Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin ABD menşeli bir şirketle anlaşarak Kıbrıs’ın güney sahillerinde
petrol ve doğalgaz arama çalışmaları başlatması bir süreden beridir gündemin
ilk sıralarındaki yerini koruyor.
TC’nin Akdeniz’de
ne olup bittiğine hoyratça karışan arsız tavrı uzun süre konuşuldu. Bu o kadar
utanmaz ve çelişkili bir tavır ki, kendi dış politika yetkilileri bile bu tavrı
izah etmekte zorlanıyorlar.
Kendini
bölgenin ağası ilan eden, önüne gelene posta koyan, delikanlı TC; ABD’nin Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne verdiği güvenceden sonra yan çizip bayrağı yarıya indirdi. Şimdi
sümüklerini çeke çeke, “biz de kktc ile kendi münhasır alanımızı ilan edip
aramalar yapacağız” diyor.
Eh tabii,
uluslararası emperyalizm arenası Hamitköy Roundabout’una benzemiyor. Kıbrıslı
Türklere yaptığın muameleyi de Ortadoğu’nun bölgesel güçlerine yapmak mümkün
değil...
Ama sonuç ne olursa olsun, kendisini hiç mi hiç ilgilendirmeyen bir
coğrafi bölge için, “yaptırmam, ettirmem, donanmam boşuna mı duruyor” gibi
açıklamaları yapabilen bir zihinsel yapı gerçekten tehlikeli. Nitekim 19
Temmuz’da kafamıza inen yumruklar sayesinde yaşayarak da gördük böyle bir
mantığın tehlikelerini...
Diğer
yandan, hiçkimsenin eksiği diğerinin fazlası olmuyor... TC’nin hayatı ve
maceraları böyle sürerken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve onun pek bir “solcu,
çevreci, ilerici” yöneticilerinin küresel güç oyununda ekolojiyi ne kadar
önemsediklerini de görüyoruz.
Akdeniz’i
bir petrol bataklığına çevirmek pahasına giriştikleri şu işe bakın... Tarihin
gördüğü en kirli teknolojilerden birini güzelim adamızın başına musallat
ederken vicdanları ne kadar da rahat... Tek dertlerinin para olmadığı ise
kesin, TC ile oynadıkları satrançta hamle avantajı elde etmek çok daha
kıymetli. Olan balıklara, yosunlara, denizlere olacakmış... Amaaan sen de, konu
mu bu şimdi!..
Petrol-doğal
gaz aramalarına başlayan Kıbrıs Cumhuriyeti hem AB’den hem de ABD’den destek
alıyor. Bu işe tek karşı çıkan ise özel çıkarları zarar gören TC.
Mesele
sadece TC’nin çıkarları olduğunda delikanlılığın sınırının nereye kadar
olduğunu da hep beraber gördük. Bir iki keskin demeç, eşeği dövemeyip semerini
dövme misali Kıbrıslı Türklere yumruk ve en sonunda da kuyruğu kısıp geri
çekilmek... İşte delikanlılık buraya kadar.
Bir de ABD
çıkarları zarar görseydi bu işten, işte siz o zaman görecektiniz “kahraman Türk
Ordusu’nun” Akdeniz’de nasıl destan yazdığını... Dosta nasıl güven, düşmana
nasıl korku salındığını... Ama gel gör ki ABD çıkarları bu işten zarar
görmüyor, böyle olunca da “kahraman ordumuz” yerinden kımıldayamıyor...
Bu da bize
iki açık gerçeği gösteriyor. Birincisi Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız bir devlet
değil AB-ABD ikilisinin rahatça idare ettiği ikinci bir kktc’dir. İkincisi
TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunuşu kendi başına yediği bir herze değil, aksine
kendisine verilmiş bir görevdir. Yani Kıbrıs’ta TC işgalinden değil,
emperyalizmin kolektif işgalinden söz etmek gerekir. Bu işin bir ucundan tabii
ki TC tutuyor; ama zurnanın kaçıncı deliği olduğunu varın siz hesap edin...
Esas
düşünmemiz gereken ise; tüm bu işler olurken yani 1950’leren 1970’lere kadar
Kıbrıs’ta petrolden metrolden söz edilmediği, daha doğrusu, petrol yokken
başımıza gelenlerden sonra şimdi petrol bulunursa bu işin ne hale gelebileceğidir...
Varıp da
petrol bulurlarsa güzelim adamızın açıklarında, artık sadece stratejik önemi
olan bir kara parçası değil, ticari kıymeti de olan bir coğrafya haline
geleceğiz. Bugün petrolü olup da hayrını gören bir halk var mı dünyada?
Venezüella
dışında diyorum... Orada da topu topu on on beş yıldır halkçı bir yönetim var
ama daha okuma yazma oranı bile normal seviyelere getirilebilmiş değil. Bırakın
sağlığı, barınmayı...
Bize
çizilecek modelin ise güney yarımküreden değil, yanıbaşımızdaki Ortadoğu
rejimlerinden ithal edileceği rahatlıkla düşünülebilir. “Federasyon”umuz da
artık Birleşik Arap Emirlikleri tarzında olur. Şeyh Dimitris’in kabilesi ile
Şeyh Derviş’in kabilesi arasında, yoksul halkın demokrasiden bi haber
ezilmişliği üzerinden mutlu bir beraberlik!.. Ne güzel değil mi ama...
Ekolojik
anlamda ikinci bir Nijerya, politik anlamda yeni bir Irak, siyasi anlamda
mükemmel bir Suudi Arabistan da olabiliriz. Eğer çıkarılacak petrolün parasının
kendilerine yansıyacağını zannedenler varsa, daha çok beklerler... Petrol her
nereden çıktıysa, çıktığı yerin halklarının da canını çıkardı bu güne kadar...
İşimiz
vahim yani. Daha profesyonel işbirlikçiler, daha baskıcı bir polis-asker
rejimi, daha yoğun şiddet, daha geri bir eğitim, sağlık politikası... Kısacası nispi
refah politikaları ile elde tutulan stratejk sömürge yapısından, tam bir
sefalet altında ezilen neo-liberal yeni sömürge politikalarına geçiş...
Hayatınızdan
şikayetçiyseniz, bekleyin petrol bulunsun da sonrasını göresiniz...
Birkaç gündür
hep aynı şeyleri konuştum çevremdeki insanlarla... Ya petrol bulurlarsa ne
yapacağız. Zaten olmayan politik ağırlığımız, zaten kaale alınmayan irademiz ne
hallere düşecek...
Bizim için
yapılan planları görmek çok kolay. Bizim ne yapacağımızı bulmaksa çok zor.
Açık olan
tek şey varsa, kaderimizin Ortadoğu halkları ile giderek daha fazla kesişmekte
olduğu. Eğer Mısır çok uzak geliyorsaydı size düne kadar, artık daha yakın
olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla...
Ve bu
kaderi değiştirmenin tek bir yolu var: Ufak hesaplardan vazgeçip bedel ödemeye
hazır olmak. Bu bedeli birisi ödeyecek. Şimdi biz, veya yarın çocuklarımız.
Ben kendi
adıma çocuğumun ödemesine razı değilim bu bedeli. Kendim ödeyeceğim...
Ya siz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder