İbrahim
Aziz’in iki dilli olarak basılan yeni kitabı “Perde Aralığından”ı okudunuz mu?
Eğer okumadıysanız, bir solukta okunacak bu kitabı mutlaka okumanız gerekiyor.
İbrahim
Aziz, Kıbrıslı Türk solunun mücadele tarihindeki önemli bir boşluğu
doldurarak, Derviş Ali Kavazoğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi yazarları ile olan
ilişkilerinin üzerine ışık tutuyor.
Esas
itinbariyle kişisel tanıklıklara dayalı olan kitapta, ilk kez gün yüzüne çıkan
bazı belgeler de bulunuyor.
Burada kitabın tanıtımından çok, bana
çağrıştırdıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Derviş Ali
Kavazoğlu’nun ne kadar müthiş bir örgütçü olduğunu bu kitaptan sonra bir kez
daha anlıyoruz. Hakkında daha önceleri de yayınlanmış olan anılar, tanıklıklar
ve belgelerden edebiyata, şiire, müziğe ve kültüre merakını biliyorduk. Türk
Eğitim Kulübü ile ilişkileri ve bu vesileyle o zamanın gençleriyle olan
ilişkisi de kısmen biliniyordu. Aynı zamanda asıl alanı olan sendikacılıkta
yorulmak bilmez bir çaba içinde olduğu da bunlara eklenmeli. Bence bu noktada
“Perde Aralığından” kitabının katkısı esas olarak Derviş Ali Kavazoğlu’nun
siyasal faaliyetlerine odaklanması açısından değerlendirilmelidir.
Her ne
kadar anılarla sınırlı bir şekilde aktarılsa ve bütünlüklü bir değerlendirme
olarak sunulma iddiası gütmese de, Derviş Ali Kavazoğlu’nun siyasal faaliyetler
noktasında da çeşitli girişimleri olduğunu bu kitaap aracılığı ile öğrenme
şansı buluyoruz. Özellikle Halk Partisinin kuruluşu ve Cumhuriyet Gazetesi’nin
çıkarılışında, tartışılmaz bir emeği olduğu böylece açığa çıkıyor. Dönemin
gizli çalışma zorunluluğunun bir sonucu olarak günümüze pek aktarılamamış bu
tarihin perdesi bir nebze olsun aralanmış oluyor.
Derviş Ali
Kavazoğlu’nun ailesinden, sevdiği insanlardan ayrı, kendi ülkesinde bir sürgün
gibi yaşamasına; zaman zaman bu ağır duygusal yükü taşıyamayarak hastalanmasına
rağmen, yeni yeni fikirler arayışlar ve girişilmer konusunda ne kadar azimli
olduğunu görerek şaşırıyor insan... Kıbrıslı Türk toplumunun içinde, halkının
yaşadıklarını bire bir hissederek yaşayamamasının getirdiği eksiklikleri, her
gün Türkçe gazeteleri okuyarak gidermeye çalışması, zaman zaman gizliliğin
zorunluluklarına kafa tutarak gerçekleştirdiği kaçamaklar ve en önemlisi de
dilin getirdiği engelleri aşmak için gösterdiği çaba şaşılacak bir azim
örneği...
Kavazoğlu’nun
tüm bu mücaadelesinde temelde yalnız olduğunu veya çok sınırlı bir insan grubu
ile gerçek düşüncelerini paylaşabildiğini düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki
partisi AKEL’in Kıbrıslı Türkleri sadece bir azınlık olarak hesap eden yanlış
politikasına rağmen, siyasal alanda gösterdiği mücadelede duygularını
aktarabileceği çok az insan vardı. Bunun da Kavazoğlu gibi önemli bir mücadele
insanının düşünsel beslenme ve pratik açılım imkanlarını zayıflattığı bir
gerçektir. Bir yandan faşist terör örgütlerinin politikaları, bir yandan şöven
Makarios’un siyaseti ve öte yandan da AKEL’in yanlış ENOSİS yaklaşımının
basıncı altında, kendine yol açmaya çalışan bu müthiş şahsın; koşulların
kısıtlılığı içinde yapabileceğinden kat kat fazlasını yaptığını söyleyebiliriz.
Gene de
tarihe geriye doğru bakmanın tüm sıkıntılı yanlarını bilerek bazı soru
işaretlerini de paylaşmak gerekiyor. 1958’de yaşanan siyasal teröre hiçbir
cevap verilmemesi doğru muydu? 1960 sonrasında özellikle de Cumhuriyet
Gazetesi’nin kanla susturulmasının toplumumuz nezdinde psikolojik etkileri
neden hiç hesaba katılmadı? Veya katıldıysa ne yapıldı? Tüm bu koşullarda
barışçıl çalışma imkanlarının tükendiği net bir şekilde ortada olduğu halde,
gizlilik koşullarında barışçıl çalışma (okullara öğretmen bulma gibi) hedefleri
neden değiştirilmedi?
Bu
saydıklarımın hepsi de AKEL’in siyasetlerinden kaynaklı eksikliklerken,
hiçbirinde Kavazoğlu’nun kişisel sorumluluğu olduğunu düşünmediğimi
eklemeliyim. Ancak 1955-1965 dönemi Kıbrıslı Türk solu değerlendirilirken, bu
soruların da sorularak değerlendirme yapılmasının zamanı gelmiş gibi görünüyor.
Ufacık bir
adanın içinde TEK HALK yaklaşımı ile örgütlenen bir komünist partinin, aslında
apaçık bir şekilde iki halkın varlığını ve bu halklardan birisinin bambaşka
koşullar içinde yaşadığını görmezden gelmesi ne yazık ki mümkün oldu. Ama bu
görmezden gelişin bedeli de ağır oldu.
Belki hala
bu bedeli ödemeye devam ediyoruz.
Belki
artık bu geçmiş ile hesaplaşmamızın zamanı gelmiştir.
Belki bu kitap bir
başlangıç olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder