30 Kasım 2011 Çarşamba

Sayılsak mı Sayılmasak mı?



Biliyoruz oysa; / Alçaklıktan nefret bile / Çarpıtır çizgileri / Haksızlığa öfke bile / Kısar sesi.
Ah, biz / Hazırlamak isterken dostluk yolunu / Dost olamadık kendimiz. / Siz ama, o gün gelince / İnsanın insana el uzattığı, / Anın bizi / Hoşgörüyle.”
Brecht

Kıbrıslı Türkler olarak kendi geleceğimize dair söz söyleme haklarımızın elimizden alındığını sağır sultan bile duydu artık.
Kıbrıs’ın işgal atında olduğunu, işgalin kuzey kanadının TC taşeronluğunda yürütüldüğünü, bunun da bin bir türlü olumsuz sonucu beraberinde getirdiğini ısrarla yinelemek gerek...
Asimilasyon politikalarının kurbanlarıyız...

Köy isimlerimiz, yol isimlerimiz, park isimlerimiz değiştirildi/değiştiriliyor...
Dilimize, din algılayışımıza, yaşam pratiğimize hoyratça müdahale ediliyor...
Siyasal sistemimiz teslim alınmış durumda...
Siyasal partilerimiz, bizden çok Ankara’ya hizmet ediyor...
Adına Elçilik denilen mekan, adına Meclis denilen mekandan daha çok yasa üretiyor...
Nüfus yapımız değişiyor...
Hem dışarıya göç veriyoruz hem de dışarıdan nüfus alıyoruz...
Toplumsal yapımız değişiyor, siyasal yapımız yozlaşıyor, ekonomik yapımız geriliyor...
Bu süreçte bizim de hatalarımız var tabii...
Kendi içimizden çıkıp bizi vuranlar, Ankara’ya hizmet yarışına girenler oldu...
Gelen nüfustan ticari faydalar da sağladık...
Üretimden koparıldık. Fabrikalarımız kapatıldı, tarlalarımız arsa yapıldı...
Surlariçi’nden kimse bizi zorla atmadı, kendi isteğimizle çıktık...
Evlerimizi sattık, kiraladık, bırakıp gittik...
İstisnası vardır elbette ama daha birçok şey yaptık...
Mesela benzin istasyonu açtık ve kimi çalıştırdık?
Mesela inşaat şirketi açık ve kimi çalıştırdık?
Mesela bahçemize bakması için kimi çalıştırdık?
Mesela eve temizliğe kimi çağırdık?
Mesela lokanta açıp kimi çalıştırdık?
Mesela otobüslerimizi kime sürdürdük?
Yanlış anlaşılmasın, ben bütün bunları gayet de doğal buluyorum...
Kar etmenin birinci öncelikli olduğu bir ekonomik sistemde başka türlüsü de mümkün değildir zaten...
Şimdi de biz yoksullaşıyoruz, bunun tedirginliğini yaşıyor tepki veriyoruz...
Ama bizler için gayet “doğallığında” yaşanan bu süreç, egemenler için hiç de öyle yaşanmadı...
Onlar herşeyi santim santim planladılar...
Sizin ucuz ev satın alma isteğiniz ile, inşaat firmasının ucuz işgücü arayışını ve elbette ki ülkesinde işsiz emekçinin iş arayışını ölçtüler, tarttılar, hesapladılar...
Sonra politik partilerinizin oy avcılığını da değerlendirdiler...
Ve nüfus yapısını değiştirmenin avantajlarından yararlandılar..
Bu işi planlayan Ankara hükümetleri ile Lefkoşa’daki işbirlikçileridir...
Bu oyuna gelen de Lefkoşalılar ile Ankaralılardır...
Siz ne kadar “doğal” bir şekilde işe aldınız, iş verdiniz, hizmet aldınızsa Ankaralılardan; Ankaralılar da o kadar “doğal” bir şekilde geldi bu adaya...
Sizin sorumluluğunuzdan ne eksiktir onların sorumluluğu ne de fazla... O zaman sizin  şikayet etme hakkınız da fazla olamaz onlardan...
Yani “aman nüfus yapısı değişmesin” demeyip satın aldığınız evin neden bu kadar ucuz olduğunu sormayınca siz; işsiz emekçi mi dert edecekti sizin ülkenizdeki nüfus yapısını?
Teker tekler insanların ne yaptığı kurulu sistemlerin genel biçimi tarafından belirlenir...
Bizler kendimizi kendi kararlarını alan bireyler olarak görmeyi çok severiz da işin aslı öyle değildir pek...
En sorunsuz işleyen sistemler, kişilere yaptıklarını kendi kararıymış gibi düşündüren sistemlerdir bu yüzden...
Zaten teker teker insanların ne yaptığı değil sistemlerin nasıl kurulduğu bu yüzden önemli değil midir?
Bu yüzden demedi mi Brecht “iyi insan olacağınıza öyle bir yere götürün ki dünyayı kötülük zararlı olsun” diye... Ve Arif Hoca “çirkef yatağının ortasında gülistanlık olmaz” diye...
Onun için değil mi ki kötülüklerin sonucunda insanlarla uğraşanlara sağcı, insanları o duruma iten koşullarla uğraşanlara da solcu denir...
Onun için değil mi ki solcular yoksulluğa karşı mücadele ederken, sağcılar yoksullara karşı mücadele eder...
Onun için değil midir ki, aç insanın neden çaldığını sorana sağcı; diğer açların neden çalmadığını sorana solcu denir...
Aman yanlış anlaşılmasın, emekçidirler, yoksuldurlar, şudurlar, budurlar diyerek göçmen nüfusu koruyor değilim... Göçmen nüfusun benim korumama da ihtiyacı olduğunu sanmıyorum zaten...
Bir de şöyle düşünelim istiyorum sadece; bizim getirildiğimiz oyuna getirilmiş olmasın bu insanlar da...
Ve bizi birbirimize düşürmekten çıkarı olmasın egemenlerin...
Hani Ankara ile uğraşacağımıza Ankaralıları dert ettiğimizde kendimize, ne askere gerek kalacak ne de polise çünkü...
Hem kültürel direnişi durduracaklar Kıbrıslı Türklerden yükselen, hem de ekonomik direnişi göçmenlerden yükselecek olan muhtemelen...
İki olası tehlikeyi kırdıracaklar birbirlerine egemenler... Hep öyle yapmazlar mı zaten?
Bu yüzden, olayların sonuçları ile değil nedenleri ile uğraşalım diyorum...
Bir de kendimize acımaktan zevk almaya bir son verelim...
Bir de olası dostlarımızı düşman görmekten vazgeçelim...
Diyorum ki aklımıza mukayyet olalım... Söylediklerimizi yapacaklarımızın terazisine vuralım...
İnsanları sorun görerek yapılacak şeylerin tarihteki örneklerine de bakalım...
Şu nüfus sayımında da saydırmayacaksak kendimizi, saydırmayalım...
Ama bunun nedenlerini insanlarla değil, sistemle, politikalarla, sayımın biçimi ile izah edelim...
Yoksa pandoranın kutusu açıldığında içinden çıkacak olanlardan memnun olacağını sanmıyorum hiçbirimizin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder