3 Temmuz 2009 Cuma

Asimilasyon Ve Devrimci Tavır



Baraka Kültür Merkezi’nin 3 aylık neşriyatı Argasdi 15. sayısı ile birlikte bir yeniliğe daha imza atıyor: Elinizde tutmakta olduğunuz Asimilasyon Özel Sayısı. Bildiğiniz gibi Argasdi’de zaman zaman dosya konuları çerçevesinde değerlendirmeler yapıyoruz. Bu uygulamamız bundan sonra da devam edecek. Ancak gerekli olduğunu düşündüğümüz zamanlarda da özel sayılar çıkararak siz Baraka dostları ile paylaşmayı planlıyoruz.

Asimilasyon köken olarak Fransızca bir sözcüktür. Biyolojide “özümleme” işlemini ifade etmek için kullanılan kelime, toplumsal meselelerde “farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme süreci”ni nitelemek için kullanılır.
Kıbrıslı Türk halkının, kökenleri 1950’lere dayanan ancak 1974’ten sonra hızlanarak devam eden bir asimilasyon sürecine maruz bırakıldığı açık bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Bu tartışılmaz olgunun devrimci temelde değerlendirilmesi ise elinizde tuttuğunuz dergiciğin sınırlarını kat kat aşan bir iştir. Gene de asimilasyona karşı direnişte mevzilerimizi doğru yerlere kurmak, halkın bağrında örgütlenirken cephaneliğimizi uygun araçlarla tahkim etmek ama en önemlisi saldıranın “ne” ve “kim” olduğunu bilmek ciddi önem arzediyor.
Kıbrıslı Türk halkının kültürü, kimliği, dili, günlük hayat pratiği bilinçli ve sistematik politikalarla yok edilmek istenmektedir. Varlığımıza, kimliğimize ve irademize sahip çıkmak demek; geçmişe saplanıp kalan, muhafazakar ve gerici öğelerle bir kültürel milliyetçilik formu inşa etmek demek değildir.
Kıbrıslı Türkler olarak, yüzyılların içinden, coğrafyamızın özelliklerinden ve birlikte yaşadığımız tüm halk/topluluklarla olan ilişkilerimizden damıtarak bugüne taşıdığımız özelliklerimiz, elbette ki değerlidir. Ancak bu değer, müzelik bir antikanın değeri değil, bizi biz yapan olgular olması anlamında alınmalıdır. Bu yüzden de kültürel milliyetçiliğin saplantılı tekrarlarından çok, devrimci bir yaklaşımla bu değerlerin üretimi ve yeniden üretimi süreçlerine odaklanmalıyız.
Ne ki, bırakınız üretim ve yeniden üretim süreçlerini, eldekinin bile tutulamadığı koşullarda yaşamaktayız. Asimilasyonun aktörleri, yani Egemen Blok’ta cisimleşen yönetici irade ve onun arkasında bulunan ana aktör yani TC Devleti; Kıbrıslı Türk halkının varlık, kimlik ve iradesine sistematik bir saldırı kampanyası açmıştır. Bu saldırı 50 yıldan fazladır şiddetlenerek sürmektedir. Dilimizde yaratılan doğal olmayan değişim, çocuklarımızın oyunlarından tutun da günlük hayatın en somut ilişkisi ölçü birimlerinin aniden ve ihtiyaç duyulmadığı halde değiştirilmesi, eğitimde müfredat, medyada program yapma teknikleri aracılığı ile bilinçlerimize yönelik saldırı hep aynı sürecin parçalarıdır. Sonuncusunu Çağlayan Çocuk Bahçesi sürecinde yaşadığımız köy ve yer isimlerinin değiştirilmesinden, soy isimlerin baskılar yolu ile “düzenlenmesine” kadar gidebilen bu kapsamlı kampanyanın; Kıbrıslı Türklere ait olmayan devlet(ler) eli ile yürütüldüğü açık bir gerçektir. Adına KKTC denilen ve Kıbrıslı Türklere “Türklüğü” benimsetmek temel hedefi ile kurdurulan yapı bu sürecin önemli bir parçasıdır. Ama asimilasyon sürecinde ana unsurun TC Devleti olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Kıbrıslı Türklerin üretimden koparılması, asalaklaştırılması, göç ettirilmesi, bu topraklarda kalanlarımızın “Türkleştirilmesi”, nüfus yapısının bilinçli müdahalelerle değiştirilmesi ve en önemlisi her türlü kimlik öğemizin sistematik olarak baskı altına alınması bir devlet politikasıdır. Böylesi bir planlı saldırı altında halkımızın birçok olumlu unsurunu da kapsayan bir tepkisel, kültürel milliyetçiliğin yaygınlaşması anlaşılır olmaktadır. Ama tepkisel yaklaşımlar adı üzerinde tepkiseldirler ve çoğu zaman gerçeğin görünemez kılınmasına varırlar. Marx’ın da dediği gibi “görünen gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı.”
Birçok sol unsuru da kapsayan bir milliyetçilik iklimi, TC oligarşisinin yaptıklarından Türkiyeli göçmenleri sorumlu tutan bir karaktere doğru evrilmektedir. Bu tehlikeli bir süreçtir. Söz konusu tehlike sadece halkın bağrında yarattığı şöven duygulanımlarla ilgili değil, göçmen kesimlerde yarattığı karşı tepkilerle de bağlantılıdır ve patlayıcı bir karakteri vardır. Devrimcilerin yapması gereken; tarihin her döneminde ve dünyanın her coğrafyasında olduğu gibi, ezilenlerin ezilenlere kırdırılmasının önüne geçmektir. Bizler göçmen düşmanlığı yapmadan da asimilasyona karşı çıkılabileceğine inanıyoruz. Bunun somut pratiğini de sadece bu sayfalardan yazıp çizerek değil şarkılarımızda, eylemlerimizde, tiyatro oyunlarımızda, bedenlerimizi ve zihinlerimizi taşıdığımız her mekanda hayata geçirmeye çalışıyoruz. Elbette ki yaptıklarımızın etkisi örgütlülüğümüz oranında artacak, mücadelemiz oranında yayılacaktır. Buna da yürekten inanıyoruz.
Asimilasyon konusunda devrimci tavır; göçmen kesimlerle sınıf temelli ilişkiler kurmayı reddetmeden, kültürel milliyetçiliğin çıkmaz sokaklarına sapmadan, kültürün devrimci temelde yaşatılması ve yeniden üretilmesi aracılığı ile geleceğini Kıbrıs’ta gören her unsurla paylaşarak zenginleştirilmesidir.
Halkımızın bağrında oluşan tepkiyi anlamamız Brecht’in dizelerinde yankılanan hoşgörü çağrısına verdiğimiz yanıttır:
“Biliyoruz oysa / Alçaklıktan nefret bile / Çarpıtır çizgileri / Haksızlığa öfke bile/ Kısar sesi.
Ah, biz / Hazırlamak isterken dostluk yolunu / Dost olamadık kendimiz.
Siz ama, o gün gelince / İnsanın insana el uzattığı / Anın bizi / Hoşgörüyle”
Asimilasyon sürecinin bir devlet politikası olduğunun bilinciyle ve bugün yürüteceğimiz mücadele şeklinin yarın kuracağımız geleceğin tohumlarını oluşturacağının vurgusuyla; devrimci selamlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder