Son cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, federasyon müzakereleri ile Kıbrıslı Türk halkının vakit kaybettiği ve görüşmelere harcanan emeğin kktc’nin tanıtılmasına ayrılması durumunda çok daha olumlu sonuçların ortaya çıkacağı iddiası gündeme geldi. Bu iddia, kendisini ilk kez ortaya konmuş yeni bir fikir gibi sunuyordu.
“Kıbrıs Rum Yönetiminin, iki halkın ortaklığına dayanan federal çözüme yanaşmaması halinde ‘Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’ ilan edilmelidir.(1)”
Son cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, federasyon müzakereleri ile
Kıbrıslı Türk halkının vakit kaybettiği ve görüşmelere harcanan emeğin kktc’nin
tanıtılmasına ayrılması durumunda çok daha olumlu sonuçların ortaya çıkacağı
iddiası gündeme geldi. Bu iddia, kendisini ilk kez ortaya konmuş yeni bir fikir
gibi sunuyordu.
Öncelikle Kudret Özersay liderliğindeki Halkın Partisi tarafından
olgunlaştırılan bu söylem, ardından Ersin Tatar’ın seçim kampanyasının ana
malzemesi olarak işlev gördü. Sonra da seçim sonuçlarına bakılarak “kktc’nin
tanıtılması” ve Kıbrıs sorununa bir çözüm modeli olarak “iki devletlilik” tezlerinin
seçimin “kazananı” olduğu ilan edildi. Buna göre, Kıbrıslı Türk görüşmeciler 1960’lı
yıllardan beridir Kıbrıs sorununun federal bir çerçevede çözülmesi için samimi
bir çaba harcamış ancak “Rumların isteksizliği” nedeniyle bu çabalar başarısız
olmuştu. Bu durumda “Kıbrıslı Türklerin daha fazla vakit kaybetmeden kendi
yollarını yürümelerinin” vakti gelmişti.
Bu iddialar birçok açıdan yanıtlanabilir, yanıtlanmıştır da. Her iki
halkın görüşmecilerinin en başından beridir federasyonu bir “B Planı” olarak
gördüğü, görüşme masasında olanın her zaman bir yanda “kktc’nin tanıtılması”
ile diğer yanda “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş olduğu” defalarca yazıldı,
çizildi. Dahası federasyon konusundaki isteksizliğin sadece Kıbrıs Cumhuriyeti
egemenlerine münhasır bir tutum olmadığı aksine kktc yetkililerinin de en az
Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri kadar bu konuda isteksiz oldukları Kıbrıslı Türk
devrimcilerin malumudur. İki devletlilik yaklaşımının Kıbrıslı Türkler için
yeni bir yol değil çıkmaz sokak olduğu ise tarihsel bir olgudur. Bütün bunlar
yanında bir önemli gerçek daha vardır ki; “Kıbrıslı Türklere ait bağımsız bir
devlet ve bu devletin tanınması yoluyla iki devletli çözüm” fikri yeni değil;
sınanmış, denenmiş ve başarısızlığı tescillenmiş fikirlerdir.
"Hegel, bir yerde,
şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen
hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: İlkinde trajedi, ikincisinde
komedi (fars) olarak.(2)”
Kıbrıs Türk Federe Devleti 13 Şubat 1975’de ilan edildiği ve en azından
resmi düzeyde federal bir Kıbrıs hedefi ile kurulduğu halde; bağımsız bir
devlet tartışmaları da aynı tarihlere kadar uzanır. Rauf Denktaş 19 Mayıs
1979’da Kiprianu ile bir Doruk Anlaşması imzalayan ve federasyon temelinde bir
çözümü tek meşru hedef olarak ilan eden kendisi değilmiş gibi, 12 Ağustos
1979’da Devlet Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada bağımsız Türk devletini
kurma niyetinden söz eder. “Rum tarafının uzlaşmaz tutumu karşısında bağımsız
Türk devletini ilan etmek kaçınılmazdır” diyen Denktaş, bunun karşısında
olanlara da gözdağı vermekten kaçınmayarak gerekirse “yeraltına inileceğini” ve
“gizli örgüt kurulacağını” açık açık söyleyecektir.
Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Haziran 1981’de gerçekleşen genel
seçimleri; TKP’ye %28 oy ile 13 milletvekili, CTP’ye %15 oy ile 6 milletvekili
kazandırmıştı. Denktaş’ın bu seçim sonuçları karşısındaki yorumu “sol güçlendi,
önlem almak lazım” şeklinde olacaktır. Söz konusu önlem bir süredir ısıtılmakta
olan “bağımsız Türk devleti” siyasetinin yükseltilmesidir.
Self Determinasyon İçin Aydın Hareketi isimli örgüt bu dönemde kurulacak,
Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkı olan bir halk olduğu ve kendi
kaderini tayinin de sadece ayrılmak yönünde kullanılabileceği tezi gündeme getirilecektir(3).
Kendi kaderini tayin tartışmalarını çarpık bir prizmadan aktaran bu yarım
yamalak teorilerin savunucuları arasında Arif Hasan Tahsin, Mustafa Akıncı,
Ahmet Karaman ve Şener Levent gibi bugünün gençleri için şaşırtıcı gelecek
isimler de vardır. Doğan Harman ve Sabahattin İsmail’in o dönemin sol
hareketinden kopuşu da bu tartışmalar ile başlamıştır.
1983 yılında süreç
hızla kktc’nin ilanına doğru ilerlerken KTÖS Genel Sekreteri Arif Hasan Tahsin:
“20. asırda toprağı, dili, dini ve yönetimi ayrı bir ulusa ‘bağımsızlık
ister misiniz’ diye sorulması bile ayıptır(4)” şeklinde konuşmaktadır. Çalışan
Halkın Partisi adına Ahmet Karaman da yaptığı basın açıklamasında “Kıbrıs
Türk halkına kendi bağımsız devletine kavuşma hakkını içten ya da dıştan
kimsenin çok görmeye hakkı yoktur(5)” diyecektir. Mustafa Akıncı ise
“bağımsız Türk devleti” görüşünün TKP içerisinde yükselen ismidir.
Sonunda 15 Kasım 1983’de kktc ilan edildi. Soldan ve sağdan kktc’yi
savunanları ortak iddiası; bu devletin ilanı ile Kıbrıslı Türk halkının kendi
kaderini tayin sürecinin tamamlandığı, kktc’nin bağımsız bir devlet olduğu ve
bunun da Kıbrıs sorununun çözümüne önemli bir katkıda bulunacağı idi. Bizler
bugün bu iddiaların hiçbirinin gerçekleşmediğini biliyoruz. O dönemde de bu
iddiaların gerçekleşmeyeceğini, aksine bağımsızlık ilanının sözde kalacağını ve
Kıbrıslı Türklerin iradesine zarar vereceğini, Türkiye’ye olan bağımlılığı
arttıracağını söyleyenler vardı(6). Ancak Şener Levent, Arif Hasan Tahsin,
Mustafa Akıncı ve Ahmet Karaman gibi isimler bu gerçekleri deneyimle öğrenmek
durumunda kaldılar.
Annan Planı Referandumu sonrası Kıbrıslı Türk halkının federal bir
çözüm istencinin tescillenmesi de, Mustafa Akıncı etrafında oluşan irade de
benzer bir deneyimin sonucudur. Görmek isteyen herkes kktc’nin ilanı ile görmüştür
ki, sözde bağımsızlık Türkiye’ye daha fazla bağımlılık demektir. Kıbrıslı
Türklerin iradesi 1983’den sonra her geçen yıl biraz daha aşınmış, onurlu bir
halk olarak kendi kaderini tayin etmesi bir yana en basit konularda dahi söz
hakkı olmayan bir cemaate indirgenmiştir.
İki devletlilik tezi, 1983’te denenip başarı ile sonuçlanan projenin
yeniden ısıtılıp masaya konmasından başka bir şey değildir. Bu tezin başarısı,
federal bir Kıbrıs istencinin büyümesi karşısında önlem almak ve çözümsüzlüğün
sürdürülmesi konusunda denenmiş ve egemenler açısından olumlu sonuç vermiştir. Ancak
Marx’ın da belirttiği gibi birincide trajedi olanın ikincide komedi olarak
yaşandığı da bir gerçek.
1983’de bağımsız devlet tezinin arkasında Denktaş gibi karizmatik bir
figür vardı, şimdi söz konusu olan Tatar gibi bir komedyendir. 1983’de Arif
Hasan Tahsin, Şener Levent gibi güçlü kalemlerle savunulan bağımsız devletin
şimdiki savunucuları Türkçe dahi bilip bilmedikleri tartışılabilecek Ahmet
Tolgay ve Reşat Akar gibi kalemlerdir. 1983’de KTÖS ve TKP gibi kitlesel
örgütler desteğinde hayata geçirilen bağımsızlık; şimdi YDP’nin koltuk
değnekliği ile “başarıya” ulaşmıştır. 1983’de Türkiye derin devletinin göz
yumması ile sivil idareden kaçırırcasına ilan edilen bağımsız devlet tezini;
şimdi AKP-MHP bloğunun ittirmeleri, çuvallarla para, iradeye müdahaleler, baskı
ve zorlamalar ayakta tutmaktadır. Birincisi Kıbrıslı Türklerin
kandırılmışlığının ürünüyken, ikincisi Türkiye’nin zorlaması ile mümkün
olmuştur. Söz konusu olan tarihin tekerrür etmesinden ziyade tepetaklak olması
gibidir. Ama gene de ortada yeni bir şey yoktur. Birincide Kıbrıslı Türk
halkının iradesi teslim alınmış, şimdi yapılmaya çalışılan da teslim alınan
iradenin infaz edilmesidir.
“Tek Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti(7)”
“İki Devletli Çözüm” iddiası, Kıbrıslı Türklerin uluslararası statü ve
irade sahibi bir halk olma istencine yanıt verir gibi görünen ama bunun yaşam
bulması için elzem olan “Kıbrıs’ın birleşmesi” ihtiyacını dışarda bırakan bir
yaklaşımdır. Kıbrıs birleşmeden, Kıbrıs halkları yeniden kardeşleşmeden
Kıbrıslı Türklerin irade icra etmesi de, uluslararası bir statü elde etmesi de
mümkün değildir. 1983’te ilan edilen kktc’nin; o tarihe kadar var olan statü
kırıntılarını da silip süpürmesi, hemen ardından yaşanan gelişmelerin de
irademizdeki aşınmayı arttırması bunun pratik göstergeleridir. Meseleyi 1983’de
teorik olarak kavrayamamış olanlar, ardından yaşanan pratikten bazı dersler
çıkardılar ve “iki devletlilik” görüşünden vazgeçtiler.
Ancak teorik kavrayış eksikliğinin, çoğu zaman pratik kavrayışı da
sakatladığı bu örnekle bir kez daha kanıtlanmıştır. Çünkü 1983’de bağımsız Türk
devleti tezini hararetle savunanlar, şimdi de ikiliğin diğer kutbuna savrulmuş,
“Tek Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti” tezinin bayraktarlığını yapmaktadırlar. Oysa
“Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Dönüş” çağrısı, adanın yeniden birleştirilmesi
ihtiyacına yanıt verir gibi görünen ama bunun yaşam bulması için elzem olan
“Kıbrıslı Türklerin statü sahibi bir halk olma” istencini dışarda bırakan bir
yaklaşımdır. Kıbrıslı Türklerin statü sahibi bir halk olma istenci tatmin
edilmeden, Kıbrıs’ın birleşmesi mümkün değildir. 1960’da ilan edilen Kıbrıs
Cumhuriyeti ve 1963-1974 deneyiminin Kıbrıslı Türkleri Denktaş’ın ardından
ayrılıkçı bir noktaya sürüklemesi bunun pratik göstergesidir.
Bu sebeple hem statü hem de birleşme eksenlerini içermeyen herhangi bir
girişim, hedeflediği sonuçların tam tersini üretmeye mahkumdur. Mesele
öznelerin niyetlerine bağlı değildir. Bağımsız devlet talebi daha fazla
bağımlılıkla, üniter devlet talebi de daha keskin bir bölünmeyle
sonuçlanacaktır. Bundan kaçınmanın olası tek yolu, federal bir Kıbrıs’tır.
Kıbrıs halkalarının yeniden kardeşleşmesi, Kıbrıs’ın birleşmesi ve Kıbrıslı
Türklerin statü sahibi egemen bir halk olarak irade sahibi olması sadece
federasyon ile mümkündür.
Bağımsız devlet olduğu iddiasındaki kktc’nin balonu kısa sürede
patlamıştı. Ersin Tatar’ın “iki devletlilik” iddiası ise daha başından yola
patlak çıktı. Öyle ki Tayyip Erdoğan’dan Devlet Bahçeliye, 85 milyonluk Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin bütün üst düzey yöneticileri bu patlak balonu şirin
göstermek için maddi, manevi, siyasi bütün kaynaklarını seferber ettiler.
Gösterebildikleri tek şey ise kktc’nin egemen bir devlet değil, AKP-MHP
Bloğunun arka bahçesi olduğudur.
Bugünün görevi ise kktc’nin ilanını destekleyip ardından tepkisel bir
şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne savrulanların yolunu takip etmek değil; bağımsız,
federal, birleşik Kıbrıs için Kıbrıslı Türk halkının varlığını savunmaktır. Bu
da emek eksenli bir siyasetle, devrimci bir siyasetle mümkünüdür. Bağımsızlık
Yolu bunun için vardır, bunun için Kıbrıslı Türk emekçilerin devrimci
partisidir.
(1) Mustafa Akıncı, 16 Haziran 1983, Söz Gazetesi
(2) Karl Marx, Louis
Bonaparte’ın 18 Brumaire’i
(3) Halk-Halklar tartışması,
kendi kaderini tayin gibi meselelerin devrimci bir perspektiften
değerlendirilmesi için bkz. “Neden Kıbrıslı Türk Halkı Diyoruz?” Bağımsızlık
Yolu Broşür
(4) SÖZ Emekçi Halkındır, Yazarlar Birliği Açık
Oturum Düzenledi, 30 Mayıs 1983
(5) SÖZ Emekçi Halkındır, ÇHP Adına Yayınladığı Basın Bildirisinde, 16
Haziran 1983
(6) Ayrıntılı bir tarihsel okuma için bkz. Kıbrıslı Türk Devrimci
Hareketi (Halk-Der), Münür Rahvancıoğlu, Kalkedon Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder