Dil, insan
toplumlarının uygarlık safhasında geliştirdikleri en önemli sosyalleşme
araçlarından birisidir. Çeşitli toplumların kullandığı kelimeler, kavramlar,
cümle kalıpları aynı zamanda o toplumların düşünme biçiminin, yaşam şeklinin
bir yansımasıdır.
Denilebilir
ki; toplumlar nasıl yaşarlarsa öyle konuşurlar. Örneğin Eskimo dilinde kar
yağışının çeşitli biçimleri için yüzlerce kelime vardır. Oysa Türkçe’de tipi,
lapa vs. diye saysak saysak en fazla 15-20 kelime bulabiliriz. Eskimolar
açısından yaşadıkları iklim, evlerinin yapısı, sosyal hayat, ekonomi vs. için
merkezi önem arz eden kar yağışı, bizim için bu kadar merkezi olmadığından
yağan karın biçimlerindeki farklılıkları algılamamız da bunu ifade etmemiz de
daha sınırlıdır. Kısacası dil, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası,
toplumsal pratiğin net bir yansısıdır.
Bunu
söyleme sebebim, Kıbrıslı Türklerin bir halk olarak kabul edilmek amacıyla
seferber olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurumlarının en acımasız ve
saldırgan politikaları karşısında onuru ile direndiği bir dönemde, kendimize ne
isim verdiğimizin önemli olduğunu vurgulamaktır.
Biz neyiz?
Kıbrıslı
mıyız?
Kıbrıslı
Türk müyüz?
Kıbrıs
Türkü müyüz?
Türk
müyüz?
Kısa bir
gazete makalesinde derinlikli tahlillere girişmenin imkanı yok. Sadece şunu
belirtmeliyim ki, yaklaşımımı etnik veya ırksal bir noktadan temellendirmediğim
gibi etnik veya ırksal yaklaşımları da doğru bulmuyorum. Bu sebeple sözünü
ettiğim “Kıbrıslı” ve “Türk” ifadelerinin etnik anlamlarını yazımın dışında
tutuyorum. Bence Kıbrıslı Türk halkını bir halk yapan olgu etnik veya ırksal
değil, ama kesinlikle sosyolojik, psikolojik, ekonomik, tarihsel ve siyasaldır.
Savıma katılmasanız bile, en azından benim bunları demek istediğimi bilerek
okumanız bu yazının vermek istediği mesajı almayı kolaylaştıracaktır.
Kıbrıslı
Türkler bir varoluş mücadelesi veriyorlar. “Ankara Elini Yakamızdan Çek”,
“Evine Dön Ayşe”, “Bir Verip Beş Alıyorsun Utanmadan Besleme Diyorsun”, “Ankara
Paranı Da Memurunu Da İstemiyoruz” sloganları halkımızdan geniş bir kabul ve
onay alıyor. Bu mücadelenin karşısında ise resmi işbirlikçi UBP, çeşitli
işbirlikçi adayları, sivil faşistler, resmi faşistler, TC Elçiliği, TC Yardım
Heyeti, TC asker-sivil bürokrasisi ve AKP var.
Böylesi
bir ortamda basın açıklamalarında, bildirilerde, demeçlerde, panellerde ve
elbette günlük hayatımızda kendimizi “Kıbrıs Türkü” olarak tarif etmemiz ne
kadar doğrudur? Kıbrıs Türkü ne demektir? En basit tanımıyla Kıbrıs’ta yaşayan
Türk demek değil midir? Böyle bir ifade kullandığımız zaman kimliğimizin esas
öğesi Türklük olmuyor mu? Ve Kıbrıs kelimesi sadece bulunduğumuz coğrafyayı
belirten bir işaret olarak kalmıyor mu? Girit Türkü, Almanya Türkü, Batı Trakya
Türkü vs. gibi bir ifade haline gelmiş olmuyor mu Kıbrıs ifadesi?
Tıpkı
bunun gibi “Kıbrıs Türk halkı” ifadesi de Kıbrıs’taki Türk halkı anlamında
değil midir? Ve bizim vermekte olduğumuz mücadele aracılığı ile vurgulamaya
çalıştığımız “Kıbrıslılık” karakterimizin kimliğimizin asli bir bileşeni
olduğunu, bizi biz yapan öğe olduğunu gölgede bırakmıyor mu?
Etnik
kimlik olarak Kıbrıslılığı da Türklüğü de reddettiğimi, her türlü etnik temelli
kimlik yaklaşımını reddettiğimi baştan söylemiştim. Etnik temelden ayrı ulusal
temelde bir “Kıbrıslı” ulusu olup olmadığına ilişkin tartışmayı da bir kenara
bırakarak, “Kıbrıslı Türk” halkının varoluş mücadelesi verilirken, en azından
bu mücadeleyi verenlerin “Kıbrıs Türk halkı” veya “Kıbrıs Türkü” gibi ifadeleri
kullanmamaya özen göstermesi çağrısı yapıyorum.
Başta da
yazıldığı gibi, dil yaşamı değil yaşam dili belirler. Bir kez oluşan bir dil de
yaşamı temelde etkiler. Sosyo-ekonomik temeli olmayan bir dil değişimi
toplumsal yaşamda hiçbir karşılık bulamaz. Ama sosyo-ekonomik olarak toplumda
bir değişim meydana geldiğinde bu değişim dile mutlaka yansır. “Otobüs”
Fransızca bir kelimedir. Bir zamanlar adamızda yaygın olarak kullanılan “Bas”
da İngilizcedir. Ama bu toplu taşıma aracı için kullanılan herhangi bir Türkçe
isim yoktur. Tıpkı Televiyon, İnternet, Jilet ve Hostes’in Türkçe kelimelerle
ifadesi olmadığı gibi. Bir dönem Türkiye’de yaygınlık kazanan “Öz Türkçe”
dalgasında otobüse “çok oturgaçlı götürgeç”, hostese “gök konuksal avrat”
denilmesi için Türk Dil Kurumu karar almıştı. Ama günlük yaşamda espiriler
dışında bu kararın hiçbir karşılığı olmadı. Bu da gösteriyor ki, ancak
toplumsal bünyenin hazır hale geldiği durumlarda dile yapılacak müdahaleler
değişimi tetikleyebilir.
Yaşam, dil
aracılığı ile derinden etkilense de sadece yaşamın içinden değiştirilebilir.
Ama dil yavaş, yaşam ise hızlı değişir. Yaşamdaki değişiklikleri dile yansıtmak
uygun bir yaklaşımken, meydana gelmesini istediğimiz ama günlük hayatta
olgunlaşmamış olayları dil aracılığı ile değiştirmeye çalışmak boşa çaba
harcamaktır.
Bizim
ülkemizde son on-onbeş yılda çok ciddi bir değişim meydana gelmiştir. Bu
ülkenin insanları diğer bütün tartışmalar bir yana, Kıbrıslılığı kimliğinin
asli bir öğesi olarak kabul ediyor, bunun için mücadele ediyor ve bedel ödüyor.
Bunu dilimize de yansıtmanın kendimize “Kıbrıs Türkü” yerine “Kıbrıslı Türk”
demenin zamanı gelmedi mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder