17 Ağustos 2011 Çarşamba

19 Temmuz ve Hukuk!



Kıbrıslı Türkler demokrasiyi içselleştirmiş, yasalara saygılı ve barışçıl yollardan kendilerini ifade etmeyi bir kültür haline getirmiş insanlardır.
Bunun istisnası yok mu? Elbette vardır. Ama özellikle politik/siyasal meselelerde, farklı fikirlerin barışçıl bir şekilde yan yana bulunabilmesi açısından dünyada ender bulunan bir noktada olduğumuz da gerçek.
Ancak bilindiği gibi son zamanlarda Polis Teşkilatı, bu durumu değiştirmek için kolları sıvamış durumda.
Teşkilat’ın, “TC egemenlerine yaranayım” derken Anayasa başta olmak üzere çiğnemediği yasa, kural, tüzük kalmamış durumda. Anayasal hak olduğu halde barışçıl eylemcilerin toplanma özgürlüğünü engellemek onlarda; hiçbir yasada yeri olmadığı halde pankartları çalıp kaçmak onlarda; hiçbir suç işlememiş olan insanlara tekme-tokat girişmek onlarda; sendika yetkililerini ite kaka sendikasından çıkarıp 24 saat gözaltında tutmak onlarda...
Her ne kadar Polis Teşkilatı’ndaki birçok polis, barışçıl insanlara kaba kuvvet, zorbalık ve kabadayılık taslanmasından memnun olmasa da; Teşkilat’ın genel tavrının hukuk dışına çıktığını yaşayarak görüyoruz. Tayyip Bey’in hassasiyetlerini, kendi halkının demokratik haklarından daha önemli gören Teşkilat yetkilileri hukuktan hiç mi çekinmiyorlar? Yasanın dışına çıkmaktan hiç mi korkmuyorlar?
Yasaları uygulaması gerekenlerin rahatça ihlal etme tavrına girmesinde bu güne kadar kendilerine gösterilen ihtimamın mutlaka rolü vardır. Göç Yasası eylemlerinde polisin bir sözü üstüne iki yıldır mahkemesi devam etmekte olan eylemcilerden biriyim. Ellerinde hiçbir delil olmadığı halde sadece suçlayan polis olduğu için devam etmekte olan bu davada, polisin şahidi de yine polis... Davanın bir yılının şanlı Polis Teşkilatı’mızın ufacık bir adada adı sanı, yeri yurdu, işi gücü bilinen insanları bulup dava tebliği yapmasını bekleyerek geçmesi ise manidardır. Ancak herkesin rahatça görebileceği bu fiili cezalandırma yöntemine kimsenin tepki göstermeyip normal karşılaması, üstelik Polis Teşkilatı’nın iş yapabilirlik kapasitesine yönelik hiçbir şüphenin oluşmaması daha da manidardır.
Mahkemenin ve tabii adaletin geciktirilmesi başlı başına bir suç iken, savcılığından tutun da mukayyitliğine kadar “acelen ne” tavrı ile hukuksuzluğun normalleştirilmesi sonucunda, Teşkilat’ın “ben yaparım olur” tavrına girmesinden daha doğal ne olabilir?
Ve böylesi durumlar “doğallaştığında” toplumun her kesimine, sistemin her noktasına sirayet etmemesi beklenebilir mi? 19 Temmuz günü üzerinden örnekleyerek devam edelim:
19 Temmuz günü, KTAMS Lokali’ne asılan “Bir Verip Beş Alıyorsun Utanmadan Besleme Diyorsun” pankartı Teşkilat yetkililerini rahatsız ediyor. Verdikleri talimatla polisleri KTAMS önüne diziyorlar. Bu ülkenin demokraik bir kitle örgütüne, binlerce üyesi olan barışçı bir kuruma, kolluk kuvvetleri hiçbir yasada yeri olmayan tamamen hukuksuz bir talimat veriyor: “O pankartı indirin!”
KTAMS yetkilileri haklı olarak, Teşkilat’ın bu “emrinin” hangi yasal mevzuata göre verildiğini soruyor. Cevap olarak bir itfaiye arabası geliyor ve polisler pankartı kendileri indirmek amacıyla KTAMS binasına tırmanmaya başlıyorlar. Pankart sendika yetkilileri tarafından içeriye çekiliyor. Ancak Teşkilat tatmin olmuyor. Olur ya, kendileri gidince sendika pankartı yeniden asabilir diye, pankartın kendilerine verilmesini istiyorlar. Sendika yetkilileri de böyle bir şeyi ancak mahkeme kararı olması durumunda yapabileceklerini söylüyorlar. Ve bilin bakalım ne oluyor? 15 dakika sonra Teşkilat elinde bir arama emri ile kapıya dayanıyor.
Mahkeme’de Yargıç Fatma Şenol imzası ile verilen bu arama emri, KTAMS’ın pankartını polise teslim etmesine dair hiçbir ifade içermiyor. Tam aksine KTAMS içerisinde “kanunsuz mal tasarruf” edildiğine dair şüphe olduğu ve polisin de içeride arama yapması için yetkili olduğuna dair bir arama emri söz konusu olan. Belli ki bakkaldan bir süt alma süresinde alınan bu arama emrini talep eden polis görevlisi, sayın Fatma Şenol’a almak istedikleri şeyin pankart olduğunu söylemeye çekinmiş...
Mahkemenin emri ile açılan kapıdan polis giriyor. İçeriyi terörize edip darmadağın ettikten, iki sendikacıyı ite kaka gözaltına aldıktan sonra “kanunsuz maddeyi” yani pankartı alarak dışarı çıkıyor.
Üzerinde ne yazarsa yazsın pankart bulundurmak bizim ülkemizde kanunsuz bir faaliyet midir? Mahkemeye yanıltıcı beyan vermek, bir polis memuru için bu kadar normal midir? Bu ülkede 50 yıldan beridir demokrasi ve hukuk mücadelesi veren binlerce üyeli bir demokratik kitle örgütünün “kanunsuz mal tasarruf” ettiğine inanmak bu kadar kolay mıdır? Mahkeme kendisine kanunsuz mal aradığını söyleyen polise “ne oldu o mal bulabildin mi?” diyecek midir? Başından beridir aranan şeyin pankart olduğu bilindiğine göre bu durumda mahkemeniin tavrı ne olacaktır? Eğer mahkemenin bir tavrı olmayacaksa, bu konuda yüksek mahkemenin bir tavrı olacak mıdır? Böylesi bir olaya tepki vermezsek yarın KTÖS, öbürgün KTOEÖS daha öbür gün evimiz, barkımız polis tarafından yol geçen hanına çevrilmeyecek midir?
Bir demokratik kitle örgütünün polis tarafından böylesine mesnetsiz, böylesine hoyrat bir şekilde aranması, hiçbir demokrasi ilkesi ile bağdaşmaz. Ve asla kabul edilemez. Böylesi bir faaliyete bulaşmış her kişi ve kurumun da eğer hukuk devletinde yaşıyorsak hesap vermesi gerekir. Polis sokakta barışçıl göstteri yapan insanların kaburga kemilerini ve dişlerini kırarken, mahkemelerin hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına polise sonsuz bir güven beslemesi bir noktadan sonra yapılanların onaylandığı izlenimi yaratır. Böylesi bir görüntü çizilmek istenmiyorsa da, bağımsız bir kurum olan mahkemelerin konuyu kendi içinde çözmesi ve kamuoyu ile paylaşarak halk vicdanını rahatlatması gerekir. Üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen ne yazık ki bu yönde herhangi bir girişimden haberdar değiliz.
Böylesi uygulamaların normalleşmesi, sessizce geçiştirilmesi en başta ülkemizdeki hukuk anlayışına, demokrasiye ve adalete inanca zarar verir. Sendika hukukçuları dahil olmak üzere yasalar ile ilgili herkes, böylesi bir konuyu kapatmak değil çözmek ile ilgilenmelidirler. Çünkü yeterince tepki verilmediği, bir günlük kınamalarla geçiştirildiği takdirde hukuksuzluğun artarak devam edeceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yoktur.
Tüm yasaların ve onların yorumunun ana çıkış kaynağı halk ve halkın vicdanıdır. Halkımızın olup biten her şeyi bilmeye hakkı vardır. Çünkü günü geldiğinde yapılanları da yapanları da yargılayacak olan halkımızdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder