“Yürüdüğün vakit seninle birlikte
yürüsün diye kentlerdeki daracık sokaklar/ geniş alanlarına çıksın diye
alınterinin/ yürüdüğün vakit değişsin diye dünya/ ve yaşam mutlu bir türkü
olsun diye/ dağlarda tek tek yakılan bu ateşler” Kemal Özer
Bir
varoluş kavgası veriliyor, ufacık adamızda...
Kime
karşı, neye karşı, kiminle beraber ve nasıl verildiği tartışmalı çoğu zaman.
Nerede bir
birikim, nerede bir birleşme, nerede bir dayanışma olsa; hemen orada bitiveren
birileri var... Geliyorlar ve SAĞduyunun, aklın, mantığın huzurlu sesi ile
telkinlerine başlıyorlar hemen... Bu mantık, bu akıl; dönüp dolaşıp, seçimlere
kadar beklemeye, kendilerine oy vermeye dayanıyor elbette. Ve bir de “marjinal
unsurlara” karşı uyanık olmaya...
Değil mi
ki, AK-PAK PARTİ’nin değerli yöneticilerini kızdıran bu densizler yüzünden
hükümet koltucukları riske girebilir! Bu yüzden dikkat etmeli de UBP dışında
kimseciklere laf kondurtmamalı alanlarda...
Ama ayrılıklar
birleşmelerin önüne geçtiğinde, içimizdeki “polisler”in mantıklı sesi öfkemizi
tutsak ettiğinde ve heyecanımız sönüp “marjinaller” geri çekildiğinde; birden
bire yok oluyor birleşme de, dayanışma da, birikim de...
Ne zaman
“yeter!” dese bu toplumun onurlu sesleri, sadece o zaman güçleniyor varoluş
mücadelemizin alevi...
Şimdi,
KTÖS ve KTOEÖS tekrar çağırıyor bizi sokaklara...
“Meşalelerinizi
alın ve gelin, yürüyelim” diyorlar... Bu çağrıya yanıt vermeli tüm Kıbrıslı
Türkler, bağımsızlık özleyenler, Ankara hegemonyasından kurtulmak isteyenler...
Ve herkes bu akşam yanacak meşalelerin ışığını takip etmeli
Yok mu bu
mücadelenin eksikleri? Var elbet...
Konuşmamalı
mıyız bunları? Yok, ne münasebet...
Denilebilir
ki; “Sendikal araçlarla bağımsızlık elde edilemez...”
Doğrudur!
Doğrudur, yetersizdir sendikal araçlar...
Ama var mı
bugün elimizde daha iyi bir araç?
Yoktur
diye, kendisine parti deyen oy toplama mekanizmalarının peşinden sandık sandık
dolaşmamız mı gerek? Yoksa “yeter artık” deyip, meşaleyi elimize almamız mı
gerek?
Uygun
araçlar, mücadelenin içinde yaratılmayacak mı hem?
Kervan
yolda düzülmez mi hem?
Başlamak
bitirmenin yarısı değil mi hem?
Onun için,
boşverin siz aklın, mantığın, SAĞduyunun sesine...
Onun için
boşverin, “hava soğuk”, “günler kısa”, “çocuğun ödevi var”, “elektrikler
kesik”, “misafir gelecek”, “zaten bişey olmaz” sızlanmalarına...
Siz bu
akşam yanacak meşaleleri takip edin...
Hataysa
hata, yanlışsa yanlış... Ama bizim hatamız, bizim yanlışımız...
Öğreneceğiz
hatamızdan da, yanlışımızdan da... Ve tamamlayacağız eksiklerimizi...
Ve bu yol
böyle yürünecek...
Düşe
kalka, bata çıka...
Yok
kestirmesi, kısası, zahmetsizi, kolayı...
Bir de
bakacaksınız, bu sendikaları en çok eleştirenler, en önde yürüyecek...
Zaten
gidecek yerleri mi var? Görev yerleri aramız, içimiz, beynimiz...
Aldırmayın
onlara, siz meşaleleri takip edin...
Yaşam
tarzımızı, din anlayışımızı, ekonomik ve sosyal haklarımızı korumak için...
Sürgün
tüzüğünü, ilahiyat bölümünü, sendikalarımızın bölünmesi girişimlerini,
neo-liberal paketleri protesto etmek için...
Bu
meşaleleri takip edin...
“Zamanı değil susmanın!/ Göreceksin
nice çiçeklerin dirildiğini, nice korkuların dağıldığını yüzlerden/ gelip de bir
kavşağa dirençsiz mi kalmışlar/ güç katacak nice insana boşalınca dudaklarının
arasından, göğsünün içinde tuttuğun hava/ Yükle o soluğu ey suskun!/ Geliştir
sınırlarını, varacağı yönleri genişlet, büyüt yeni bir gökyüzü kadar/
Döndüreceği yeni kanatlar eklensin değirmenlere/ yeni yataklar bulunsun
ırmakların akacağı/ yeni dallar yaratsın kavgadaki ağaç/ kırdaki bekleyiş yeni
anlamlar edinsin.” Kemal
Özer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder