Belki
televizyondan, belki internetten, belki de gazete fotoğraflarından izlediniz
olup biteni. Kim bilir belki de bizzat oradaydınız.
Polis
teşkilatımız bir kar makinesi gibi yolu açtı, dikensiz bir gül bahçesi yarattı
Recep Tayyip Erdoğan’a.
Marjinallerin,
teröristlerin, gerizekalıların, Rumcuların, vatan hainlerinin ve dar grupların
yaklaşmasına izin verilmedi Tayyip Beye.
Böylece kendisinin
hassas kişiliği zedelenmeden, duygusal yüreği kırılmadan ve narin duyguları
zarar görmeden ülkemizde dolaşması sağlandı.
Yaşananları
kısaca tekrar edelim:
Öğle
saatlerinde kendi özel mülkü olan binasına hiçbir küfür içermeyen pankartını
altında imzasıyla asan KTAMS’ın önünde belirdi polisler. Pankartı almak için
itfaiye aracı da getirerek binaya merdiven dayadılar. Sendika yetkililerinin
“mahkemeden yazı getirin” talebini, bakkaldan ekmek alırcasına rahatça yerine
getirdiler. Makemeyi içeride “yasadışı madde” bulunduğuna ikna ederek aldıkları
yazı ile içeriye daldılar. Her biri birer rambo olduğunu göstererek savunmasız
insanlara “yasal” şiddet uyguladılar. İtip kaktıkları yetmedi iki kişiyi de
gözaltına aldılar. Ortalığı iyice dağıttıktan sonra aradıkları pankartı
buldular ve çekip gittiler.
Öğleden
sonra Tayyip Erdoğan’ı protesto ederek karşılamak için toplanan örgütlere
Anayasal eylem hakları polis tarafından kullandırılmadı. Polis yol kesti,
hiçbir açıklamada bulunmadı. Bu sırada Tayyip şakşakçıları Hamitköy Çemberi’ne
yerleşti. Ama bunu yeterli bulmayan Teşkilat, eylemcilerin üzerine üzerine
yürümeye başladı. Protesto hakları engellenen, buna ek olarak da itilip kakılan
eylemciler 200 metre daha geriletildi. Direniş göstermeye çalışanlardan tutuklananlar
oldu. Arkadaki sivil faşistler ile öndeki resmi faşistler arasındaki işbirliği
de insanın gözlerini yaşartacak kadar yakındı.
Akşam
üzeri KTHY binası önünde Sendikal Platform’un çağrısı ile toplanan kitleye ise
tüm bunların toplamından bile daha fazla şiddet uygulandı. Birbirine
kenetlenmiş, yolu kesmemiş, sadece kaldırımda duran, ellerinde bayraklar
dışında hiçbir şey bulunmayan kalabalığın üzerine yürüyen Teşkilat; ellerinde
copları, bellerinde tabancaları ile tam bir terör estirdi. Copu olmayan
polisler geri kalmamak için yumruklarını konuşturdu. Tamamen yasal bir eylem
için toplanan, tamamen barışçı bir kalabalığa, hiçbir uyarıda bulunulmadan ve
gerekçesi bile belli olmayan amaçsız bir şiddet uygulandı. Kadınlar yerlerde
sürüklendi, kaburga kemikleri, ayaklar kırıldı, burunlar patlatıldı.
Kısacası
19 Temmuz günü “polisimiz” gücünün nelere kadir olduğunu, vatan hainlerini,
marjinalleri ve Rumcuları ezim ezim ezebileceğini dosta düşmana gösterdi.
“Polisimiz” gösterdi ki Anayasa’yı umursamamaktadır. “Polisimiz” gösterdi ki barışçıl
amaçlar ve yöntemlerle toplanmış sivilleri rahat rahat dövebilecek güçtedir.
“Polisimiz” gösterdi ki acımasızdır, vahşidir, ruhsuzdur, duygusuzdur. Sadece
emirleri verenin verdiği emirleri yerine getirmekte, gözüdönmüşçe seri olarak
yumruk atabilmekte, sivilleri ezim ezim edebilmektedir.
Bravo
aslan polisimize. Kendilerinden kat kat zayıf ve direnmeyen sivilleri dövmeleri
için onlara emir verenlere de, hukuk adına konuşup olup biteni sessizce
seyredenlere de hepsine birer aferin.
Polis
şiddetinin son iki yıldır giderek tırmandığı biliniyor. 19 Temmuz günü
yaşananlar, bu şiddetin yeni bir evreye girdiğinin göstergesidir. İyice
gözlemlenirse, polisin sadece şiddet uygulamadığı bunun yanında gerek sivilleri
gerekse de örgütleri kendi şiddet sarmalına çekmeye çalıştığı da görülebilir. İşte
bu sarmala kapılmak yapabileceğimiz en büyük hata olacaktır.
Oysa daha
yapabileceğimiz her şey tükenmiş değildir. Örgütlerin üzerine düşen en büyük
görev, hukuk sistemini adil bir noktadan taraf olmaya zorlamaktır. Bir yandan
sokakları boş bırakmadan ve aynı kararlılıkla eylemlerimize devam ederken,
diğer yandan da Teşkilatın en zayıf halkalarını teker teker gün yüzüne
çıkarmalıyız. Fotoğrafları ile, videoları ile ses kayıtları ile tek tek tespit
edeceğimiz polisleri yargının karşısına dikmeliyiz. Yargının onlara ne ceza
vereceğini, bu meseleleri yıllarca sürüncemede bırakıp bırakmayacağını ülke ve
dünya kamuoyunun önünde tüm açıklığı ile gündemde tutmalıyız. Demokratik kitle
örgütlerinin binalarına “yasadışı madde” bulunduğu şüphesi ile arama izni veren
yargıçlara, bulunan yasadışı maddenin ne olduğunu sormalıyız. Halkın
mücadelesine hukuksuzca saldıranların üzerine ışık tutmalı, saklandıkları
deliklerden onları bulmalı ve demokratik yöntemlerle hesap sormalıyız.
Bizi
yolumuzdan saptırmaya çalışan orantısız polis şiddeti oyununa gelmemeliyiz. Son
iki yıldır ne soldaki ne de sağdaki işbirlikçileri aracılığı ile durduramadığı
protesto dalgasından rahatsız olan rejimin üstüne aynı şekilde yürümeye devam
etmeliyiz. Bilmeliyiz ki, eğer varlığımız ve yaptıklarımız rahatsızlık vermiyor
olsaydı, etkisiz olsaydı rahatlıkla görmezden gelinebilirdi. Oysa tam aksine
diyalogtan yana “solcular” görünmez olurken, hem Tayyip hem de polis kendine
muhattap olarak toplumsal varoluş mücadelesi verenleri almıştır.
Şimdi
dönem örgütlü mücadele, örgütler arası dayanışma ve cesaret dönemidir. Ama
kişisel kahramanlıklara veya bireysel şiddete meyil gösterenleri de
uyarmalıyız. Cesaret ve kahramanlık farklı şeylerdir. Bizim şimdi kahramanlara
değil cesaretle mücadeleye devam edecek bir bilince ihtiyacımız var.
Kafamıza
kafamıza inen polis yumruğunun önünde cesurca dikilmeye devam edeceğiz. Örgütlü
mücadelemizden taviz vermeyecek, bugüne kadar ne yaptıysak aynı şeyleri
yapacağız. Şimdi yasal olan da biziz, meşru olan da biziz... Biz halkız ve
direneceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder