“Polis dedi: Bu adam yankesici.
Sütçü dedi: Hem de topal.
Hanna dedi: Bundan ne çıkar?
Erkeğim benim o.
Benim canım onu çeker.”
Sütçü dedi: Hem de topal.
Hanna dedi: Bundan ne çıkar?
Erkeğim benim o.
Benim canım onu çeker.”
Bertolt Brecht
Son
zamanlarda çok sık karşılaştığım bir iddia var...
“Memurdan
devrimci olmaz”, diyor bir çok tanıdık... Üstelik çok da eminler bu
söylediklerinden...
Hatta
iddialarını kanıtlama ihtiyacı dahi hissetmiyorlar. Çok bilinen, herkesçe
paylaşılan ve doğruluğu tartışmasız bir fikri dile getirmenin rahatlığı
seziliyor yaklaşımlarında...
Biraz daha
agresif olanları, küçümseyici bir tonda kullanıyor bu ifadeyi; “memur
devrimciler sizi...”
Komik de
bir hava yok değil hani bu yaklaşımlarında...
Oldum
olası anlayamamışımdır bu cümlelerde eleştirilenin ne olduğunu; “memur” olmak
mı yoksa devrimcilik mi?
Kişi
“memur” olunca, devrimci olmamalı mıdır? Yoksa devrimciler “memur” mu
olmamalıdır?
İnsanın
“memuriyeti” onun devrimciliğini etkilemekteyse, neden devrimciliği
“memuriyetini” etkileyememektedir?
Belli ki adına
“memurluk” denilen meslek, adına devrimcilik denilen yaşam tercihini kolayca
biçimlendirebilecek kadar güçlüdür bu dostların gözünde...
Ancak
kızgınlıkları “memurluğa” değil de daha çok devrimciliğe gibi geliyor bana...
“Memur”
olmayan devrimci mi bulamıyorlar bilmem, ama hep “memur” devrimcileri
küçümsüyorlar...
“Memurları”
aşağılamıyorlar mesela, veya salt devrimci olduğu için özellikle övdükleri
birisi de yok.
Tam aksine
“memurun” geçim derdi, çalışma hayatındaki sıkıntıları falan çok önemli onlar
için... “Oh olsun bu memurlara, sistemin işbirlikçileri sizi” diyenini duymadım
daha...
Ama kişi
hem memur hem de devrimcilik iddiasındaysa, vay haline...
İşte o
zaman tanrının gazabı olup yağıyorlar gökten... Kısılan gözler ve alaycı
sözlerle koyuyorlar evrensel ve eleştirilemez yargıyı: “Memurdan devrimci
olmaz!”
Niye
olmaz?
Bu
evrensel bilginin bazı iyi niyetli sahipleri, bunu da izah ediyorlar,
sağolsunlar...
“Çünkü
memur, maaşını devletten alıyor...”
Ve bu
derin açıklamadan sonra bile, hala şüphe edebiliyorsanız bu ulvi gerçekten;
işte o zaman sizin aslında iflah olmaz bir insan olduğunuza kanaat getiren yüz
ifadelerini buluyorsunuz karşınızda... Acıma mı, iğrenme mi belli olmayan;
kibirle karışık bir mesafe yerleşiyor gözlerle çene arasına...
Yer yarılıp
içine girseniz, Sarayönü’nde bağıra bağıra tövbe etseniz... Belki o zaman
affedilebilirsiniz...
“Memurdan
devrimci olmaz, çünkü memur maaşını devetten alıyor.”
Maaş
aldığı yere göre mi değişir kişinin duruşu yaşam içindeki?
Mesela
maaşınızı devletten değil Boyacı’dan alırsanız, olabilir misiniz devimci?
Ya da
kendi işini yürüten bir esnaf mı olmak gerek, devrimciliğinizin tartışılmaması
için?
Yoksa
devrimci olmanın yegane koşulu, devrimciliği tartışmasız bir gazeteden maaş
çekmek midir acaba?
Yani kişi,
maaş aldığı yere biat etmek zorundaysa eğer; Boyacı neden muaf bundan da devlet
değil?
Geçim
derdinde ise memur onların dediği gibi, ve işler sürekli artarken maaşlar
sabitse, ve hayat pahalılanıyorsa gitgide, ve bu sistem yanlışsa komple;
memurun da emekçiden sayılmaması niye?
Çok soru
sormak mıdır devrimciliğe halel getiren yoksa, herkesin doğrusunu benimseyip
yeni bir şeymiş gibi tekrarlamak mı?
Sınıf
ihaneti az görülmüş bir şey değil tarihte oysa...
Aristokratından
küçük burjuvasına kadar binlerce devrimci kazandırdı tarih bizim saflara...
Bunlardan,
devrim için seve seve kendini feda edeni de özünü özleyip halkın “öğretmeni”
olmak isteyeni de çıkmadı değil...
Zaten
yaşamı düz bir çizgi, safları siyah ve beyaz, devrimi lekesiz bir sayfa olarak
algılayanlar da böyle gelmedi mi aramıza?
Püriten
ahlak anlayışları, çelişkisiz yaşam arayışları, kendi kendilerini
kırbaçlayışları, anlamsız umutları ve sonsuz karamsarlıkları ile kapılmadılar
mı onlar da devrimin akıntısına?
Hoşgeldiler
sefalar getirdiler yanımıza...
Çok renkli
başlıklar eklediler tartışmalarımıza...
Sırf kendi
varlıkları ile ispatlıdır devrimciliğin çekim gücü...
Adına
sosyal refah devleti denilen iğrenç uzlaşma çözülür, “memur” her geçen gün daha
da emekçileşirken... Devrimciliği hareketin “trafik polisliği” zannederek,
kafasındaki püriten ahlak anlayışına göre “dur” veya “geç” işareti yapan
dostların panik içinde olmaları ne kadar doğal...
Yaşam akıp
gidiyor...
Ve tüm acımasızlığı ile
siyahlara beyaz, beyazlara siyah katıyor hayat...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder