1 Nisan 2009 Çarşamba

Neo-Liberal İç Savaş Hükümeti (Argasdi Hammaliye Kurulu Sayı 14)



Seçim borusunun çalması ile birlikte tüm partilerde bir hareketlilik yaşanmaya başladı. UBP tek başına iktidar olma hayalleri ile yanıp tutuşurken, DP-ÖRP-TDP gibi orta ölçekli partiler de olası bir koalisyonda küçük ortak olarak bulunma hedefini kendilerine benimsediler. CTP ise eriyen oylarını nasıl toparlayacağını bilemeden, klasik sağ parti refleksleri ile hareket ediyor.

Geçtiğimiz altı yıllık hükümet döneminde neo-liberal politikaların amansız bir uygulayıcısı olan CTP, oylarını toparlamak için eski sol seçmenini cicili bicili laflarla aldatmaya çalışıyor. Oysa Sosyal Güvenlik Yasası’nın geçirilmesi, LAÜ’de sendikalaşan öğretim görevlilerinin işten atılması, Karpaz’a elektrik götürülerek doğal hayatın talanı gibi konular hatırlandığı zaman bu sözlerin samimi olmadığı gayet net görülebilir. CTP, merkeze oynayan her “sol” parti gibi, kendi tabanını kuru söz ile sindirip sermayenin her istediğini yerine getirerek durumu idare edebileceğini düşünüyor. Bu öylesine kirli bir oyundur ki, emek güçlerinin her talebi “şimdi zamanı değil, zor durumdayız, anlayış gösterin” sözleri ile yatıştırılırken, sermayenin her saldırısı baş tacı edilir. Emek güçleri, CTP gibi sözde sol partilere tahammül göstererek değil, klasik sağ partilere karşı mücadele ederek daha çok kazanım elde ederler veya eldeki haklarını korumayı başarırlar. CTP’nin bu stratejisine net bir cevap verilmelidir. Bu cevap CTP gibi seçime endeksli ve başka bir dilden anlamayan partilere sadece ve sadece oy oranlarının düşürülmesi yolu ile verilebilir. Bu sebeple CTP’ye bu seçimlerde bedel ödetmek, kuru bir intikamdan öte geleceğe dönük de bir derstir. Bu ders, emek güçlerinin sınırsız bir tahammüle sahip olmadığını, ya sermayeyi ya da emeği tercih etmek zorunda olduklarını öğretecek açıklıkta olmalıdır. Ancak bu yapılırken kesinlikle UBP-DP-ÖRP gibi muhafazakar sağ partilere oy verilmemelidir. Bunun nedenleri ilerleyen satırlarımızda anlatılıyor. Ancak zaten emek ve barış güçleri, yıllarca bu ülkede emperyalizmin işbirlikçiliğini yürütmüş faşist partilere oy vermeyi akıllarından bile geçirmemektedir. Bu koşullar altında kendine TDP ismini vererek, CTP’den hiç de farklı olmayan bir önceki hükümet dönemini unutturmaya çalışan TKP siyasetine asla bir alternatif gözü ile bakmıyoruz. TDP bir alternatif değildir. TDP parlatılmış başkanları Çakıcı’nın şahsında, köksüz, ideolojisiz, emekten ve soldan korkan, neo-liberalizmle hesaplaşmayı düşünmek dahi istemeyen bir partidir.
Peki tüm partilerin birbirine benzemesi, nüfus yapısının değişmesi, TC müdahaleleri veya medyanın sol siyasete kapalı olması boykot için bir gerekçe midir? Bu sayımızda boykot konusunu da çeşitli yönleri ile irdelemeye çalıştık. Ancak devrimci siyaset açısından vurgulanması gereken noktayı burada da vurgulayalım: Boykot bir taktik seçenektir. Ancak boykot taktiğini uygulayacak olan siyasi öznenin bir iktidar stratejisine sahip olması ve bu stratejiye uygun tarihsel anda, boykotu bir taktik olarak gündeme getirmesi gerekir. Oysa ülkemizdeki boykot uygulamasına bakıldığı zaman, boykotun bir taktik olarak değil strateji olarak ortaya konduğunu görüyoruz. Boykot yolu ile iktidarı ele geçiremezsiniz. İktidarı ele geçirmenin araçlarının kurgulanmadığı koşullarda da boykot sadece ve sadece vicdan rahatlatmanın, dişe diş bir kavgayı göze alamamanın mazereti kılınabilir. Boykotu strateji olarak kurgulayan bir siyasi yaklaşım devrimci yaklaşım değil, kitleleri atıl bırakan pasifist bir yaklaşımdır. Bunu yöntem olarak kabul etmemiz ise mümkün değildir.
2009 genel seçimlerine halk açısından damgasını vuran olgu seçeneksizliktir. Tüm partilerin birbirine benzediği, neo-liberal politikaları uygulamak konusunda birbirleri ile yarıştıkları ve emek hareketinin devrimci bir çıkışı örgütleyemediği koşullarda ihtiyacımız olan şey; devrimci bir parti oluşturmak üzere yürütülecek bir devrimci halk hareketi çalışmasıdır. Bunun yolu da hiçbir alanı reddetmeden, her alanda örgütlü mücadele yürütmekten geçiyor. Ülkemizdeki durumun vehameti, “hemen şimdi” bir kalkışma için yüreklerimiz dağlıyor olabilir. Ancak bu kalkışmanın sağlam temellere sahip olması için alanlarda yürütülecek uzun ve zahmetli çabalara ihtiyacımız var. Bu zahmeti göze alamayanların üretecekleri çözümler ise saman alevinden daha uzun ömürlü olmayacaktır. Bu sebeple hemen şimdi birşeyler yapmak isteyenler, küçük işlerle yetinmek durumundadır. Küçük eller tarafından yürütülecek küçük işler, yarının büyük işlerinin temelini örecektir.
2009 genel seçimleri, KSP-YKP ve BKP’nin tamamen sorumsuzca birbirine girdiği koşulların da temeli oldu. Boykotçular seçime girmeyi rejime destek olarak yorumlarken, “Yasemin”ciler daha ilk günden gazetelerini geriye kalanlara kapatan, “benden olmayan bana karşıdır” yaklaşımı geliştirdiler. KSP ise gazetesinde anlattığı “strateji” ile CTP-UBP-DP-ÖRP-TDP’yi değil, YKP ve BKP’yi kendine hedef seçmiştir. Kendi söylemlerine göre bu “yanlış anlayışlar” yenilmeden KSP’nin önü açılmayacaktır! Üç partinin de nasıl bir körlük içinde olduğu gayet net görülüyor. Oysa üç parti de seçimler yoluyla gerçek bir değişim yaratılmayacağını dillendiriyor. Ancak seçimleri gerekçe göstererek seçim dışı alanlarda da beraber çalışmamaları yetmezmiş gibi seçimler nedeniyle de birbirlerine giriyorlar. Polis Sınavı rezaletinden sonra bu üç parti ile birlikte gerçekleştirdiğimiz eyleme faşist çevrelerin verdiği tepki, seçim sonrasında çok daha azgınlaşacak bir şövenist dalga ile karşı karşıya olacağımızın işaretiydi. Bu koşullarda emek ve barış güçlerinin birbirlerini harcamak gibi bir lüksü yoktur, olamaz! Aksine pratik işbirliklerini ve birlikte tavır alırken, kitlesel eylemler yolu ile moral toplamayı hedeflemeliyiz. Çünkü sol büyüyecekse tüm renkleri ile birlikte büyüyecektir. Diğerini küçülterek büyümeye çalışanlar ise tarihteki örneklerle sabittir ki her zaman küçülmeye mahkumdur. Üstelik seçim sonrasında kurulması kuvvetle muhtemel UBP-CTP koalisyonuna karşı örülecek stratejik savunma pozisyonu da ancak el birliği ile inşa edilebilir.
İster UBP veya CTP ile diğer sağ partilerin isterse de UBP-CTP’nin birlikte kuracağı bir koalisyon olsun; seçim sonrası hükümeti kesinlikle bir “Neo-liberal İç Savaş Hükümeti” olacaktır. Bu hükümet, CTP tarafından belli bir noktaya getirilen neo-liberal saldırının genişletilmesi ve derinleştirilmesi ekseninde yürüyecektir. Bu hükümet, emek mücadelelerine, grevlere ve eylemlere karşı çok daha acımasız olacaktır. En ufak bir direniş eğilimini bastırmak konusunda tereddütsüz ve emeğin haklarına saldırı noktasında pervasız olacaktır. Doğanın talanını iştahla devam ettirecek bu hükümet, gerçek bir iç savaş hükümeti olacaktır. Durum böyleyken, devrimcilerin birlikte direnmekten başka seçeneği yoktur.
Baraka bu zorlu sürece yönelik hazırlıklarını şimdiden planlamıştır. Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi isimli kitabın Argasdi yayınlarından basılması ile geçmişe yönelik tartışma sürecimizi yeni bir aşamaya taşıdık. Tiyatro ekibimiz nisan ayında perdelerini yeniden açıyor, 30 Mart Kızıldere Katilamı ülkemizde ilk kez kitlesel olarak anılıyor ve Baraka 1 Mayıs öncesinde kitlesel bir buluşma organize etmek için çalışıyor.
Çiçeği burnunda neo-liberal hükümeti 1 Mayıs 2009’daki coşkulu kortejimizle selamlayacağız. Onlar ateşseler biz cehennem olacağız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder