Zorbanın kahrına,
gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze
edilmesine,
Kanunların bu kadar
yavaş
Yüzsüzlüğün bu
kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul
olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp
göğsüne kurtulmak varken?
Kim
ister bütün bunlara katlanmak” William
Shakespeare
Bize “sinek” dediler...
Bize dediler ki; “siz
aslında yoksunuz. Olsa olsa eşekler var, sizden”...
Bize lokma dediler. “Ham
yapar sizi bu urumlar” dediler...
Bize “siz olmasanız da biz
Kıbrıs’ta olurduk, stratejik çıkarlarımız var” dediler.
Bize “gerizekalı”
dediler...
Bize “güneydekilere
benziyorsunuz” dediler...
“Rumcu” da dediler,
“İngiliz piçi” de...
“Or... çocukları da
dediler”, “besleme” de...
Demediklerini bırakmadılar
bize...
***
Belki üretimden koparılmış
olmamızdır bu kadar hoyratça konuşabilmelerine neden...
Sadece narenciye, sanayi,
denizcilik, tarım, hayvancılık mıydı hayatımızdan giden?
Kooperatif, elektrik,
telefon, üniversiteler de gidince, ne kalacak geriye bizden?
Ne kadar toplumdur,
üretimden koparılmış bir toplum?
Nasıl sonuçlar doğrur üretimsizlik,
bir düşünsenize...
Kendimize güven,
geleceğimize dair plan, bugünümüze müdahale bakımlarından neleri eksiltir
üretimsizlik bizden?
Çıkan sadece portakallar,
ekşiler, patatesler, plastik borular, lengerler midir gündemimizden?
Yoksa bir toplumun, bir
halkın özgüveni, “hayır” diyebilme, “evet”lerini bulabilme iradesi mi eksilir
kendiliğinden?
Üretim azalır, giderek
yokolurken, günlük yaşamdaki dönüşüm nasıl hissettirir kendini?
Her şey birden bire mi
olur? Yoksa azar azar, yavaş yavaş mı gerçekten?
Ve son bir soru, nasıl
olur da direnmeye devam edebilir bir halk, üretim bu kadar bitmişken?
***
Sanırım bu son soruyu
egemenler de sordular kendilerine...
Ve şimdi o sorunun
cevabıyla sıvadılar kollarını yeni gündemlerine...
Elleri, ayakları, kolları,
bacakları kesilmiş, gövdesinden ayrılmış bir baş gibi halimiz...
Ve ama konuşmaya devam
ediyor dilimiz...
Duymakta hala
kulaklarımız, koklamakta burnumuz ve düşünmekte beynimiz...
Kültür, sanat ve
edebiyatta devam ediyor üretimimiz...
Şarkılarımız hala en ön
safta saldırmakta düşmana...
Direnişi örgütlüyor
şiirlerimiz mısralarında...
Resimlerimiz oluyor bu
halkın çığlığına yuva...
Tiyatromuz bedel bir
orduya...
Belki de bu yüzden
düşmanlar sanatımıza...
***
Üretimden
koparılmışsa da bu halk, halkın sanatçıları direniyorlar daha...
Düşmemiş
sanatın bayrağı yere ki sanatçılarımız ince ince örüyorlar acıları...
Ama bu örgü,
içli bir sızlanma değil...
Değil
çaresiz bir yakınmadan ibaret sanatımız...
Sanatımız
bir kavga çağrısı, bir direniş türküsü, onurlu yarınlara özlemdir bizim...
Ne kadar
üretimden sayılabilirdi ki zaten, bitmekte olana ağıt olsaydı üretilenler...
Sanat, ölmekte
olana değil yaşama hizmet eder...
***
“Var
olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin
katlanması mı güzel,
Zalim kaderin
yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela
denizlerine kaşı
Dur,
yeter! demesi mi?” William
Shakespeare
***
Tesadüf mü sanıyorsunuz
bugün Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’na yönelen saldırıları?
Üretimden koparılmış bir
toplumun, hala kafa tutabilmesine hiç şaşırmadılar mı sanıyorsunuz?
Öğrenmediler mi dersiniz;
gazetelerini, tiyatrosunu, yayınevlerini, şiirini, müziğini, kültürünü,
sanatını ele geçirmeden bu toplumun ele geçmeyeceğini?
Ve sanat ayakta oldukça
direnişin süreceğini?
Bu yüzden değil mi
Belediye Tiyatrosu’nda yaşananlar şimdi?
...
Sayın egemenler;
Bu “sinekler”, bu “eşekler”,
bu “gerizekalılar”, bu “piçler”, bu “beslemeler”: Dİ-RE-NE-CEK-LER...
Tek bir harflerini, bir
notalarını, boyalarını veya tiradlarını, size güzellikle teslim etmeyecekler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder