüsek?
Yürüyüş saati yaklaştıkça salonlar da, standlar da farklı bir cıvıldamaya başlıyor. Pankartlar hazırlanıyor, dövizler yazılıyor. Yoğrum yoğrum yoğrulan bu onbinlerce kişilik kitle, Yunanistanlı sendikaların kitlesel desteğiyle yüzbinler olmaya hazırlanıyor. Heyecan dorukta... Biz de kendi aramızda ufak çaplı bir tartışma başlatıyoruz. Sorumuz şu: yürüyüşte hangi örgütün kortejinde yürüyeceğiz? “Bağımsız takılalım, heryerde gezelim” seçeneği ilk elenen seçenek oluyor. Ortalıkta dolanmakla eylem yapmak arasındaki farkı kimse görmese bile,  biz hissedeceğiz. Kendi bilincimize yalan söyleyecek halimiz de yok... Ayrıca farklı bir ülkedeyiz ve burada eylem alanında toplanma, yürüyüş organizasyonu, sloganlar, eylem disiplini gibi görmek, bilmek istediğimiz birçok şey var. Karar veriyoruz ve diyoruz ki buranın yerel bir yapısı ile yürümek bizim için en öğretici deneyim olacak. Hem biz değil miyiz, içinde bulunduğumuz her alanda o alanın dinamiklerine öncelik veren? Eh kafa dengi bir örgüt bulmak da zor olmuyor açıkçası. Sinaspismos ve Diktio arasında bocalıyoruz bir süre. Sonra “Biradada Birarada”nın gösterimini ayarlarken oluşturduğumuz partnerlik ilişkisinin devamı ve parti olmamalarından kaynaklı olarak mücadele alanlarımızın benzerliğinden yola çıkarak Diktio’da karar kılıyoruz.

Meşru Müdafaa Şiddet Değildir
Diktio Yunanca’da network (ağ) demek. Farklı farklı alanlarda yapılacak örgütlenmelerin, o alanların kendine özgü sorunlarına, dinamiklerine ve özerkliğine dayalı olarak koordine edilmesi gerektiğini düşünüyor DİKTİO. Otobüsle toplanma yerine giderken sohbet ettiğimiz üniversiteli Adamos’a soruyorum: “üniversitede Diktio’yu örgütlüyor musun?”, “Tabii ki hayır” diyor... Ve cevabı Cristina’dan alıyorum: “onların kendi ayrı örgütlenmeleri var.” Diktio Yunanistan’da bulunan göçmenler arasında da çalışmalar yürütüyor. Ve göçmenlerin de kendi ayrı örgütlenmelerini oluşturmalarına ön ayak olmuşlar. Özgürlük adına eşitliğin ortadan kaldırılmasına karşı oldukları kadar, eşitlik adına özgürlüğün gözardı edilmesine de karşılar. Elimdeki Diktio broşürünü karıştırıyorum: “küresel düşün yerel hareket et”, “ırkçılık ve milliyetçiliğe karşı mücadele”, “dayanışma”, “kapitalist küreselleşmeye karşı emeğin küreselleşmesi” gibi başlıklar görüyorum. Neredeyse Baraka’nın değerlerini çevirmişler de yazmışlar gibi. “Birileri burada bir Baraka kurmuş bizden habersiz” diyorum arkadaşlara, gülüşüyoruz.
Bu sırada Cristina “biz saldırganlığa karşıyız” diyor. Bunu neden söylediğini daha iyi anlamak için soruyorum: “pasifist misiniz?”. “Hayır” diyor Cristina, “peki diyorum, düzenlediğiniz bir eyleme saldırılirsa karşılık vermez misiniz?” Cristina gülümsüyor ve seyehatin sonuna kadar aklımızdan çıkmayan yanıtı veriyor: “self-defens is not offense(kendini savunduğun zaman saldırmış olmazsın)” “Ben” diyor Cristina “Sosyal Form’daki standlarda Türk militer örgütlerinin sergilediği işkence ve silahlı mücadele broşürlerini kastetmiştim.” O an anlıyorum ki, kanlı insan vücutları ile dolu fotoğraf kareleri aklından çıkamamış, tıpkı benim gibi onun da... Böyle görüntüler üzerinden hangi aklı başında insan solcu olur ki zaten? Ve anlaşıyoruz ki|; mecbur kalındığında şiddeti reddetmemekle beraber, şiddet üzerinden propaganda yapmayı doğru bulmuyoruz.

Polis Saldırırsa Bayrakları Takip Edin
Yürüyüş alanına geldiğimizde hepimizin elinde bir uzun liste var. Bu listede yardım alabileceğimiz avukatların telefonları yazılı. En ufak bir sorun çıkması durumunda neler yapılacağı, yürüyüş güzergahımız, anarşistlerin polise hangi noktalardan saldırabileceği, polisin saldırırken genellikle hangi yöntemleri kullandığı gibi konularda ayrıntılarıyla bilgileniyoruz. Ve son bir öğüt veriliyor bize: “polis saldırınca genelde bir diktörtgenin üç yanını kapatarak saldırır. Açık kalan köşeyi kaçmanız için bırakır. Tehlike geçince bayraklar alana dönecek ve sallanmaya başlayacak, o zaman toparlanın.”
Bayrakları çok ilginç kullanıyorlar, savunmadan saldırıya, coşkudan haberleşmeye çeşit çeşit işlevi var bayrakların.
Ve yürüyoruz.
Yüzbinlerce insan barış, adalet, dayanışma, doğa, eşitlik, özgürlük, kadın hakları vb. yüzlerce neden için yürüyor. Daha ilk polis saldırısında caddedeki tüm çöp kutuları ateşe veriliyor. Duman, biber gazının etkisini azaltıyormuş. Gaz da tam biber gazı ama... Ters dönmüş yanan arabaların arasından geçtiğimiz bir anda, koşmakta olan bir grup polise “en dio (bir ki)” sloganları ile eşlik ediyoruz. Küfürlere, el kol hareketlerine sinirlenmeyen polis, bu slogana çok sinirleniyor. Ama zaten biz de sevimlilik olsun diye atmıyoruz sloganı.

Forum Hareketi Bir Sol Turizm Faaliyeti Değildir
Saatler sonra yolun sonuna geliyoruz. Yunanlı yoldaşlarımızla yürüdüğümüz ilk yolun sonuna... Ayaklarımız yorgun da olsa yüreğimiz daha uzun yollara birlikte çıkabileceğimizi anlamanın coşkusuyla dolu, otelimize dönüyoruz. Metro’da yürüyüşten dönen çeşitli gruplardan gençler, ellerinde dövizler, yüzleri gülüyor.
Atina’da gerçekleşen 4. Avrupa Sosyal Formunun bilançosunu çıkarmak bu kısa anı-gözlem yazısının sınırlarını çok aşar. Ancak Form’a öğrenmek, deneyim paylaşımında bulunmak ve kendi ürettiklerini paylaşmak için değil de, örgütünün reklamını yapmak için gelmiş sekter örgütler yanında, sosyal formu bir turizm faaliyeti gibi kurgulayarak dolaşmaya gelmiş bireysel bireycilerin bu hareketi yaratan yapılar olmadığının altını çizmek gerekiyor. Evet, onlar var. Ve başarılı olan, büyüyen, dinamik her hareketin etrafını sarmalayacaklar, oralarda görünmek isteyecekler, hatta zaman zaman onu yeterli bulmayıp eleştirecekler. Ancak bilmemiz gereken en önemli şey; üreten, ayağını bastığı coğrafyada somut ilişkiler kuran, somut işler yapan yapılar var olduğu sürece; bu yapıların bilgi, deneyim ve fikirlerini paylaşma ihtiyacı da var olacak. İşte Avrupa Sosyal Formu bunun için değilse, hiçbirşey için değildir.

*Sevgili Kıvanç Eliaçık’ın kulakları çınlasın

-----------------------

SÜTUN

“Başka Bir Dünya Mümkün”
Bu slogan, bugün sol içinde kendini radikal sayanların eleştirmek için yarışa girdikleri bir slogan. Eleştirilerin ana ekseninde; bugünü eleştirmek ve başka bir alternatifin olası olduğuna vurgu yapmakla birlikte, o “başka” dünyanın nasıl bir dünya olacağını tarif etmeyişine açık bir sitem var. Kimisi o dünyanın sosyalist olduğunu, kimisi “ekolojist” olduğunu ama hemen hepsi de “anti-kapitalist” olduğunu açıkça duymak istiyor… Ne ki, sözün özüne indiğimizde; “mümkün” olan, gerçekten de “başka bir dünya”dır. Çünkü kendi kaderine kendisinin seçmediği koşullar altında hükmeden insanlık, bugünkü dünyaya mahkum değildir. Ve geleceğin dünyasının nasıl bir dünya olacağını yine insanlar ve onların mücadeleleri tayin edecektir. Bugün var olan dünya olduğu gibi kalmayacak! Değişecek… Ya biz onu mümkün olan en iyi dünya yapmak üzere harekete geçeceğiz, ya da o mümkün olan en kötü dünya olma yolunda ilerlemeye devam edecek. Dünyanın şimdiki halinde hepimizin sevmediği, beğenmediği yönler var. Kimimiz onun doğaya daha saygılı, kimimiz kadın-erkek ilişkilerinde daha eşitlikçi, kimimiz sınıfsal sömürünün olmadığı hali için mücadele ediyoruz. Yani “başka türlü bir dünya” hepimizin istediği. Hepimizin ortak noktası olan bu yerden hareket ederek, güçlerimizi birleştirmenin doğru bir yöntem olduğunu ise Dünya Sosyal Formu (DSF), Avrupa Sosyal Formu (ASF) pratiği bize ispatlamış durumda.
Bizlerle birlikte olmak için; o başka dünyanın, onu yapacak insanların somut deneyimleri ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesi yerine, bugünden ölçülüp, biçilip, tartılıp kararlaştırılmasını şart koşanlara ise fazla bir sözümüz yok söyleyecek.
Tıpkı Brecht’in şiirindeki gibi:
“Doğrusu dostlarım, bir insan
bastığı yerin ne denli kızdığının farkında değilse
ve orada durmaktansa, neresi olursa olsun
başka bir yere gitmek zorunluluğunu duymuyorsa
söyleyecek hiçbir sözüm yok o insana.
bizler de, artık bundan böyle,
boyun eğme zanaatıyla değil de
boyun eğmeme zanaatıyla ilgilenen bizler de,
somut öneriler öne sürerek
etten kemikten işkencecilerini alaşağı etsinler diye
insanlara çağıran bizler de,
inanıyoruz ki,
yaklaşan bombardıman filoları karşısında parababalarının,
yok şu sorunu nasıl çözeceğimizi,
yok şu konuda ne önerdiğimizi,
ve devrimden sonra,
biriktirdikleri paralarının ve bayramlıklarının ne olacağını
durup durup soranlara
fazla bir sözümüz yok söyleyecek.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder