KTHY ile yatıp KTHY ile kalktığımız 200’ü aşkın günden sonra sermayenin yeni
bir saldırısı ile karşı karşıya kaldık. DAÜ üzerinden yaşanan bu saldırı,
toplumsal muhalefetin önceki süreçlerden ders çıkarmaktaki eksikliklerini net
bir şekilde gösterdi. Haziran ayının ilk günlerinden itibaren DAÜ üniversite
öncesi kurumlarının (ilkokul, kolej ve kreş) Fettullahçı olduğu bilinen Doğa
Koleji’ne devredileceği söylentisi hızla yayıldı. Bu söylentilere son noktayı
koyan ise 3 Haziran 2011 tarihinde imzalandığı ortaya çıkan “ön protokol”ün tam
metninin kamuoyuna sızması oldu. Bu protokol ile resmi olarak ortaya çıktığı
gibi; DAÜ’nün parça parça özele devredilmesi sürecine üniversite öncesi
kurumlardan başlanıyor, işlem bir satış işlemi olarak değil “işletme devri”
olarak “on yıllığına” (bu on yılları Telsim ve Turkcell’den iyi bilmemiz gerek)
yapılıyor.
Toplumun neredeyse tamamının, her kesimin kendi gerekçelerini ön plana
çıkararak, karşı çıktığı bu olguyu iyice değerlendirmek gerek. Elbette bu
“işletme devri”nin ihalesiz yapılması, özelleştirme “hukuğuna” (ne demekse)
uygun yapılmaması, söz konusu sözleşmeyi imzalayan “Vektör”ün böyle bir
sözleşme yapmaya yetkisinin olmaması gibi konular önemlidir. Bu noktaların
önemi, mücadelenin bir kısmının da buraya odaklanarak süreci bu teknik
boyutlarla yavaşlatmak ve bir süreliğine durdurmak şansının tepilmemesi
anlamındadır. Ancak vurgulamak gerek, bu süreci yavaşlatmak veya geçici olarak
durdurmak da toplumsal muhalefeti bilinçlendirmek, toparlamak, örgütlemek ve
kararlı bir eylem sürecine sokmak niyeti varsa bir anlam ifade eder. Kısacası
zaman kazanmak, kamuoyu oluşturmak gibi hedefler bakımından önemlidir. Yoksa
özelleştirme hukuğuna uygun, ihaleye çıkılarak ve “doğru” kişi tarafından
imzalanmış bir protokolü de devrimcilerin kabul etmesi mümkün değildir. Tabii
mesele devrimcilerin neyi kabul edeceği ile sınırlı da değil. Mesele halkı bilinçli
ve örgütlü bir mücadeleye sevk edebilmektir.
Bu bağlamda “ön protokol” vasıtasıyla yukarıda saydığımız usulsüzlükler
yanında; müfredatı belirleme noktasında Fettullahçılara verilen yetki, öğretmen
kadrosu, özlük hakları ve maaşları ile ilgili sınırsız serbestlikler, DAÜ’nün
başka kolej veya ilkokul açamayacak şekilde sınırlandırılırken, yurt, konferans
salonu, spor salonu gibi imkanlarının Fettullahçılara sunulması ve
Fettullahçıların önündeki yasal engelleri kaldırma sorumluluğunun da DAÜ’ye
yüklenmesi (bu engeller kaldırılamazsa DAÜ’nün zararı karşılayacak olması) gibi
konular da kamuoyunun bilgisine getirilmelidir. Yaşanan gerçek anlamıyla
kamusal değerlerin sermayeye peşkeş çekilmesidir. Ve bu ne sadece DAİ-DAK’ta
çalışan eğitim emekçilerinin ne de öğrencilerin/velilerin sorunudur. Sorun
neo-liberal taşeronlaştırma aracılığıyla, kamusal kontrolün yitirilmesidir.
Böylece demokratik mekanizmalar aracılığı ile kendi değerlerimizi
şekillendirmek şansından, kendi geleceğimize yön verme potansiyelinden
arındırılıyoruz. Bu bağlamda mesele çalışanları/öğrencileri kat kat aşan bir
söz/yetki/karar iktidar sorunu olarak kendini göstermektedir. Kısacası
neo-liberal politikaların uygulandığı her ülkede ve sektörde yaşandığı gibi
bugün Kıbrıs’ta da Kıbrıslı Türkler sermaye karşısında
iktidarsızlaştırılmaktadır. Bu yüzden tüm diğer yanlışlardan bahsedilirken
üzerinde ısrarla durulması gereken nokta, neo-liberal dönüşümün küresel
niteliği ve halk düşmanı karakteridir.
DAÜ üniversite öncesi kurumlarının Doğa Koleji’ne devrediliyor oluşu, Doğa
Koleji’nin Fettullah Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinmesi bakımından ayrı bir tartışmaya da
sebebiyet vermiştir. Kıbrıs’ın kuzeyinde TC devletinin emperyalizm adına mutlak
otorite konumunda olduğunu herkes biliyor. Bu bağlamda dünyada esen neo-liberal
politikaların TC tarafından ülkemize de dayatılıyor oluşu açıktır. TC’de
hükümet konumunda bulunan AKP’nin özellikle kendine yakın sermaye gruplarını
kayırması da beklenebilecek bir davranıştır. Nitekim elektrikte özel faaliyet
gösteren Kalecik’te Aksa, KTHY satışında adı geçen Atlas Jet, bugün DAÜ’de
karşımıza çıkan Doğa ve ilerde Kooperatif ile ilgili adı geçen Ülker gibi
oluşumların hepsi de yeşil sermaye denilen İslami yapılarla bağlantılıdır.
İslami gericiliğe, asimilasyona ve entegrasyon politikalarına karşı çıkmak
gerekmektedir. Bu bağlamda Doğa Koleji’nin hem İslami gericiliği hem de dini
asimilasyon sürecini simgelemesi bakımından özel bir pozisyonu vardır. Ancak
devrimciler açısından net bir şekilde üzerinde durulması gereken nokta,
neo-liberal mantığın teşhiridir. İster İslami ister laik olsun, ister yerli
ister yabancı olsun, ister özelleştirme isterse taşerona verme şeklinde
yaşansın neo-liberal uygulamalara karşı topyekün bir direniş devrimciler
açısından yaşamsal önemdedir. DAÜ üniversite öncesi kurumları Suat Günsel’e
veya başka bir “Kıbrıslı” sermayedara da devrediliyor olsaydı yaşanan farklı
biçim altında da olsa gene neo-liberal bir saldırı olacaktı.
Neo-liberal saldırı dalgasının ilerlediği bazı ana hatları vurgulayarak DAÜ
ile ilgili daha net bir tablo çizmeye çalışalım. Neo-liberalizm; deregülasyon
(kuralsızlaştırma), sendikasılaştırma, piyasalaştırma, taşeronlaştırma ve
özelleştirme gibi beş ana kulvardan ilerlemektedir. Bugün DAÜ’de yaşanan
taşeronlaştırmadır. DAİ ve DAK’ta mülkiyet halen kamuda olduğu halde,
uygulamada işletme devri aracılığı ile kamunun her türlü müdahalesinden bir
arındırma işlemi uygulanıyor. DAÜ ve kurumları daha baştan piyasalaşmış olarak
yaşam bulmuştu. Birçok faaliyeti de hali hazırda taşeronlara devredilmiş
durumdadır. Bu sebeple de hem özelleştirmeye hem de kapsamlı bir
taşeronlaştırmaya elverişli bir zemine sahiptir. Doğa Koleji karşımıza ana
taşeron olarak çıkıyor. Bu taşeronun kendi alt taşeronlarına kolej ve ilkokulu
parça parça dağıtacağı (güvenlik, temizlik, öğretmenler vs.) kolaylıkla
öngörülebilir. Böylesi bir işverenler puzzle’ı yaratıldıktan sonra da emek
mücadelesinin (sendikal mücadelenin) bölünerek parçalanacağı ve yok edileceği
açıktır. Zaman içinde ana taşeronun mülkiyet hakkını alması ve özelleştirmenin
tamamlanması gündeme gelecektir. Ki bu sadece fiili olarak gerçekleşenin yasal
olarak isimlendirilmesinden ibaret olacaktır. Sendikalı yaşamın bitirildiği,
emekçilerin parçalandığı, kamunun kontrolü dışında bir sermaye cenneti
yaratılacaktır.
Bu çizilen tablo sadece DAÜ için değil, Kıbrıslı Türk halkının elinde kalan
sayılı tüm kurumlar için geçerlidir. Neo-liberal politikalar sadece emek
mücadelesi bakımından değil, Kıbrıslı Türklerin bağımsız bir irade icra
edebilmesi bakımından da olumsuz sonuçlar doğuruyor, doğuracaktır. Bu sebeple
DAÜ’de yaşananlara direnmek çok önemlidir. Sermayenin her çeşidine karşı
(yeşil-laik / yerli-yabancı) emekten yana yani halktan yana bir direniş
örgütlemek, bugün kaybedecek olsak bile gelecek için deneyim biriktirmek en
temel görevimizdir. Bu görev, neo-liberal saldırı altındaki emekçilerle
dayanışma görevi olarak algılanamaz. Bu görev emekçi sınıflar önderliğinde
verilecek bir bağımsızlık mücadelesinin olmazsa olmazıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder