Khora
yayınlarının altıncı, Yıltan Taşçı’nın sekizinci kitabı “Hastalığın Çocuğu
Neymiş?” geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Yüz on iki sayfalık kitapta Kıbrıslı
Türk sanatçıların başlarından geçen gerçek olaylar anlatılıyor.
“Gerçek
olaylar” dediğimize bakmayın, öyle olaylar ki bunlar gerçek olduklarına
inanmakta zorlanır Kıbrıs dışından birisi...
Mesela en
güncellerinden bir örnek verirsek; 6 Nisan 2011 tarihinde kağıt ve resim
sanatçılarının hazır bulunduğu bir ortamda Maliye Bakanı Ersin Tatar şöyle bir
laf eder; “Kutluyorum... Çok güzel bir
sergi; ancak kağıt denince benim aklıma para gelir.”
Değerli
sanatçılarımızdan Serhan Gazioğlu’nun karikatürize ederek zenginleştirdiği
anlatıları, Mustafa Tozakı da portre çizimleri ile desteklemiş. Sonuçta ortaya
neredeyse bir fıkra-karikatür-resim albümü çıkmış. Örneğin yukarda aktardığım
Ersin Tatar olayına Serhan Gazioğlu bildiğimiz karakteri Ömer Dayı aracılığı
ile cevap veriyor ve “Tesadüfe bak! Benim
da bazılarının üçkağıtçılığı gelir!” diyor.
1981’den
2011’e kadar özenli bir çaba ile Yıltan Taşçı tarafından biriktirilen bu
anektodlar arasında, 1950’li yıllardan günümüze kadar yaşanmış olaylar var...
Mevki sahibi olmuş ancak bilgi sahibi olamamış birçok kişinin maceralarını da
isimleri ve tarihleri ile aktaran bu kitaptan rahatsız olacak olanlar da
vardır.
Sanat
müzesinin ne olduğunu bilmeyen milletvekilleri, plastik sanatlardan habersiz
protokol müdürleri, Bellapais Müzik Festivali’ni duymamış kültür bakanları,
felsefeyi sevmeyen sancaktarlar, resital dinlememiş kültür dairesi müdürleri
yetiştirmiş bir toplum olduğumuzu anlatıyor bu kitap. Hem de ağır, ağdalı bir
dille değil, neşeli, yumuşak ve yalın bir anlatımla...
Mevki
sahibi olmakla “büyük şahıs” olduğunu sanan böylesi yöneticilere karşı,
halkımızın yıllar içinde geliştirdiği en olumlu tavrı sahipleniyor ve bizi bu
“büyük şahıslara” kahkahalarla gülmeye davet ediyor.
Kitapta
beni en çok etkileyen ise; kısa kısa anlatılan ve geniş bir zaman dilimini
kapsayan yüzden fazla olaydan ve bu olayları yaşayan onlarca sanatçıdan
bahsediliyor da olsa, tüm olayların tek bir kişinin başından geçmişçesine
birbirine paralel yapısı oldu. Kıbrıslı Türkler olarak ortak yazgımızı ve bu
yazgı ile başa çıkabilme gücümüzün sanatımıza, kültürümüze ve ortak zekamıza
yaslanmaktan başka yolu olmadığını düşünmeme neden oldu bu...
“Hastalığın
Çocuğu Neymiş” perşembe akşamı saat 19:00’da İsmet Vehit Güney Sanat
Merkezi’nde tanıtılıyor. Birçok sanatçımızın bizzat bulunacağı ve yıllar sonra
bile tatlı bir anı olarak hatırlanacak bu renkli geceyi kaçırmamanızı tavsiye
ederim.
***
Türkiye’de
Mersin BDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün, TBMM kürsüsünden söylediği
“Türkiye Kıbrıs’ta işgalcidir” sözü bir süredir gündemden inmiyor.
Aslında ne
Ertuğrul Kürkçü ne de Türkiye solu bunu ilk kez söylemiyor. 1974’ten başlayarak
hemen her dönemde dile getirilmiş bir politik duruşu ifade etmiş Ertuğrul
Kürkçü.
AKP’nin
rahatsızlığı ise bunu ilk kez duymasından değil, “işgal” kelimesinin mecliste
dile getirilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Bizdeki
işbirlikçilerin tepkileri ise hiç ciddiye almaya değmez. CHP ile laik, AKP ile
şeriatçı olan kişiliksiz UBP yönetiminin hangi sözünün ağırlığı var ki, bu
konuda söyleyeceklerinin olsun? Tayyip abilerinin paçasını çekiştirip para dilenmeyi
ne zaman bıraktılar da, böyle konularda ciddiye alınacak olgunluğa erişmiş
olsunlar...
Ama ilginç
olan, bizim “barışçılarımızın” da Türkiye’de “işgal” sözünün söylenmiş olmasına
şaşırmalarıdır.
Yıllarca “Türkiyelilerin
en solcuları bile Kıbrıs konusuda milliyetçidir” sözünü diline dolmış olmak ne
kadar yanlışmış değil mi? Yani mesele “Ankaralılar” ile ilgili değil “Ankara”
ile ilgili bir meseleymiş değil mi?
Yoksa, “barışçılarımız”
da AKP’nin ve UBP’nin dediği gibi bütün bu yaşananların sadece Ertuğrul
Kürkçü’nün şahsı ile ilgili olduğunu mu düşünüyorlar?
Bu konudan
çıkarılacak birçok ders var... Kurumlarla insanları birbirinden ayırmayı
öğrenmeliyiz artık.
Bir de son
aylardaki icraatları ile dünyadaki en baskıcı rejimlerden birisi olduğunu bir
kez daha hatırlatan Türkiye’de bile mecliste neler yapılabileceğini görmeliyiz.
Ertuğrul
Kürkçü olsun, Sırrı Süreyya Önder olsun; harikalar yaratıyorlar TBMM’de...
Görmeliyiz
ki, meclise girmek için onurunu iki paralık eden seçim partilerimizi
eleştirebilelim; onlara mecliste neler yapılabileceğini söyleyebilelim.
Görmeliyiz
ki, seçime girmekten sıtmadan kaçar gibi kaçan “partilerimizi” de
eleştirebilelim; onlara yaratamadıkları örneklerin varlığını gösterelim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder