6 Mayıs 2008 Salı

6 Mayıs 2008 Denizler Anması Bildirisi



"...Egemen sınıflar sağlıklarında, büyük devrimcileri ardı arkası gelmez amansız cezalarla mükafatlandırırlar; doktrinlerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en namussuz yalan ve iftira kampanyalarıyla - karşılarlar. Ölümlerinden sonra büyük devrimcileri zararsız azizler haline getirmeye söz uygun düşerse evliyalaştırmaya, ezilen sınıfları teselli etmek ve onları aldatmak için isimlerini bir hale ile süslemeye çalışırlar. Böylece onların devrimci doktrinlerinin gerçek özü unutturulur, basitleştirilir ve devrimci keskinlikleri törpülenir" (Lenin)

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Türkiye’nin tam bağımsızlığı için; emperyalizme, kapitalizme ve onların yerli işbirlikçisi iktidarlara karşı mücadele ederlerken yakalandılar. Düzmece bir mahkemenin sonunda idama mahkum edildiler. Bu idamın engellenmesi, devrimci yoldaşlarının kurtarılması için mücadele eden THKO ve THKP-C’nin daha sonraki eylemleri de başarısız oldu. 1972 yılı, 1960’lı yılların öğrenci gençlik ve işçi mücadelelerinin yarattığı en ileri kadroların, TC oligarşisi tarafından topyekün yok edilmesi ile kapanırken; Türkiye devrimci hareketi ciddi ve inkar edilemez bir yenilgi ile yüzleşti.

1960’lı yılların mücadeleleri içerisinden süzülerek gelen bu devrimci gençlik dinamizmi elbette burada son bulmadı. Önce 1970’li yılların işçi-öğrenci-köylü mücadelelerinde pratik bir yankı yarattı ve günümüzde ise devrimci hareketin hemen her kesiminde saygın bir yol gösterici olarak algılanmaktadır.
Şimdilerde Denizleri sahiplenmeye çalışıp, Che t-shirtleri ile ortalarda gezinmeye başlayanların, silahlı mücadeleyi terörizm, gerillacılığı da maceracılık olarak gördüklerini tarihe bir not olarak düşelim: 1972 sonrası TİP’in sovyetik çizgisini devralan TKP, genel olarak gerilla hareketini ve özel olarak 12 Mart’a karşı verilen silahlı direnişi küçük burjuva–öğrenci “goşist” unsurların sınıf mücadelesinden sapması olarak değerlendirdi. “Goşist” uydurma nitelemesi Türkiye revizyonist solunun, devrimci harekete yönelik bir karalama ibaresi olarak kullanılmıştır. Bu kavram daha sonra CTP revizyonizmi tarafından Halk-Der için de sık sık kullanılmıştır. Ne Marx-Engels-Lenin’e ait eserlerde ne de Marxizmi geliştirmiş olan daha yeni yazar veya kaynaklarda tanımı bulunmayan ve tamamen uydurma olan bu kavramın içeriği her zaman muğlak kalmıştır. Revizyonistlerin ihtiyaçlarına göre tanımladıkları ve hangi güncel meselede nasıl bir tanımla içini doldurmaya ihtiyaçları varsa ona göre şekil verdikleri köksüz bir kavram olarak, bilim dışı bir karakter arzeden “goşizm” ifadesinin rastlayabildiğimiz en bütünlüklü “tanımı” 8 Mayıs 1980 tarihli Yenidüzen gazetesinde Hasan Kamil isimli Konuk yazar tarafından şöyle verilmektedir: “Nedir Goşizm? Kabaca tanımlamak gerekirse, Goşizm; sol içinde, emekçi sınıflar adına yola çıkan, hatta işçi-köylü iktidarı amaçlar görünüp, özüyle eylemiyle, yöntemleriyle işçi sınıfı çizgisinden sapan, maceracılık noktasına varan, işçi sınıfı biliminden ayrılarak keskinliğe ve terörizme saplanan, bilerek veya bilmeyerek işçi sınıfının nihai hedefi olan sömürünün ortadan kaldırılması savaşımını baltalayan bir düşünce ve eylem biçimidir. Belli bir bilimsel temelleri ve öğretileri olmadığından her ülkede, farklı biçimlerde görülür. Anarşizmden, Troçkizme, Maoculuğa kadar giden bu yolda hepsini birleştiren ortak bir yan vardır: İşçi sınıfına inançsızlık, işçi sınıfı bilimine güvensizlik, işçi sınıfına düşmanlık...”
İşte revizyonistlerin, CHE’yi, Deniz’leri ve Mahirleri algılama şekli budur.

Peki, 1960’lı yıllarda oluşan, 1968 ile birlikte olgunlaşan ve 1970’li yılların hemen başında yarattığı teorik-pratik kopuşla, Türkiye devrimci haraketinin iskeletini oluşturan devrimci akımdan bize miras kalan nedir? Baraka Kültür Merkezi olarak bize göre, bu akımın bugün hala geçerlilik arzeden unsurları şu şekilde tasnif edilebilir:

1- Politik İktidar Ancak Devrimci Eylemle Ele Geçirilebilir
1960’lı yılların devrimci gençliği, THKO ve THKP-C örgütlülüğünde, özellikle de Deniz ile Mahir’in kişiliğinde; parlamentarizmi, evrimciliği, reformizmi ve revizyonizmi mahkum etmiştir. Devrimci gençlerin TİP ile yaşadığı saflaşma, parlamenter yollardan iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen evrimci-revizyonist “sol” ile, devrimci solun saflaşmasıdır.

2- İşçi Sınıfının (İdeolojik) Önderliği
Devrimci Gençlik, kendi teorik pratik tavrını olgunlaştırırken çeşitli yanlış görüşlerin eleştirisini de gerçekleştirmiştir. O dönemlerde, devrime katılacak halk katmanları belli iken, devrime hangi kesimin önderlik edeceği de ciddi bir tartışma konusudur. Bir kısım “solcu” milli burjuvazinin önderliğini, bir kısım “solcu” devrimci küçük burjuvazinin önderliğini savunurken; devrime model olarak, TSK’nin önderliğinde gerçekleşecek ilerici bir darbeden bile söz edilebiliyordu.
Denizler ve Mahirler için, Türkiye Devrimi işçi sınıfının önderliğinde yürütülecek bir halk savaşı ile gerçekleşecektir.

3- Mevcut Uluslararası Merkezlerden Bağımsız Bir Enternasyonalizm
Dönemin belirleyici bir unsuru olan Çin-Sovyet kutuplaşmasında, Devrimci Gençlik mevcut uluslararası merkezlerden bağımsız bir duruşu savunmuştur. Çin Halk Kültür Devrimi, Vietnam Kurtuluş Savaşı, Küba Devrimi ve Filistin’deki Mücadele ana beslenme kaynakları olmakla birlikte, hiçbir komünist merkeze tabi olmamışlar, büyük ülke küçük ülke, devrimini yapmış ülke , devrimini yapmamış ülke gibi hiyerarşik bakış açılarına prim vermemişlerdir.

4- Yeni-Sömürgecilik Tespiti
Emperyalizmin bunalım dönemleri kavramsallaştırması, Emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi tespiti ve bu bunalım dönemi ile bağlantılı olarak ortaya çıkan Yeni-sömürgecilik değerlendirmeleri; emperyalizmin tahlil edilmesinde gerçek diyalektik bakış açısını sunmaktadır. Bu sebeple yeni sömürgeciliğin doğrudan bir sonucu olarak, emperyalist ilişkiler artık sadece dışsal ilişkiler değil, içsel ilişkilerdir de. Bu sebeple dönemin doğru tespiti ile Türkiye devrimi anti-emperyalist, anti-oligarşik bir yeni sömürge devrimi olacaktır. 

Tarihin bir ironisi olarak, bu devrimci inisiyatif fiziki olarak mağlup olurken, politik olarak zafer kazanmış ve gerek sol içi yanlış görüşleri (parlamentarizm, revizyonizm, cuntacılık, uluslararası devrimci merkezlere tabilik), gerekse de emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin niyetlerini (oligarşinin krizinin aşılarak yeni-sömürgeciliğin kurumsallaştırılması) sekteye uğratarak; kendinden sonra gelecek devrimci harekete elverişli bir zemin devretmiştir.
Fiziksel olarak mağlup olan 1968 Devrimci gençliği, kesinlikle politik bir zafer kazanmıştır. Bu zafer iki cephede elde edilmiştir. Türkiye’de yeni-sömürgeci ilişkileri kurumsallaştırmayı hedefleyen 12 Mart 1971 faşist darbesi silahlı direniş ile karşılanmış ve maskesi düşürülerek gerçek yüzü ortaya çıkarılmıştır. Bu sebeple yeni-sömürgecilik kurumsallaştırılamamış TC Oligarşisinin krizi 1970’li yıllar boyunca devam etmiştir.
Diğer yandan Türkiye solunda revizyonizmin hegomonyası kırılmış, bu tarihten sonra parlamentarizm ve cuntacılık ise tarihe karışmıştır.

 "Bırakın liberallerin ve dehşete düşmüş entellektüellerin özgürlük adına verilen ilk gerçek kitle muharebelerinden ödleri kopsun, bırakın korkaklar gibi döğüştüğünüz yere tekrar gitmeyin, ölüme giden yola bir daha ayak basmayın desinler. Sınıf bilincine sahip proletarya onlara şöyle cevap verecektir: Tarihte bütün devrimlerin büyük sorunları sadece ileri sınıfların tekrar tekrar saldırıları ile çözülmüştür. Ve onlar yenilgi derslerini öğrendikten sonra zafere ulaştılar. Yenilmiş ordular iyi öğrenirler." (LENİN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder