Yorgun olmama rağmen, ona “alternatif sanat
var mı?” diye sordum.
“Bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu. Bunlar
hep sonradan çıktı” dedi.
“Sanat insan içindi!”(1)
Para ve
sanat nerede buluşur, nerede ayrılır?
Birisi
metaların değişim değerinin ölçüsü, diğeri ise toplumsal birikimin estetik
yansıması konumundaki bu iki olguyu buluşturmak mümkün müdür?
Aslına
bakarsanız, sanatın kendisi değilse bile adına sanatçı denilen şahsiyet toplumsal
üretimin belli bir aşamasının ürünüdür. Toplum ancak belli bir artı ürün
biriktirmeye, bu ürünleri depolamaya ve yiyecek üretimine katkı yapmadığı halde
besleyebileceği belli bir nüfus barındırmaya başladığı zaman sanatçılar da
varolmaya başlamışlardır. Bu bağlamda topumun manevi yaşamının üretilmesi ile
bağlantılı sanat faaliyetinin, toplumun maddi yaşamının üretilmesinden ayrı
düşünülemeyeceği söylenebilir. Ve elbette gene bu bağlamda, toplumun maddi
yaşamının yeniden üretiminde günümüz için merkezi bir rol oynayan para ile
sanatı birbirinden ayrı düşünmek olanaksız gibi görünmektedir.
Başka
Alternatif Yok! Neo-liberal ideolojik hegeomonyanın temel sloganıdır. Ve sadece
günümüz siyasal ilişkiler dünyasında değil, günlük hayatın her alanında hala ezici
varlığını devam ettirmektedir(2).
Doğanın
kirlenmekte oluşuna karşı bir şeyler mi yapmak istiyorsunuz? Bu iyi amacınıza
ulaşmak için paraya ihtiyacınız var! Paraya ulaşmak içinse nereden geldiğine
bakmaksızın fonlara başvurmalı, projecilik yapmalısınız! Çünkü başka alernatif
yok! Mahallenizde daha yaşanabilir düzenlemeler olsun mesela bir çocuk parkı mı
yapılsın istiyorsunuz, sendikal çalışmalarınızı mı yaygınlaştıracaksınız,
ülkenizde çöp ayrıştırma tesisi mi yok, yollarınız berbat durumda mı, kanalizasyon
mu yaptıracaksınız, eski eserlerin restorasyonu mu gerekiyor, hayvancılıkta
modern uygulamaları mı yakalayamadınız? Bu iyi amaçlarınıza ulaşmak için paraya
ihtiyacınız var! Paraya ulaşmak içinse nereden geldiğine bakmaksızın fonlara
başvurmalı, projecilik yapmalısınız! Çünkü başka alernatif yok!
Sanatsal
faaliyetlerin fonlanması da, UNOPS, UNDP, USAID gibi yapıların, veya Soros tipi
uluslararası vakıfların temel faaliyet alanlarından biridir. Toplumuna faydalı
olmak isteyen, yaşanılan dönemin tinsel ihtiyaçlarına estetik biçimler
içerisinde katkı koyma çabası içindeki sanatçılar, sanat örgütleri ve birlikler
de birçok durumda pahalı bir faaliyet olan sanatlarını icra edebilek için
paraya ihtiyaç duyarlar. Oysa, “toplumsal faydası ne olursa olsun fon alarak
projeler gerçekleştirmek, kendi öz gücüne ve örgütlülüğüne inanmayan, dışardan
gelecek yardımlara muhtaç kişi ve örgütler oluşturur. Bu gibi örgütler, halkın
yararına olduğunu iddia ettikleri amaçlarını, halkın mütevazi kaynakları ile
gerçekleştirmeye çalışmak yerine, bir misyoner anlayışıyla halkla yukarıdan bir
ilişki kurarlar.(3)” Peki sanat niye fonlanır?
Çünkü
sanatçı tehlikelidir. Her durumda baskıyla, zorlamalarla ve yasaklarla
susturulamaz. Halkının yaşadığı sıkıntıları kendi teninde hisseden bir
sanatçının polisle, hapisle, dayakla, cezayla sustuğu görülmez pek... Aksine,
bu örnekler tarihte öylesine sık yaşanmış, sürgünler, vatandaşlıktan
çıkarılmalar, hapisler öylesine yer etmiştir ki sanatçıların kolektif
hafızasında; sanatsal üretim için ödenmesi şart bir bedel, aşılması gereken bir
eşik, verilmesi gereken bir sınav olarak kabul edildiği bile söylenebilir. O
halde sopayla hizaya gelmeyecekleri havuçla yanına çağırmak şart olmuştur
egemenler için.
Bu yönteme
direnmek bir açıdan daha zordur sanatçılar için... Bir kere karşımızdakiler
düşmanca değil “dostça” yaklaşmaktadırlar... Çoğu durumda samimiyetle katkıda
bulunmak isteyen aracılar vardır ortada... Hem iyi amaçlarımıza ulaşmak için
paraya ihtiyaç vardır, başka alternatif de yoktur! Fonlama yöntemi, projecilik
uzak geliyorsa eğer onun da bir yöntemi bulunur, sponsorluk anlaşmaları
yapılır! Sponsorlar parayı akıtırken, sanat ürünü bir reklam nesnesine dönüşür,
halktan uzaklaşır...
Sanatçı mükemmeli arayan insandır biraz da...
Toplumda, duygularında ve ifadelerinde mükemmeli arar sürekli... Ama halkın
sanatçıları bilirler ki, halkın içinde yaşadığı koşullardan ayrı, o koşulların
üstünde, o koşullardan bağımsızlık mükemmelik olmaz. Sanatın kendi başına,
halktan ayrı bir amacı yoktur, olamaz. En azından halktan yana sanatçılar için
böyledir bu... Ve sanat kendi içinde ve kendisi için bir amaç değil, toplumun
içinde bulunduğu koşulların estetik yöntemlerle yansıdığı bir zeminde ifade
bulan bir amaçtır. En azından halktan yana sanatçılar için böyle olmalıdır
bu...
O halde,
sanatın sanat olarak mükemmelleşmesine hizmet eden sponsorluk, fonlama,
projecilik; sanatı halkın içinde yaşadığı koşullardan ayırarak onu kendi
zemininden koparır ve salt estetik haline getirir. Bu andan sonra mükemmellik
salt estetik olanın ve salt estetik olan için mükemmelliğidir. İçerikten yoksun
bir estetik hala sanat olarak ifade edilebilse de, gerçek bir mükemmellik
sayılamasa gerek... Gerçek mükemmelik ise, halkın verili koşullarının içinden
gelişen, o kısıtların ve zorlukların estetik düzeyde aşılması ile beslenen,
üreyen, gelişen, büyüyen bir mükemmelliktir. Ne salt biçimden ibaret estetik ne
de salt içeriğe dayalı slogan değil:
Halkın verili durumunun estetik bir yansıması ve onun kendini görüp anlayarak
kendi durumunu dönüştürmesine hizmet eden bir amaç olarak sanat...
Bu
bağlamda toplumsal mücadelelerin üzerinde geliştiği bir zemin olarak kamusal
kaynaklar, tüm diğer devrimci faaliyetler gibi sanatsal faaliyetler için de
yararlanılabilecek bir alan sunar. Kamunun denetimine
açık, halkın vergilerinden finanse edilen ve demokratik mekanizmalar yolu ile
tartışılabilir kaynaklar olan kamusal kaynaklara erişmeye çalışmak, kamusal
kaynakları bu şekilde yeniden örgülemek; zaten toplumsal mücadelelerin temel
hedeflerinden biridir. Ve bu hedefe ulaşmanın yolu, halkın en temel hakkı olan
bu alanların halka iadesini ısrarla talep etmekten geçer(4).
Ama
günümüze kamusal kaynaklar egemen sınıfların kontrolü altındadır. Kamusal
kaynaklara erişmeye çalışmak ve bu kaynakların halkın denetimine geçmesi için
mücadele etmek bir süreç olarak ilerlerken, egemenlerin direnişi kaçınılmazdır.
Bu durumda sanatçı veya sanat örgütü açısından güvenilebilecek tek odak halkın
kendisidir. Sanat ürününün sergilenmesi, halka sunulması sırasında, yeniden
üretimini sağlayacak finansmanın halk tarafından sağlanması, yani dayanışma
biletleri veya katkılar yolu ile halktan destek görmesi ise sanatın satışı
olarak adlandırılmaz. Burada söz konusu olan, halkın kendine ait bir değeri
yaşatmasıdır.
Egemenler
ve egemenlerin ideolojik hegemonyası altındaki sol liberaller istedikleri kadar
“Başka Alternatif Yok” diye yırtınsınlar... İstedikleri kadar “insan ile insan
arasında çıplak öz çıkardan, katı nakit ödemeden başka bağ” tanımasınlar;
istedikleri kadar “kişisel değeri, değişim değerine indirge”sinler ve
istedikleri kadar “doktoru, avukatı, rahibi, şairi, bilim insanını kendi ücretli
emekçileri konumuna” getirsinler(5). Başka bir alternatifimiz vardır: O da “verili seçenekleri reddedip, yeni seçenekler
yaratmak ve koordinatları değiştirebilmek iradesine sahip olmaktır(6).”
(1) Özgür
Toprak, Sanat Manat Kanat!, Argasdi, Sayı 23
(2) Münür
Rahvancıoğlu, Günümüzün Felsefesi: BAY, Argasdi, Sayı 23
(3) Nazen
Şansal, İsteyince Bir Yol Bulunur!, Argasdi, Sayı 7.5
(4) Kolektif,
Hemen Şimdi, Argasdi Kitaplığı, 2011, Sayfa 80
(5)
Marx-Engels, Komünist Manifesto, Eriş Yayınları, 2003, Sayfa 24
(6)
Kolektif, Hemen Şimdi, Argasdi Kitaplığı, 2011, Sayfa 40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder