Kıbrıslı
Türkler demokrasiyi içselleştirmiş, yasalara saygılı ve barışçıl yollardan
kendilerini ifade etmeyi bir kültür haline getirmiş insanlardır.
Bunun
istisnası yok mu? Elbette vardır. Ama özellikle politik/siyasal meselelerde,
farklı fikirlerin barışçıl bir şekilde yan yana bulunabilmesi açısından dünyada
ender bulunan bir noktada olduğumuz da gerçek.
Ancak bilindiği
gibi son zamanlarda Polis Teşkilatı, bu durumu değiştirmek için kolları sıvamış
durumda.
Teşkilat’ın, “TC egemenlerine yaranayım” derken Anayasa başta olmak
üzere çiğnemediği yasa, kural, tüzük kalmamış durumda. Anayasal hak olduğu
halde barışçıl eylemcilerin toplanma özgürlüğünü engellemek onlarda; hiçbir
yasada yeri olmadığı halde pankartları çalıp kaçmak onlarda; hiçbir suç
işlememiş olan insanlara tekme-tokat girişmek onlarda; sendika yetkililerini
ite kaka sendikasından çıkarıp 24 saat gözaltında tutmak onlarda...
Her ne
kadar Polis Teşkilatı’ndaki birçok polis, barışçıl insanlara kaba kuvvet,
zorbalık ve kabadayılık taslanmasından memnun olmasa da; Teşkilat’ın genel
tavrının hukuk dışına çıktığını yaşayarak görüyoruz. Tayyip Bey’in
hassasiyetlerini, kendi halkının demokratik haklarından daha önemli gören
Teşkilat yetkilileri hukuktan hiç mi çekinmiyorlar? Yasanın dışına çıkmaktan
hiç mi korkmuyorlar?
Yasaları
uygulaması gerekenlerin rahatça ihlal etme tavrına girmesinde bu güne kadar
kendilerine gösterilen ihtimamın mutlaka rolü vardır. Göç Yasası eylemlerinde
polisin bir sözü üstüne iki yıldır mahkemesi devam etmekte olan eylemcilerden
biriyim. Ellerinde hiçbir delil olmadığı halde sadece suçlayan polis olduğu
için devam etmekte olan bu davada, polisin şahidi de yine polis... Davanın bir
yılının şanlı Polis Teşkilatı’mızın ufacık bir adada adı sanı, yeri yurdu, işi
gücü bilinen insanları bulup dava tebliği yapmasını bekleyerek geçmesi ise
manidardır. Ancak herkesin rahatça görebileceği bu fiili cezalandırma yöntemine
kimsenin tepki göstermeyip normal karşılaması, üstelik Polis Teşkilatı’nın iş
yapabilirlik kapasitesine yönelik hiçbir şüphenin oluşmaması daha da
manidardır.
Mahkemenin
ve tabii adaletin geciktirilmesi başlı başına bir suç iken, savcılığından tutun
da mukayyitliğine kadar “acelen ne” tavrı ile hukuksuzluğun normalleştirilmesi
sonucunda, Teşkilat’ın “ben yaparım olur” tavrına girmesinden daha doğal ne
olabilir?
Ve böylesi
durumlar “doğallaştığında” toplumun her kesimine, sistemin her noktasına
sirayet etmemesi beklenebilir mi? 19 Temmuz günü üzerinden örnekleyerek devam
edelim:
19 Temmuz
günü, KTAMS Lokali’ne asılan “Bir Verip Beş Alıyorsun Utanmadan Besleme
Diyorsun” pankartı Teşkilat yetkililerini rahatsız ediyor. Verdikleri talimatla
polisleri KTAMS önüne diziyorlar. Bu ülkenin demokraik bir kitle örgütüne,
binlerce üyesi olan barışçı bir kuruma, kolluk kuvvetleri hiçbir yasada yeri
olmayan tamamen hukuksuz bir talimat veriyor: “O pankartı indirin!”
KTAMS
yetkilileri haklı olarak, Teşkilat’ın bu “emrinin” hangi yasal mevzuata göre
verildiğini soruyor. Cevap olarak bir itfaiye arabası geliyor ve polisler
pankartı kendileri indirmek amacıyla KTAMS binasına tırmanmaya başlıyorlar.
Pankart sendika yetkilileri tarafından içeriye çekiliyor. Ancak Teşkilat tatmin
olmuyor. Olur ya, kendileri gidince sendika pankartı yeniden asabilir diye,
pankartın kendilerine verilmesini istiyorlar. Sendika yetkilileri de böyle bir
şeyi ancak mahkeme kararı olması durumunda yapabileceklerini söylüyorlar. Ve
bilin bakalım ne oluyor? 15 dakika sonra Teşkilat elinde bir arama emri ile
kapıya dayanıyor.
Mahkeme’de
Yargıç Fatma Şenol imzası ile verilen bu arama emri, KTAMS’ın pankartını polise
teslim etmesine dair hiçbir ifade içermiyor. Tam aksine KTAMS içerisinde
“kanunsuz mal tasarruf” edildiğine dair şüphe olduğu ve polisin de içeride
arama yapması için yetkili olduğuna dair bir arama emri söz konusu olan. Belli
ki bakkaldan bir süt alma süresinde alınan bu arama emrini talep eden polis
görevlisi, sayın Fatma Şenol’a almak istedikleri şeyin pankart olduğunu
söylemeye çekinmiş...
Mahkemenin
emri ile açılan kapıdan polis giriyor. İçeriyi terörize edip darmadağın
ettikten, iki sendikacıyı ite kaka gözaltına aldıktan sonra “kanunsuz maddeyi”
yani pankartı alarak dışarı çıkıyor.
Üzerinde
ne yazarsa yazsın pankart bulundurmak bizim ülkemizde kanunsuz bir faaliyet
midir? Mahkemeye yanıltıcı beyan vermek, bir polis memuru için bu kadar normal
midir? Bu ülkede 50 yıldan beridir demokrasi ve hukuk mücadelesi veren binlerce
üyeli bir demokratik kitle örgütünün “kanunsuz mal tasarruf” ettiğine inanmak
bu kadar kolay mıdır? Mahkeme kendisine kanunsuz mal aradığını söyleyen polise
“ne oldu o mal bulabildin mi?” diyecek midir? Başından beridir aranan şeyin
pankart olduğu bilindiğine göre bu durumda mahkemeniin tavrı ne olacaktır? Eğer
mahkemenin bir tavrı olmayacaksa, bu konuda yüksek mahkemenin bir tavrı olacak
mıdır? Böylesi bir olaya tepki vermezsek yarın KTÖS, öbürgün KTOEÖS daha öbür
gün evimiz, barkımız polis tarafından yol geçen hanına çevrilmeyecek midir?
Bir
demokratik kitle örgütünün polis tarafından böylesine mesnetsiz, böylesine
hoyrat bir şekilde aranması, hiçbir demokrasi ilkesi ile bağdaşmaz. Ve asla
kabul edilemez. Böylesi bir faaliyete bulaşmış her kişi ve kurumun da eğer hukuk
devletinde yaşıyorsak hesap vermesi gerekir. Polis sokakta barışçıl göstteri
yapan insanların kaburga kemilerini ve dişlerini kırarken, mahkemelerin hiçbir
şeyden haberi yokmuşçasına polise sonsuz bir güven beslemesi bir noktadan sonra
yapılanların onaylandığı izlenimi yaratır. Böylesi bir görüntü çizilmek
istenmiyorsa da, bağımsız bir kurum olan mahkemelerin konuyu kendi içinde
çözmesi ve kamuoyu ile paylaşarak halk vicdanını rahatlatması gerekir.
Üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen ne yazık ki bu yönde herhangi bir
girişimden haberdar değiliz.
Böylesi
uygulamaların normalleşmesi, sessizce geçiştirilmesi en başta ülkemizdeki hukuk
anlayışına, demokrasiye ve adalete inanca zarar verir. Sendika hukukçuları
dahil olmak üzere yasalar ile ilgili herkes, böylesi bir konuyu kapatmak değil
çözmek ile ilgilenmelidirler. Çünkü yeterince tepki verilmediği, bir günlük
kınamalarla geçiştirildiği takdirde hukuksuzluğun artarak devam edeceğini
öngörmek için kahin olmaya gerek yoktur.
Tüm
yasaların ve onların yorumunun ana çıkış kaynağı halk ve halkın vicdanıdır.
Halkımızın olup biten her şeyi bilmeye hakkı vardır. Çünkü günü geldiğinde
yapılanları da yapanları da yargılayacak olan halkımızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder