Biliyoruz
oysa; / Alçaklıktan nefret bile / Çarpıtır çizgileri / Haksızlığa öfke bile /
Kısar sesi.
Ah, biz /
Hazırlamak isterken dostluk yolunu / Dost olamadık kendimiz. / Siz ama, o gün gelince
/ İnsanın insana el uzattığı, / Anın bizi / Hoşgörüyle.”
Brecht
Kıbrıslı
Türkler olarak kendi geleceğimize dair söz söyleme haklarımızın elimizden
alındığını sağır sultan bile duydu artık.
Kıbrıs’ın
işgal atında olduğunu, işgalin kuzey kanadının TC taşeronluğunda yürütüldüğünü,
bunun da bin bir türlü olumsuz sonucu beraberinde getirdiğini ısrarla yinelemek
gerek...
Asimilasyon
politikalarının kurbanlarıyız...
Köy
isimlerimiz, yol isimlerimiz, park isimlerimiz değiştirildi/değiştiriliyor...
Dilimize,
din algılayışımıza, yaşam pratiğimize hoyratça müdahale ediliyor...
Siyasal
sistemimiz teslim alınmış durumda...
Siyasal
partilerimiz, bizden çok Ankara’ya hizmet ediyor...
Adına
Elçilik denilen mekan, adına Meclis denilen mekandan daha çok yasa üretiyor...
Nüfus
yapımız değişiyor...
Hem
dışarıya göç veriyoruz hem de dışarıdan nüfus alıyoruz...
Toplumsal
yapımız değişiyor, siyasal yapımız yozlaşıyor, ekonomik yapımız geriliyor...
Bu süreçte
bizim de hatalarımız var tabii...
Kendi
içimizden çıkıp bizi vuranlar, Ankara’ya hizmet yarışına girenler oldu...
Gelen
nüfustan ticari faydalar da sağladık...
Üretimden
koparıldık. Fabrikalarımız kapatıldı, tarlalarımız arsa yapıldı...
Surlariçi’nden
kimse bizi zorla atmadı, kendi isteğimizle çıktık...
Evlerimizi
sattık, kiraladık, bırakıp gittik...
İstisnası
vardır elbette ama daha birçok şey yaptık...
Mesela
benzin istasyonu açtık ve kimi çalıştırdık?
Mesela
inşaat şirketi açık ve kimi çalıştırdık?
Mesela
bahçemize bakması için kimi çalıştırdık?
Mesela eve
temizliğe kimi çağırdık?
Mesela
lokanta açıp kimi çalıştırdık?
Mesela
otobüslerimizi kime sürdürdük?
Yanlış
anlaşılmasın, ben bütün bunları gayet de doğal buluyorum...
Kar
etmenin birinci öncelikli olduğu bir ekonomik sistemde başka türlüsü de mümkün
değildir zaten...
Şimdi de
biz yoksullaşıyoruz, bunun tedirginliğini yaşıyor tepki veriyoruz...
Ama bizler
için gayet “doğallığında” yaşanan bu süreç, egemenler için hiç de öyle
yaşanmadı...
Onlar
herşeyi santim santim planladılar...
Sizin ucuz
ev satın alma isteğiniz ile, inşaat firmasının ucuz işgücü arayışını ve elbette
ki ülkesinde işsiz emekçinin iş arayışını ölçtüler, tarttılar, hesapladılar...
Sonra
politik partilerinizin oy avcılığını da değerlendirdiler...
Ve nüfus
yapısını değiştirmenin avantajlarından yararlandılar..
Bu işi
planlayan Ankara hükümetleri ile Lefkoşa’daki işbirlikçileridir...
Bu oyuna
gelen de Lefkoşalılar ile Ankaralılardır...
Siz ne
kadar “doğal” bir şekilde işe aldınız, iş verdiniz, hizmet aldınızsa
Ankaralılardan; Ankaralılar da o kadar “doğal” bir şekilde geldi bu adaya...
Sizin
sorumluluğunuzdan ne eksiktir onların sorumluluğu ne de fazla... O zaman
sizin şikayet etme hakkınız da fazla
olamaz onlardan...
Yani “aman
nüfus yapısı değişmesin” demeyip satın aldığınız evin neden bu kadar ucuz olduğunu
sormayınca siz; işsiz emekçi mi dert edecekti sizin ülkenizdeki nüfus yapısını?
Teker
tekler insanların ne yaptığı kurulu sistemlerin genel biçimi tarafından
belirlenir...
Bizler
kendimizi kendi kararlarını alan bireyler olarak görmeyi çok severiz da işin
aslı öyle değildir pek...
En
sorunsuz işleyen sistemler, kişilere yaptıklarını kendi kararıymış gibi
düşündüren sistemlerdir bu yüzden...
Zaten
teker teker insanların ne yaptığı değil sistemlerin nasıl kurulduğu bu yüzden
önemli değil midir?
Bu yüzden
demedi mi Brecht “iyi insan olacağınıza
öyle bir yere götürün ki dünyayı kötülük zararlı olsun” diye... Ve Arif
Hoca “çirkef yatağının ortasında
gülistanlık olmaz” diye...
Onun için
değil mi ki kötülüklerin sonucunda insanlarla uğraşanlara sağcı, insanları o
duruma iten koşullarla uğraşanlara da solcu denir...
Onun için
değil mi ki solcular yoksulluğa karşı mücadele ederken, sağcılar yoksullara
karşı mücadele eder...
Onun için
değil midir ki, aç insanın neden çaldığını sorana sağcı; diğer açların neden
çalmadığını sorana solcu denir...
Aman
yanlış anlaşılmasın, emekçidirler, yoksuldurlar, şudurlar, budurlar diyerek
göçmen nüfusu koruyor değilim... Göçmen nüfusun benim korumama da ihtiyacı
olduğunu sanmıyorum zaten...
Bir de
şöyle düşünelim istiyorum sadece; bizim getirildiğimiz oyuna getirilmiş olmasın
bu insanlar da...
Ve bizi
birbirimize düşürmekten çıkarı olmasın egemenlerin...
Hani
Ankara ile uğraşacağımıza Ankaralıları dert ettiğimizde kendimize, ne askere
gerek kalacak ne de polise çünkü...
Hem
kültürel direnişi durduracaklar Kıbrıslı Türklerden yükselen, hem de ekonomik
direnişi göçmenlerden yükselecek olan muhtemelen...
İki olası
tehlikeyi kırdıracaklar birbirlerine egemenler... Hep öyle yapmazlar mı zaten?
Bu yüzden,
olayların sonuçları ile değil nedenleri ile uğraşalım diyorum...
Bir de
kendimize acımaktan zevk almaya bir son verelim...
Bir de
olası dostlarımızı düşman görmekten vazgeçelim...
Diyorum ki
aklımıza mukayyet olalım... Söylediklerimizi yapacaklarımızın terazisine
vuralım...
İnsanları
sorun görerek yapılacak şeylerin tarihteki örneklerine de bakalım...
Şu nüfus
sayımında da saydırmayacaksak kendimizi, saydırmayalım...
Ama bunun
nedenlerini insanlarla değil, sistemle, politikalarla, sayımın biçimi ile izah
edelim...
Yoksa
pandoranın kutusu açıldığında içinden çıkacak olanlardan memnun olacağını
sanmıyorum hiçbirimizin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder