26 Ekim 2018 Cuma

Pahalılığı Protesto Miting Konuşması


Merhaba iki yakasını biraraya getiremeyenler!
Markette alabildikleri günden güne azalanlar,
ay sonu faturalar ne kadar gelecek diye tedirgin yaşayanlar!
Çocuğun okul parasını, durduğu yerde katlanan banka borcunu nasıl ödeyeceğim diye uykuları kaçanlar, evdeki hesabı çarşıya uymayanlar;
Hem evde hem işte iki defa sömürülen kadınlar, merhaba!
Bu krizde “bir de işsiz kalır mıyım” diye endişelenen özel sektör çalışanları,
Sigortası yatmayanlar, maaşı azaltılanlar, patron kaç saat isterse o kadar saat çalışanlar merhaba!
Merhaba ek mesai ücreti maaşından az olan kamu emekçileri!
Merhaba sade makarnaya talim eden üniversite öğrencileri!
Merhaba üvey evlat küçük esnaf, küçük üretici!
Taşın altına elini koyup, kolunu kurtaramayan Kıbrıslı Türk halkı merhaba!

***
Ekonomik bir krizin tam ortasındayız. Bir sabah kalktığımızda TL’nin döviz karşısında eriyip gittiğini gördük. Bizim kendi gelirlerimiz de TL ile birlikte buhar olup uçuverdi...
“Sebebi papazdır”, “kriz ithaldir” dediler;
“Şimdi herkes elini taşın altına koymalı, hepimiz aynı gemideyiz” dediler...
Ama kısa sürede gördük ki, ultra zenginlerle, tüccarlarla, kumarhane, kerhane, otel, inşaat şirketi, özel hastane ve özel üniversite sahipleri ile biz; aynı gemide olmak bir yana aynı okyanusta bile değiliz!
Elektrik defalarca zamlanırken, her ay faturayı korkulu gözlerle bekleyen biziz!
Soğuk kış günlerinde iki kat zamlanan tüp fiyatlarını nasıl ödeyeceğini düşünen biziz!
Süte, benzine, damacana suya, ekmeğe yapılan zamlardan beli bükülen, cebi delinen biziz!
Marketlerin kapısından içeriye adım atarken, iki defa düşünen; her ürünün fiyatını defalarca kontrol etmeden satın alamayan biziz!
Yosullaşan, yoksullaştırılan, bu krizin faturasını ödemek zorunda bırakılan biziz!
Oysa patronlar, ultra zenginler, bu toplumun %5’i bile olmayanlar, devletin güvenli kanatlarının altında karlarına kar katmaya, servetlerinin tadını çıkartmaya devam ediyorlar...
***
Tüm temel tüketim maddelerine zam yağdıran hükümet, “krizin sorumlusu biz değiliz, bu krizi biz yaratmadık, ortadan kaldırmak için de elimizden bir şey gelmez” diyor...
Hükümet partileri krizi bir doğal afet, kendilerini de masum kurbanlar gibi gösteriyor.
Diyelim ki bu kriz, bir doğal afettir ve diyelim ki bu hükümetin krizi durdurmak için yapabilecek hiçbir şeyi yoktur... Hükümetler yine de kriz koşullarından hangi kesimi koruyacaklarını, hangi kesimi kollayacaklarını ve faturayı hangi kesime ödeteceklerini seçebilirler.
Depremi durdurmak için yapacak hiçbir şeyi olmayan bir kişinin, binadan kaçarken yanına para çantalarını mı yoksa çocuklarını mı alacağını seçebileceği gibi; batan bir gemiyi terk edenlerin yanında ne götüreceğini tercih edebileceği gibi; hükümet de bu krizde küçük esnafı, küçük üreticiyi, özel sektör çalışanlarını, kamu emekçilerini mi yoksa zaten para içinde yüzen toplumun %5’ini mi tercih edeceğine karar verebilir...
***
Krizin daha ilk gününden yabancıların inşaat şirketlerinden satın alabileceği konut sayısını birden üçe çıkaran bu hükümet değil midir?
“Bütçede para yok, şimdi fedakarlık zamanı” dediği halde, ultra zenginlere %200’lere varan yatırım indirimleri uygulamaya devam eden bu hükümet değil midir?
Devlete ait arsa, arazi ve binaları sermayedarlara komik bedeller karşılığında kiralamaya devam eden bu hükümet değil midir?
Vatandaş faiz borcu batağında ezilirken, büyük sermayeye düşük faizli krediler vermeye devam eden bu hükümet değil midir?
Fon muafiyeti, gümrük vergisi muafiyeti, KDV muafiyeti, bina inşaat ruhsatlarında resim, harç ve her türlü katkı payı muafiyeti, pul vergisi indirimi, kayıt harcı indirimi, amortisman indirimi adı altında yasal mevzuata göre toplaması gereken parayı, teşvik olarak ultra zenginlere dağıtan bu hükümet değil midir?
Biz bir odadan başka bir odaya geçtiğimizde lambayı kapatırken; Özel hastanelerin, özel üniversitelerin, kumarhanelerin ve otellerin elektrik faturalarını, teşvik adı altında bizim cebimizden topladığı para ile ödeyen bu hükümet değil midir?
Hükümet krizi sona erdirmek için yeterli araçlardan yoksundur belki ama kriz koşullarında hangi kesimi, hangi sınıfı korumayı tercih edeceğine hala karar verebilir.
Ve zaten hükümet daha krizin ilk gününden kararını vermiş, tercihini ultra zenginlerden, geçim sıkıntısı yaşamayanlardan, paranın ve malın içinde yüzenlerden, krizden tek korkusu karlarının azalması olanlardan yana yapmıştır.
Oysa dövizdeki artış, TL’deki gerileme karşısında, zamlar ve pahalılık nedeniyle alım gücü giderek düşenler; banka borcu, ev kirası, okul parası, elektrik faturası, ulaşım masrafı derdi ile ay sonunu zor getirenler; hükümetten çok bir şey istemiyor. Devletin zaten görevi olan şeylerin hayata geçirilmesini istemek zor bir şey sayılmıyorsa tabii...
***
Ücretsiz, kamusal eğitim hizmeti çok mu zor bir şeydir? Zenginlere teşvik yağdıranlar, bunun için para bulmakta zorlanmayanlar, neden devlet okullarındaki eğitimi gerçekten ücretsiz yapamıyorlar? Kayıt parası, kağıt parası, kırtasiye parası, kıyafet parası, dergi parası, zorunlu bağış adı altında cebimizden çıkmakta olan para, bu pahalılıkta  bütçemizi rahatlatmaz mıydı, maaş artışı almış kadar etkide bulunmaz mıydı?
Devletin kendi yasalarında, devletin görevi olarak tanımlanan ücretsiz eğitim gibi, ücretsiz sağlık hakkımız da yaşama geçirilemez mi? Her yıl özel okullara, özel hastahanelere bütçeden ayrılan pay; kamusal eğitim ve sağlık için ayrılan pay ile yarışırken ve patronlara paralar saçılırken, bizden bağış, katkı, fon adı altında para alınmaya son verilmesi çok mu zordur?
Üstelik özel sektör çalışanları, mevcut çarpık yapısıyla bile kamusal sağlık hakkından yararlanamıyor. Patronlar sigorta primlerimizi yatırma lütfunda bulunmadılar diye, doğum, kaza, hastalık durumlarında tedavi, ilaç ve benzeri hiçbir hakkımızdan faydalanamıyoruz. Sanki de bu primleri patronlardan tahsil etmek, devletin kendi görevi değilmiş gibi... Sanki de bu yatırımların yapılmaması bizim suçumuzmuş gibi... Sanki de hasta olmak, doğum yapmak, kaza geçirmek yasakmış gibi... Sanki de sigortası yatmayan emekçilerin kamusal sağlık hizmetlerinden yararlanmasını sağlayıp, faturayı patronun adresine postalamak çok zormuş gibi...
Hükümet ne yapıyor? Hükümet özel otelerin, özel okulların, özel hastahanelerin elektrik parasını ödüyor? Maliyeden zaten çıkmakta olan bu parayı, ihtiyacı olmayan zenginlere ödemek yerine; konutlar için 250 kilowata kadar temel elektrik harcaması ücretsiz yapılamaz mı? Yapılabilir tabii ki... Bu sadece bir tercih meselesi... Krizi durduramayanların, krizden kimi korumayı tercih ettikleri ile ilgili basit bir karar meselesi...
Ultra zenginleri; teşviklere, muafiyetlere, indirimlere boğanlar; küçük üreticilerin, zanaatkarların ve esnafın banka borçlarını ertelemeyi, bu kesimler için vergi affı çıkartmayı neden düşünemiyorlar? O kadar koruyup kolladıkları otellere her türlü mal alımını yerli üretim öncelikli olmak üzere iç piyasadan yapmak zorunluluğunu neden akıl edemiyorlar?
Yo hayır! Düşünemediklerinden değil, akıl edemediklerinden değil, yapamadıklarından değil! Bizi zerre kadar umursamadıkları için; bunları bilerek, isteyerek ve kasten yapmıyorlar...
***
Biraz önce hep birlikte onayladığımız on beş maddelik halkın acil önlem taleplerini her dile getirdiğimizde “bunlar yapılamaz” diyenlere, her platformda ispatladık ki; bu taleplerin yerine getirilmesi zaten devletin asli görevidir. Bunları yaşama geçirmenin ya hiçbir maliyeti yoktur yada çok az bir maliyeti vardır. Üstelik bu maliyet hali hazırda ultra zenginlerin karına kar katmak için hazineden yapılan harcamalardan misliyle daha azdır.
İşte o zaman hükümet partilerinin yöneticileri, seslerini buğulandırıp gözlerini kısarak ve ucuz bir korku filminin bayat müziği eşliğinde şu vurucu soru ile yanıtlıyorlar bizi: “Yani ne istiyorsunuz? Bu hükümet gitsin de UBP mi gelsin? YDP mi gelsin?”
Bu soru üzerine ne dememiz bekleniyor? “Özür dileriz, biz ettik siz etmeyin! Halk en temel ihityaçlarını karşılayamazken, siz zaten zengin olanları desteklemeye devam edin, yeter ki allah sizi başımızdan eksik etmesin!” Bizden bekledikleri bu mudur?
Bizi gerçekten de uzun gece deyzeler, öcüler ve goncolozlarla korkutarak susturmayı mı umuyorlar? Ama korksak da, susamayız ki?
Elektrik her gün zamlanırken, tüp fiyatı ikiye katlanırken, ekmek, süt, hellim, bolibif ve market raflarında ne varsa havalanıp uçarken, bankalara ödediğimiz borçların son iki yılı yalan olup silinirken, ev kirası maaşın yarısını bulmuşken istesek de susamayız ki?
Hem ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık, barınma ve ulaşım haklarımız için kamusal güvence, en temel yaşamsal haklardan biri olan elektrik konusunda zenginlerle eşit muamele istedik diye; neden “hükümet istifa” demiş sayılıyoruz? İstediklerimiz bu kadar imkansız şeyler mi?
Sizden kendi ülkenizin basın kuruluşlarına dava açmanız istendiğinde, istifanız istenmiş kabul etmiyorsunuz!
Altında yemin ettiğiniz Meclisin damında yürüyenleri, fikir-düşünce ve ifade özgürlüğüne, cana ve mala kastedenleri, mahkeme tarafından mahkum edilenleri uyduruktan bir kurulun uyduruktan bir kararı ile ve bizzat kendi elceğezinizle serbest bırakmanız istendiğinde, istifanız istenmiş kabul etmiyorsunuz! 
Tek istediği alın teri ile evine ekmek götürmek olan, işini korumaktan başka bir beklentisi olmayan CAS çalışanlarını kapının önüne koymanız söylendiğinde, istifanız istenmiş kabul etmiyorsunuz!
Ve biz yasal haklarımızı talep edip, zaten harcamakta olduğunuz paraları sermayeye değil halka yönlendirmenizi istediğimizde; “biz gidersek YDP gelir” diyeceksiniz öyle mi?
Ama yok öyle yağma! “Çalışır yaparız” diyen sizdiniz, “Güçlü, temiz ve özgür” olduğunu iddia eden sizdiniz, o zaman halkın ilk temel talebinde, sizin zaten söz vermiş olduğunuz ve yasal olarak da yapmak zorunda olduklarınız sizden istendiğinde, sıvışıp kaçamaz, bizim gözümüzü öcülerle korkutamaz ve sorumluluktan kurtulamazsınız!
Orada kimin için, kimin adına ve kim tarafından görevlendirilerek oturduğunuzu öğrenecek ve hizmet etmekle yükümlü olduğunuz halka çatır çatır hizmet edeceksiniz...
Sizi idare edenler, ipinizi elinde tutanlar sizi korku ile, baskı ile, tehdit ile idare ediyor ve siz de aynısını halka yapabileceğinizi zannediyorsanız; yanılıyorsunuz...
Biz halkız, ne sizden korkarız ne de sizin ayrımcı, zenginden yana, halka karşı siyasetiniz nedeniyle ortaya çıkmış goncolozlarınızdan!
Ama madem sizi idare etmenin yolu korku politikası; patronlardan korktuğunuz kadar, halktan korkmayı da öğreneceksiniz! Bu ülkenin gerçek sahiplerinin, bu ülkedeki zenginliği her gün emeği ile, alın teri ile, cebinden ve çocuklarının geleceğinden çalınanlar ile üretenlerin önünde, boyun eğeceksiniz!
Ve bunu yapmadığınızda kaybedeceğiniz tek şeyin sıcak makam koltuklarınız olduğunu sanıyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz. Veya iki paralık olmuş itibarınızın koltuklardan, makamlardan, statülerden, sıfatlardan çok daha kıymetli olduğunu bilmiyorsunuz... Ama öğreneceksiniz, halktan daha iyi öğretmen bulamazsınız...
 ***
Değerli Kıbrıslı Türkler,
Bugün burada pahalılığı protesto etmek, zamların canımızı nasıl yaktığını haykırmak, Halkın Acil Önlem Talepleri’ni yükseltmek ve kriz koşullarında ultra zenginlerin değil halkın tercih edilmesini talep etmek için toplandık.
Her ne kadar bu mitingin organizasyonunu, çağrısını ve örgütlenmesini partimiz Bağımsızlık Yolu üstlenmiş de olsa; bu miting sadece Bağımsızlık Yolu’nun mitingi değildir. Bu miting emekçi halkımızın tüm kesimlerinin, esnafın, küçük üreticinin, özel sektör çalışanlarının, kamu emekçilerinin, kadınların, gençlerin, krizden canı yanan tüm sınıfların mitingidir. Ve bu mitingi desteklediğini duyurarak, bugün burada aramızda olan çok değerli örgütler var: Hak-Sen, Güç-Sen, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası, Kadın Eğitimi Kolektifi, Baraka Kültür Merkezi ve Akdoğan Fikir Sanat Atölyesi’nin değerli üye ve yöneticilerini en içten dayanışma duygularımla selamlıyorum...
Bizim cebimizden çaldıklarını patronlara kepçe ile veren; asgari ücreti sefalet ücreti olmaktan çıkarmak için hiçbir somut adım atmayan, özel sektörde sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması talebini hükümet koltuklarına oturmak için bir basamak olarak gören, ek mesai ücretlerine ve hayat pahalılığı hakkına el koyma hesapları yapan, bu ülkenin ayakta kalmış değerleri olan kooperatiflerimizi batırmaya, elektrik kurumumuzu, telefon dairemizi elden çıkarmaya çalışan her kim olursa olsun; onların karşısında dişimizle, tırnağımızla hep birlikte mücadele edecek, Kıbrıslı Türk halkını yoksulluğa mahkum etmelerine, bizi yok etmelerine izin vermeyeceğiz.
Şimdi gözümüzü boymak için yoksulluk maaşına 3-5 aylığına ve geçici bir süre için 1000 TL eklemekten bahsediyorlar; asgari ücretliye (ne emekliliğe yansıyacak ne asli maaştan sayılacak aksine doğrudan patronun cebine girecek) bir maaş desteğinden söz ediyorlar.
Biz sadaka istemiyoruz. Patronlara yasa ile verilenin milyonda birinin bize ihsan edilmesini aşağılama olarak kabul ediyoruz.
Biz halkız! Kendine saygısı olan her halk gibi, ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık, kamu güvencesinde barınma ve ulaşım haklarımızı; kriz koşullarında kamu bütçesinin ultra zenginleri, tüccarları, otel, kumarhane, özel üniversite, özel hastane ve inşaat şirketi sahiplerini desteklemek için değil; esnafı, küçük üreticiyi ve özel sektör çalışanını desteklemek için kullanılmasını talep ediyoruz!
Bunun için sadece haklarımızın bilincinde olmak yetmez. Haklarımızı kimden talep edeceğimizi bilmek ve bu doğrultuda örgütlü mücadele etmek gerekir. Geçmişte meydanları defalarca doldurduk ve defalarca aldatıldık, kandırıldık, oyalandık... Öğrendik ki, kaderini başkalarına emanet etmek için toplanan insanlar sadece bir kalabalıktan ibarettir. Ama örgütlü halk fark yaratır!
Bunun için; barış, birleşik Kıbrıs ve halkların kardeşliği mücadelesi kadar ve hatta bunlar için; emeğin haklarının güvence altına alındığı, zenginlerin değil emekçilerin sözünün geçtiği bir gelecek yaratmalıyız. Bunun için örgütleniyoruz, örgütleneceğiz...
Çünkü yoksulluk kader olamaz, kader değildir!
Bize kurulan bu tuzağa düşmeyeceğiz, bu krizin bedelini, biz ödemeyeceğiz...
Teşekkür ederim...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder