Merhaba iki yakasını biraraya getiremeyenler!
Markette alabildikleri günden güne azalanlar,
ay sonu faturalar ne kadar gelecek diye tedirgin
yaşayanlar!
Çocuğun okul parasını, durduğu yerde katlanan banka
borcunu nasıl ödeyeceğim diye uykuları kaçanlar, evdeki hesabı çarşıya
uymayanlar;
Hem evde hem işte iki defa sömürülen kadınlar, merhaba!
Bu krizde “bir de işsiz kalır mıyım” diye endişelenen
özel sektör çalışanları,
Sigortası yatmayanlar, maaşı azaltılanlar, patron kaç
saat isterse o kadar saat çalışanlar merhaba!
Merhaba ek mesai ücreti maaşından az olan kamu
emekçileri!
Merhaba sade makarnaya talim eden üniversite öğrencileri!
Merhaba üvey evlat küçük esnaf, küçük üretici!
Taşın altına elini koyup, kolunu kurtaramayan Kıbrıslı
Türk halkı merhaba!
***
Ekonomik bir krizin tam ortasındayız. Bir sabah
kalktığımızda TL’nin döviz karşısında eriyip gittiğini gördük. Bizim kendi
gelirlerimiz de TL ile birlikte buhar olup uçuverdi...
“Sebebi papazdır”, “kriz ithaldir” dediler;
“Şimdi herkes elini taşın altına koymalı, hepimiz aynı
gemideyiz” dediler...
Ama kısa sürede gördük ki, ultra zenginlerle,
tüccarlarla, kumarhane, kerhane, otel, inşaat şirketi, özel hastane ve özel
üniversite sahipleri ile biz; aynı gemide olmak bir yana aynı okyanusta bile
değiliz!
Elektrik defalarca zamlanırken, her ay faturayı korkulu
gözlerle bekleyen biziz!
Soğuk kış günlerinde iki kat zamlanan tüp fiyatlarını
nasıl ödeyeceğini düşünen biziz!
Süte, benzine, damacana suya, ekmeğe yapılan zamlardan
beli bükülen, cebi delinen biziz!
Marketlerin kapısından içeriye adım atarken, iki defa
düşünen; her ürünün fiyatını defalarca kontrol etmeden satın alamayan biziz!
Yosullaşan, yoksullaştırılan, bu krizin faturasını ödemek
zorunda bırakılan biziz!
Oysa patronlar, ultra zenginler, bu toplumun %5’i bile
olmayanlar, devletin güvenli kanatlarının altında karlarına kar katmaya,
servetlerinin tadını çıkartmaya devam ediyorlar...
***
Tüm temel tüketim maddelerine zam yağdıran hükümet,
“krizin sorumlusu biz değiliz, bu krizi biz yaratmadık, ortadan kaldırmak için
de elimizden bir şey gelmez” diyor...
Hükümet partileri krizi bir doğal afet, kendilerini de
masum kurbanlar gibi gösteriyor.
Diyelim ki bu kriz, bir doğal afettir ve diyelim ki bu
hükümetin krizi durdurmak için yapabilecek hiçbir şeyi yoktur... Hükümetler
yine de kriz koşullarından hangi kesimi koruyacaklarını, hangi kesimi
kollayacaklarını ve faturayı hangi kesime ödeteceklerini seçebilirler.
Depremi durdurmak için yapacak hiçbir şeyi olmayan bir
kişinin, binadan kaçarken yanına para çantalarını mı yoksa çocuklarını mı
alacağını seçebileceği gibi; batan bir gemiyi terk edenlerin yanında ne
götüreceğini tercih edebileceği gibi; hükümet de bu krizde küçük esnafı, küçük
üreticiyi, özel sektör çalışanlarını, kamu emekçilerini mi yoksa zaten para
içinde yüzen toplumun %5’ini mi tercih edeceğine karar verebilir...
***
Krizin daha ilk gününden yabancıların inşaat
şirketlerinden satın alabileceği konut sayısını birden üçe çıkaran bu hükümet
değil midir?
“Bütçede para yok, şimdi fedakarlık zamanı” dediği halde,
ultra zenginlere %200’lere varan yatırım indirimleri uygulamaya devam eden bu
hükümet değil midir?
Devlete ait arsa, arazi ve binaları sermayedarlara komik
bedeller karşılığında kiralamaya devam eden bu hükümet değil midir?
Vatandaş faiz borcu batağında ezilirken, büyük sermayeye
düşük faizli krediler vermeye devam eden bu hükümet değil midir?
Fon muafiyeti, gümrük vergisi muafiyeti, KDV muafiyeti,
bina inşaat ruhsatlarında resim, harç ve her türlü katkı payı muafiyeti, pul
vergisi indirimi, kayıt harcı indirimi, amortisman indirimi adı altında yasal
mevzuata göre toplaması gereken parayı, teşvik olarak ultra zenginlere dağıtan bu
hükümet değil midir?
Biz bir odadan başka bir odaya geçtiğimizde lambayı
kapatırken; Özel hastanelerin, özel üniversitelerin, kumarhanelerin ve
otellerin elektrik faturalarını, teşvik adı altında bizim cebimizden topladığı
para ile ödeyen bu hükümet değil midir?
Hükümet krizi sona erdirmek için yeterli araçlardan
yoksundur belki ama kriz koşullarında hangi kesimi, hangi sınıfı korumayı
tercih edeceğine hala karar verebilir.
Ve zaten hükümet daha krizin ilk gününden kararını
vermiş, tercihini ultra zenginlerden, geçim sıkıntısı yaşamayanlardan, paranın
ve malın içinde yüzenlerden, krizden tek korkusu karlarının azalması olanlardan
yana yapmıştır.
Oysa dövizdeki artış, TL’deki gerileme karşısında, zamlar
ve pahalılık nedeniyle alım gücü giderek düşenler; banka borcu, ev kirası, okul
parası, elektrik faturası, ulaşım masrafı derdi ile ay sonunu zor getirenler;
hükümetten çok bir şey istemiyor. Devletin zaten görevi olan şeylerin hayata
geçirilmesini istemek zor bir şey sayılmıyorsa tabii...
***
Ücretsiz, kamusal eğitim hizmeti çok mu zor bir şeydir?
Zenginlere teşvik yağdıranlar, bunun için para bulmakta zorlanmayanlar, neden
devlet okullarındaki eğitimi gerçekten ücretsiz yapamıyorlar? Kayıt parası,
kağıt parası, kırtasiye parası, kıyafet parası, dergi parası, zorunlu bağış adı
altında cebimizden çıkmakta olan para, bu pahalılıkta bütçemizi rahatlatmaz mıydı, maaş artışı
almış kadar etkide bulunmaz mıydı?
Devletin kendi yasalarında, devletin görevi olarak
tanımlanan ücretsiz eğitim gibi, ücretsiz sağlık hakkımız da yaşama geçirilemez
mi? Her yıl özel okullara, özel hastahanelere bütçeden ayrılan pay; kamusal
eğitim ve sağlık için ayrılan pay ile yarışırken ve patronlara paralar
saçılırken, bizden bağış, katkı, fon adı altında para alınmaya son verilmesi
çok mu zordur?
Üstelik özel sektör çalışanları, mevcut çarpık yapısıyla
bile kamusal sağlık hakkından yararlanamıyor. Patronlar sigorta primlerimizi
yatırma lütfunda bulunmadılar diye, doğum, kaza, hastalık durumlarında tedavi,
ilaç ve benzeri hiçbir hakkımızdan faydalanamıyoruz. Sanki de bu primleri
patronlardan tahsil etmek, devletin kendi görevi değilmiş gibi... Sanki de bu
yatırımların yapılmaması bizim suçumuzmuş gibi... Sanki de hasta olmak, doğum
yapmak, kaza geçirmek yasakmış gibi... Sanki de sigortası yatmayan emekçilerin
kamusal sağlık hizmetlerinden yararlanmasını sağlayıp, faturayı patronun
adresine postalamak çok zormuş gibi...
Hükümet ne yapıyor? Hükümet özel otelerin, özel
okulların, özel hastahanelerin elektrik parasını ödüyor? Maliyeden zaten çıkmakta
olan bu parayı, ihtiyacı olmayan zenginlere ödemek yerine; konutlar için 250
kilowata kadar temel elektrik harcaması ücretsiz yapılamaz mı? Yapılabilir
tabii ki... Bu sadece bir tercih meselesi... Krizi durduramayanların, krizden
kimi korumayı tercih ettikleri ile ilgili basit bir karar meselesi...
Ultra zenginleri; teşviklere, muafiyetlere, indirimlere
boğanlar; küçük üreticilerin, zanaatkarların ve esnafın banka borçlarını
ertelemeyi, bu kesimler için vergi affı çıkartmayı neden düşünemiyorlar? O kadar
koruyup kolladıkları otellere her türlü mal alımını yerli üretim öncelikli
olmak üzere iç piyasadan yapmak zorunluluğunu neden akıl edemiyorlar?
Yo hayır! Düşünemediklerinden değil, akıl
edemediklerinden değil, yapamadıklarından değil! Bizi zerre kadar umursamadıkları
için; bunları bilerek, isteyerek ve kasten yapmıyorlar...
***
Biraz önce hep birlikte onayladığımız on beş maddelik
halkın acil önlem taleplerini her dile getirdiğimizde “bunlar yapılamaz”
diyenlere, her platformda ispatladık ki; bu taleplerin yerine getirilmesi zaten
devletin asli görevidir. Bunları yaşama geçirmenin ya hiçbir maliyeti yoktur
yada çok az bir maliyeti vardır. Üstelik bu maliyet hali hazırda ultra
zenginlerin karına kar katmak için hazineden yapılan harcamalardan misliyle daha
azdır.
İşte o zaman hükümet partilerinin yöneticileri, seslerini
buğulandırıp gözlerini kısarak ve ucuz bir korku filminin bayat müziği
eşliğinde şu vurucu soru ile yanıtlıyorlar bizi: “Yani ne istiyorsunuz? Bu
hükümet gitsin de UBP mi gelsin? YDP mi gelsin?”
Bu soru üzerine ne dememiz bekleniyor? “Özür dileriz, biz
ettik siz etmeyin! Halk en temel ihityaçlarını karşılayamazken, siz zaten
zengin olanları desteklemeye devam edin, yeter ki allah sizi başımızdan eksik
etmesin!” Bizden bekledikleri bu mudur?
Bizi gerçekten de uzun gece deyzeler, öcüler ve
goncolozlarla korkutarak susturmayı mı umuyorlar? Ama korksak da, susamayız ki?
Elektrik her gün zamlanırken, tüp fiyatı ikiye
katlanırken, ekmek, süt, hellim, bolibif ve market raflarında ne varsa
havalanıp uçarken, bankalara ödediğimiz borçların son iki yılı yalan olup
silinirken, ev kirası maaşın yarısını bulmuşken istesek de susamayız ki?
Hem ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık, barınma ve ulaşım
haklarımız için kamusal güvence, en temel yaşamsal haklardan biri olan elektrik
konusunda zenginlerle eşit muamele istedik diye; neden “hükümet istifa” demiş
sayılıyoruz? İstediklerimiz bu kadar imkansız şeyler mi?
Sizden kendi ülkenizin basın kuruluşlarına dava açmanız
istendiğinde, istifanız istenmiş kabul etmiyorsunuz!
Altında yemin ettiğiniz Meclisin damında yürüyenleri,
fikir-düşünce ve ifade özgürlüğüne, cana ve mala kastedenleri, mahkeme
tarafından mahkum edilenleri uyduruktan bir kurulun uyduruktan bir kararı ile
ve bizzat kendi elceğezinizle serbest bırakmanız istendiğinde, istifanız
istenmiş kabul etmiyorsunuz!
Tek istediği alın teri ile evine ekmek götürmek olan,
işini korumaktan başka bir beklentisi olmayan CAS çalışanlarını kapının önüne
koymanız söylendiğinde, istifanız istenmiş kabul etmiyorsunuz!
Ve biz yasal haklarımızı talep edip, zaten harcamakta
olduğunuz paraları sermayeye değil halka yönlendirmenizi istediğimizde; “biz
gidersek YDP gelir” diyeceksiniz öyle mi?
Ama yok öyle yağma! “Çalışır yaparız” diyen sizdiniz,
“Güçlü, temiz ve özgür” olduğunu iddia eden sizdiniz, o zaman halkın ilk temel
talebinde, sizin zaten söz vermiş olduğunuz ve yasal olarak da yapmak zorunda
olduklarınız sizden istendiğinde, sıvışıp kaçamaz, bizim gözümüzü öcülerle
korkutamaz ve sorumluluktan kurtulamazsınız!
Orada kimin için, kimin adına ve kim tarafından
görevlendirilerek oturduğunuzu öğrenecek ve hizmet etmekle yükümlü olduğunuz
halka çatır çatır hizmet edeceksiniz...
Sizi idare edenler, ipinizi elinde tutanlar sizi korku
ile, baskı ile, tehdit ile idare ediyor ve siz de aynısını halka
yapabileceğinizi zannediyorsanız; yanılıyorsunuz...
Biz halkız, ne sizden korkarız ne de sizin ayrımcı,
zenginden yana, halka karşı siyasetiniz nedeniyle ortaya çıkmış
goncolozlarınızdan!
Ama madem sizi idare etmenin yolu korku politikası;
patronlardan korktuğunuz kadar, halktan korkmayı da öğreneceksiniz! Bu ülkenin
gerçek sahiplerinin, bu ülkedeki zenginliği her gün emeği ile, alın teri ile,
cebinden ve çocuklarının geleceğinden çalınanlar ile üretenlerin önünde, boyun
eğeceksiniz!
Ve bunu yapmadığınızda kaybedeceğiniz tek şeyin sıcak
makam koltuklarınız olduğunu sanıyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz. Veya iki
paralık olmuş itibarınızın koltuklardan, makamlardan, statülerden, sıfatlardan
çok daha kıymetli olduğunu bilmiyorsunuz... Ama öğreneceksiniz, halktan daha
iyi öğretmen bulamazsınız...
***
Değerli Kıbrıslı Türkler,
Bugün burada pahalılığı protesto etmek, zamların canımızı
nasıl yaktığını haykırmak, Halkın Acil Önlem Talepleri’ni yükseltmek ve kriz
koşullarında ultra zenginlerin değil halkın tercih edilmesini talep etmek için
toplandık.
Her ne kadar bu mitingin organizasyonunu, çağrısını ve
örgütlenmesini partimiz Bağımsızlık Yolu üstlenmiş de olsa; bu miting sadece
Bağımsızlık Yolu’nun mitingi değildir. Bu miting emekçi halkımızın tüm
kesimlerinin, esnafın, küçük üreticinin, özel sektör çalışanlarının, kamu
emekçilerinin, kadınların, gençlerin, krizden canı yanan tüm sınıfların mitingidir.
Ve bu mitingi desteklediğini duyurarak, bugün burada aramızda olan çok değerli
örgütler var: Hak-Sen, Güç-Sen, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası, Kadın
Eğitimi Kolektifi, Baraka Kültür Merkezi ve Akdoğan Fikir Sanat Atölyesi’nin
değerli üye ve yöneticilerini en içten dayanışma duygularımla selamlıyorum...
Bizim cebimizden çaldıklarını patronlara kepçe ile veren;
asgari ücreti sefalet ücreti olmaktan çıkarmak için hiçbir somut adım atmayan,
özel sektörde sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması talebini hükümet
koltuklarına oturmak için bir basamak olarak gören, ek mesai ücretlerine ve
hayat pahalılığı hakkına el koyma hesapları yapan, bu ülkenin ayakta kalmış
değerleri olan kooperatiflerimizi batırmaya, elektrik kurumumuzu, telefon
dairemizi elden çıkarmaya çalışan her kim olursa olsun; onların karşısında
dişimizle, tırnağımızla hep birlikte mücadele edecek, Kıbrıslı Türk halkını
yoksulluğa mahkum etmelerine, bizi yok etmelerine izin vermeyeceğiz.
Şimdi gözümüzü boymak için yoksulluk maaşına 3-5 aylığına
ve geçici bir süre için 1000 TL eklemekten bahsediyorlar; asgari ücretliye (ne
emekliliğe yansıyacak ne asli maaştan sayılacak aksine doğrudan patronun cebine
girecek) bir maaş desteğinden söz ediyorlar.
Biz sadaka istemiyoruz. Patronlara yasa ile verilenin
milyonda birinin bize ihsan edilmesini aşağılama olarak kabul ediyoruz.
Biz halkız! Kendine saygısı olan her halk gibi, ücretsiz
eğitim, ücretsiz sağlık, kamu güvencesinde barınma ve ulaşım haklarımızı; kriz
koşullarında kamu bütçesinin ultra zenginleri, tüccarları, otel, kumarhane,
özel üniversite, özel hastane ve inşaat şirketi sahiplerini desteklemek için
değil; esnafı, küçük üreticiyi ve özel sektör çalışanını desteklemek için
kullanılmasını talep ediyoruz!
Bunun için sadece haklarımızın bilincinde olmak yetmez.
Haklarımızı kimden talep edeceğimizi bilmek ve bu doğrultuda örgütlü mücadele
etmek gerekir. Geçmişte meydanları defalarca doldurduk ve defalarca aldatıldık,
kandırıldık, oyalandık... Öğrendik ki, kaderini başkalarına emanet etmek için toplanan
insanlar sadece bir kalabalıktan ibarettir. Ama örgütlü halk fark yaratır!
Bunun için; barış, birleşik Kıbrıs ve halkların
kardeşliği mücadelesi kadar ve hatta bunlar için; emeğin haklarının güvence
altına alındığı, zenginlerin değil emekçilerin sözünün geçtiği bir gelecek
yaratmalıyız. Bunun için örgütleniyoruz, örgütleneceğiz...
Çünkü yoksulluk kader olamaz, kader değildir!
Bize kurulan bu tuzağa düşmeyeceğiz, bu krizin bedelini,
biz ödemeyeceğiz...
Teşekkür ederim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder