Herkesin hepbir ağızdan aynı şeyi söylediği ortamlarda
bulundunuz mu hiç?
Hadi zorlayın hafızanızı, bir kez olsun yaşamış
olmalısınız bu durumu...
Her konuşan kendi söylediğinden gayet emindir. Zaten diğer
konuşanlar da onunla hemfikirdir.
Her söylenen daha önce söylenenlerin teyidi, daha sonra
söylenecek olanların da zeminidir.
Öylesine bir karşılıklı onaylama sarmalı içinde
bulursunuz ki kendinizi, değil itiraz etmeye farklı düşünmeye bile cesaret edemezsiniz.
Ağzınızı açıp farklı bir şeyler dile getirmek isteseniz,
siz bile şüpheye düşersiniz kendi düşüncenizden...
Böyle ortamlarda en yumuşak itiraz, en özenli farklı
fikir, en içten soru bile büyük bir bölücülük gibi duyulur...
Böyle ortamları en çok oy avcısı politikacılar,
tiraj/reyting düşkünü medyacılar ve şahsi popülaritesine meraklı kişiler sever.
Çıkarlar ortaya ve zaten herkesin söylemekte olduklarını
sanki çok yeni bir şey söylüyorlarmış gibi farklı cümlelerle tekrarlarlar...
Sonra da birbirlerini abartılı jestlerle onaylarlar...
***
Sosyal Hizmetler Dairesi’ne bağlı Lefkoşa Çocuk
Yuvası’ndan kaçan, daha sonra da tecavüze uğrayan iki ergen ile ilgili
yaşananlar herkesin malumu...
İki haftadan beridir konu ile ilgili neredeyse söz
söylemeyen kalmadı...
Açıklamalar, demeçler, suçlamalar havada uçuşuyor...
Gazeteler her gün bir makale, köşe yazısı, basın
açıklaması yayınlıyor.
E-mail ile gelen beyanata süslü bir başlık bulunuyor ve
sayfaya yerleştiriliyor.
Ama örneğin herhangi bir gazetede yuvanın tarihi ile
ilgili araştırma yayınlandığını görmedim daha.
Hazırda bulunan yasa, tüzük, anayasa, evrensel
beyannameler gibi bir çok metin kes-yapıştır yöntemi ile yayınlanıyor.
Ama dünyanın başka ülkelerindeki çocuk yuvalarında
uygulanan farklı yöntemlere dair analitik bir çalışmaya rastlamak mümkün değil.
Görünürde herkes Yuva’daki çocuklarla ilgileniyor ve
Yuva’daki koşulları çocuklar için iyileştirmek istiyor. Ama Yuva’nın bağlı
bulunduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bütçeden ne kadar pay
aldığını, geçtiğimiz hükümetler döneminde de bu payın farklı olup olmadığını
merak eden yok...
***
Geçtiğimiz hafta bu konuyu yazmak istedim... Ancak bir
türlü yürümedi klavyede ellerim...
Sonra bir de baktım ki yazılması çok daha kolay bir
yazıyı yazıvermişim.
Bütün hafta her fırsatta bu konuyu düşündüm.
Neden yazamadığımı, nasıl olup da bu konu ile ilgili
kaygılarımı, rahatsızlıklarımı ifade edemediğimi düşündüm...
Farkettim ki, çekiniyorum... İçimden geçen farklı
fikirleri ifade etmeye cesaret bulamıyorum...
Ve kendimi zorlamaya karar verdim. Açıkçası bu kararımda
çocuk gelişimi psikoloğu sevgili Fatih Bayraktar’ın Star Kıbrıs gazetesinde
yayınlanan yazısının da büyük etkisi var.
“Kişileri Değil Sistemi Eleştirme Zamanıdır” diyordu
Fatih yazısında. “Herkes artık susmalı ve kendisinin haricindeki herkesi
suçlamaktan ve sorumlu kılmaktan vazgeçmelidir” diyordu...
İşte böylece oturdum bilgisayarın karşısına.
Yaklaşık üç saattir de bu yazıyı bitirmeye çalışıyorum.
***
Sosyal Hizmetler Dairesi’nde bütün olumsuz koşullara ve
yapısal sıkıntılara rağmen özveri ile çalışan personele yeterince haksızlık
yapıldı.
Yardıma ihtiyaç duyan iki ergenin mağduriyeti üzerinden
yeterince popülarite sağlandı...
Politik hesaplaşmalar ve kişisel ihitraslar uğruna,
tartışılması gereken esas konu yeterince gözlerden uzak tutuldu...
Oysa konuşulması gereken; ne UBP’li Bakan’ın herkesin
malumu olan yetersizliği ne Eroğlu ailesinin yapmacık hayırseverliği ne de
medya demeçleri ile toplumu kurtaracak kahramanların cesareti idi...
Konuşulması gereken; çocukların, yaşlıların, kadınların,
eşcinsellerin, azınlıkların, göçmenlerin, yoksulların kanı ile beslenen
kapitalist sistem idi...
Konuşulması gereken; iki ergene tecavüzü tutuksuz
yargılanacak kadar hafif bir suç olarak gören hukuk sisteminin erkek egemen
zihniyeti idi...
Konuşulması gereken; herkes Yuva’da suçlu ararken 100
polis istihdam eden rejimin niteliği idi...
Konuşulması gereken; Sosyal Hizmetler Dairesi’ne ve genel
olarak sosyal olan hiçbir şeye yatırım yapılmazken Yakın Doğu Üniversitesi’nde
TAM BURSLU açılan İlahiyat Fakültesi idi...
Konuşulması gereken; Yuva’nın fiziksel çevresi
yetersizken dinsel gericiliğin yuvası olacak Külliye yapılaşması için verilen
200 dönüm arazi idi...
Konuşulması gereken; sağlık hizmetlerinden para talep
edecek kadar düşmüş bu rejimin, hiç kimsenin uğramadığı Camilere imam atayarak
maaş bağlayan acınası karakteri idi...
***
Hani hep deriz ya, UBP ile değil Ankara ile mücadele
etmeliyiz diye...
Bu mesele işte tam da öyle bir mesele...
Rejimin özünü tartışıp, sistemin mantığını
sorgulayacağımıza Eroğlucuların Küçükçülere saldırısından kendine pay çıkarmaya
çalışanlardan olduk...
CTP bu kavga aracılığı ile UBP’yi yıpratmayı umuyor...
Sendikalar, hazır fırsatını bulmuşken ilgili bakanı
eleştiriyor...
Medya tirajını arttırmaya bakıyor...
Kahramanımız ise kişisel popülaritesinin keyfini
çıkarıyor...
***
Nasılsa her şey anlık, her şey geçici...
Tüm yazılanlar ve tüm söylenenler unutulacak...
Bir sabah uyandığımızda kahramanımızın Gencay Hanım’ın
himayelerine alındığını göreceğiz ama hiç şaşırmayacağız.
Çünkü o zamana kadar tüm yaşananları unutmuş olacağız.
Ama Yuva’da tekrar edecek yeni bir olaya çok
şaşıracağız...
Çünkü hem yeni bir gündeme ihtiyacımız olacak hem de bu
yaşadıklarımızı artık hatırlamayacağız.
Ta ki anlık politik muhalefetin, günü birlik sendikal
mücadelenin, kişsel kahramanlıkların değil; toplumcu bir felsefe ile donanmış
örgütlü devrimcilerin hazırlıkları bitene kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder