Kıbrıslı
Türklere ait değerler sermayeye peşkeş çekildikçe, sendikaların eylemlerinde
tansiyon daha da yükseliyor.
Dinsel
inanç sistemine, ekonomisine, siyasetine, kültürüne kısacası varoluşuna yönelik
saldırının hayati bir noktada olduğunu anlayan halk, giderek zaptedilmesi daha
zor hale geliyor.
Egemen
Blok ise tepkileri bastırmak, halka ve örgütlerine geri adım attırmak için şiddetin
dozunu arttırıyor.
UBP’nin
hükümete gelmesinden hemen sonra hızla artmaya başlayan polis şiddetinden
nasiplenmeyen kesim neredeyse kalmadı: Digomo Zibilliği’nden şikayet eden
Hamitköylüler, Meclis önüne veya Elçiliğe protestosunu iletmek isteyen
sendikacılar, batırılan kurumlarının hesabını soran KTHY çalışanları,
okullarına sahip çıkan DAK öğrencileri...
Polis önce
vuruyor, copluyor, tutukluyor; ardından “esas siz bana vurdunuz” diyerek
mahkemeye veriyor. Halka hem kaba kuvvetle, hem gözaltılarla hem de mahkeme
yoluyla göz dağı veriliyor.
UBP’li Başbakan,
öğrencisinden velisine, sendikasından emekçisine herkesi terörist ilan ederken,
kabinesindeki bakanlar da halka gerizekalılık basıyor...
Bir rejim,
kendini korumanın yolunu polis şiddetinde, mahkemelerde, halkını terörist ilan
etmekte buluyorsa; hiçbir meşruluğu kalmamış demektir.
Dışardan
emir alan, dışardan yönlendirilen, dışarıya hesap veren bir rejimin halkın
gözünde meşru olmaması da gayet normaldir. Bu durumun farkında olan Ankara,
kendine bağlı hükümete de muhalefete de aynı ezberi tekrarlatıyor:
UBP: “Yapılan
icraatlar bizim icraatlarımızdır, Ankara ile ilgisi yoktur.”
CTP:
“Kendi beceriksizliği nedeniyle Ankara’yı hedef gösteren UBP, başarısızdır.”
Ama ne
hükümet ne de muhalefet halkı ikna edemiyor. Halk politikaların gerçek adresi
olarak Ankara’yı görmeye devam ederken, ikna olmayanları dövmek de Ankara’ya
bağlı polis gücüne kalıyor.
Son
zamanlarda yaşanan eylemlerde, polis şiddetine ilişkin sloganların yoğunlaşması
bu yüzdendir. Klasik “polis devleti istemiyoruz” sloganının yanına, daha
şimdiden “polis boş durma bize çay getir”, “polis şaşırma sabırımızı taşırma”,
“polis sivile bağlansın” sloganları; hareket eden polis birliklerine “bir ki,
bir ki” sözleriyle yapılan eşlikler eklenmiş durumda. Polise yönelik belki de
en etkili slogan ise “biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz”
sloganıdır.
Ama
copları sloganlarla engellemek mümkün değildir ve “görevini yapan polis
emekçileri” var güçleri ile copları kafalara indirmeye devam ediyor. Ülkemizde
polisin sivile bağlanması önünde hiçbir yasal engel olmamasına rağmen askeri
otoriteye bağlı olması, polislerin sendikalaşması, dernekleşmesi, haklarını
aramasının imkansız olması ve son polis sınavı rezaletinde de yaşandığı gibi
personel alımının asimilasyona özel usüllere sahip olması bu şiddetin nedenleri
arasındadır. Ama esas olarak polis teşkilatının tavrına bakarak Ankara’nın
tavrını görmek mümkündür. Çünkü Kıbrıslı Türkler ile doğrudan temas halinde
bulunan Ankara’ya bağlı en önemli kurum polis kurumudur.
Polis
şiddetinin artıyor olmasına rağmen toplumsal varoluş mücadelemizin sağlıklı bir
şekilde büyüyebileceği zemin halen demokratik ve barışçıl yöntemlerle
şekillenmektedir ve öyle de olmalıdır. Ancak genel anlamda da devrimci
hareketin polis-asker gibi kurumlara yönelik klasik anlayışı kurum ile bireyin
farkını gözetmek yönündedir. Bu tavır “polisler dostumuz polis düşmanımız”
sloganında özetlenebilir.
Elbette
her polis dostumuz değildir. Elbette aşırı sağ, faşist kökene sahip veya sadist
karakterli polisler vardır. Ancak şiddet uygulayan her polisi de bu şekilde
değerlendirmemeliyiz. Ülkedeki ekonomik uygulamalar sonucunda evindeki ekmek
gittikçe küçülen, cebindeki maaş azalan, çalışma saatleri insana yaraşır
standartlardan uzaklaşan ve özlük hakları giderek gerileyen polisler ciddi bir
stres altındadırlar. Herhangi bir emek örgütü ile bağlantılı olmamalarından
dolayı toplumsal ezilmişliğinin hıncını eylemcilerden alan bilinçsiz polisler
de vardır. Az da olsa tüm yaşananlardan vicdanı rahatsız, bilinci huzursuz
polisler de mevcutttur. İşte bu yüzden kurumlarla insanları ayırmaya devam
etmek zorundayız.
Kurumlarla
insanları ayırmak, sizi coplayan polise acımak demek değildir. Bir polis sizi
copladı diye tüm polisleri bundan sorumlu tutmamak demektir. Kısacası öfkenizi
polislere değil, rejime, sisteme, kuruma yönlendirmek demektir.
“Görevimi
yapıyorum” diyerek tüm iştahı ile copunu sallayan polis arkadaş ise, bir gün bu
halkın dış güçleri başından atacağını, işbirlikçilerinden ise hesap soracağını
bilmelidir. Hesap günü geldiğinde her birey kendi hesabını verecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder