10 Ağustos 2011 Çarşamba

Perde Aralığından



İbrahim Aziz’in iki dilli olarak basılan yeni kitabı “Perde Aralığından”ı okudunuz mu? Eğer okumadıysanız, bir solukta okunacak bu kitabı mutlaka okumanız gerekiyor.
İbrahim Aziz, Kıbrıslı Türk solunun mücadele tarihindeki önemli bir boşluğu doldurarak, Derviş Ali Kavazoğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi yazarları ile olan ilişkilerinin üzerine ışık tutuyor.
Esas itinbariyle kişisel tanıklıklara dayalı olan kitapta, ilk kez gün yüzüne çıkan bazı belgeler de bulunuyor.
Burada kitabın tanıtımından çok, bana çağrıştırdıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Derviş Ali Kavazoğlu’nun ne kadar müthiş bir örgütçü olduğunu bu kitaptan sonra bir kez daha anlıyoruz. Hakkında daha önceleri de yayınlanmış olan anılar, tanıklıklar ve belgelerden edebiyata, şiire, müziğe ve kültüre merakını biliyorduk. Türk Eğitim Kulübü ile ilişkileri ve bu vesileyle o zamanın gençleriyle olan ilişkisi de kısmen biliniyordu. Aynı zamanda asıl alanı olan sendikacılıkta yorulmak bilmez bir çaba içinde olduğu da bunlara eklenmeli. Bence bu noktada “Perde Aralığından” kitabının katkısı esas olarak Derviş Ali Kavazoğlu’nun siyasal faaliyetlerine odaklanması açısından değerlendirilmelidir.
Her ne kadar anılarla sınırlı bir şekilde aktarılsa ve bütünlüklü bir değerlendirme olarak sunulma iddiası gütmese de, Derviş Ali Kavazoğlu’nun siyasal faaliyetler noktasında da çeşitli girişimleri olduğunu bu kitaap aracılığı ile öğrenme şansı buluyoruz. Özellikle Halk Partisinin kuruluşu ve Cumhuriyet Gazetesi’nin çıkarılışında, tartışılmaz bir emeği olduğu böylece açığa çıkıyor. Dönemin gizli çalışma zorunluluğunun bir sonucu olarak günümüze pek aktarılamamış bu tarihin perdesi bir nebze olsun aralanmış oluyor.
Derviş Ali Kavazoğlu’nun ailesinden, sevdiği insanlardan ayrı, kendi ülkesinde bir sürgün gibi yaşamasına; zaman zaman bu ağır duygusal yükü taşıyamayarak hastalanmasına rağmen, yeni yeni fikirler arayışlar ve girişilmer konusunda ne kadar azimli olduğunu görerek şaşırıyor insan... Kıbrıslı Türk toplumunun içinde, halkının yaşadıklarını bire bir hissederek yaşayamamasının getirdiği eksiklikleri, her gün Türkçe gazeteleri okuyarak gidermeye çalışması, zaman zaman gizliliğin zorunluluklarına kafa tutarak gerçekleştirdiği kaçamaklar ve en önemlisi de dilin getirdiği engelleri aşmak için gösterdiği çaba şaşılacak bir azim örneği...
Kavazoğlu’nun tüm bu mücaadelesinde temelde yalnız olduğunu veya çok sınırlı bir insan grubu ile gerçek düşüncelerini paylaşabildiğini düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki partisi AKEL’in Kıbrıslı Türkleri sadece bir azınlık olarak hesap eden yanlış politikasına rağmen, siyasal alanda gösterdiği mücadelede duygularını aktarabileceği çok az insan vardı. Bunun da Kavazoğlu gibi önemli bir mücadele insanının düşünsel beslenme ve pratik açılım imkanlarını zayıflattığı bir gerçektir. Bir yandan faşist terör örgütlerinin politikaları, bir yandan şöven Makarios’un siyaseti ve öte yandan da AKEL’in yanlış ENOSİS yaklaşımının basıncı altında, kendine yol açmaya çalışan bu müthiş şahsın; koşulların kısıtlılığı içinde yapabileceğinden kat kat fazlasını yaptığını söyleyebiliriz.
Gene de tarihe geriye doğru bakmanın tüm sıkıntılı yanlarını bilerek bazı soru işaretlerini de paylaşmak gerekiyor. 1958’de yaşanan siyasal teröre hiçbir cevap verilmemesi doğru muydu? 1960 sonrasında özellikle de Cumhuriyet Gazetesi’nin kanla susturulmasının toplumumuz nezdinde psikolojik etkileri neden hiç hesaba katılmadı? Veya katıldıysa ne yapıldı? Tüm bu koşullarda barışçıl çalışma imkanlarının tükendiği net bir şekilde ortada olduğu halde, gizlilik koşullarında barışçıl çalışma (okullara öğretmen bulma gibi) hedefleri neden değiştirilmedi?
Bu saydıklarımın hepsi de AKEL’in siyasetlerinden kaynaklı eksikliklerken, hiçbirinde Kavazoğlu’nun kişisel sorumluluğu olduğunu düşünmediğimi eklemeliyim. Ancak 1955-1965 dönemi Kıbrıslı Türk solu değerlendirilirken, bu soruların da sorularak değerlendirme yapılmasının zamanı gelmiş gibi görünüyor.
Ufacık bir adanın içinde TEK HALK yaklaşımı ile örgütlenen bir komünist partinin, aslında apaçık bir şekilde iki halkın varlığını ve bu halklardan birisinin bambaşka koşullar içinde yaşadığını görmezden gelmesi ne yazık ki mümkün oldu. Ama bu görmezden gelişin bedeli de ağır oldu.
Belki hala bu bedeli ödemeye devam ediyoruz.
Belki artık bu geçmiş ile hesaplaşmamızın zamanı gelmiştir.
Belki bu kitap bir başlangıç olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder