5 Temmuz 2009 Pazar

Sol Liberalizm ve Kıbrıslı Türk Solu



Kıbrıs genel olarak bir yeni-sömürgedir ve ülkemizde yürütülecek bir devrim stratejisi bu olguya uygun bir strateji olmalıdır. Ancak ülkemizin herhangi bir yeni-sömürgeden temel farkı bizim stratejik bir yeni-sömürge olmamızdır. Yani Kıbrıs’ın emperyalizm tarafından sömürgeleştirilmiş olmasının temel nedeni; yeraltı-yerüstü kaynakları, nüfusunun pazar oluşturmaya müsait yapısı veya işgücü sömürüsü değil askeri, stratejik, jeo-politik nedenlerdir(1).

Emperyalist güçler açısından temel unsur olan stratejik sömürge kimliği nedeniyle özellikle 1974 yılından sonra adanın kuzey coğrafyasında üretim politikaları tamamen berhava edilmiş ve genelde Kıbrıs’ın bütününde özelde ise kuzey coğrayasında nispi bir refah yaratılmıştır. Nispi refah, dünyanın diğer yeni-sömürge ülkelerine oranla emek sömürüsü oranlarının düşüklüğüne rağmen tüketim düzeyindeki nispi yüksekliğe işaret eden bir olgudur. Nispi refah olgusu, bir çok yönden özellikle Kıbrıslı Türk halkının devrimci siyaset ile ilişkisinde olumsuz bir baskılanma yaratmaktadır. Nispi refah politikaları; üretimden koparma ve üretimsizleştirme nedeniyle, üretmeden tüketen asalak bir yapıyı, emekçi sınıf ve katmanların kemikleşemediği bir küçük burjuvalar cennetini kurumsal kılmaktadır. Üstelik ada emperyalizm tarafından etkili bir şekilde ikiye bölünmüş, ada halkları da milliyetçi politikaların yedeğine alınarak birbirine düşman kılınmıştır.
Adanın birleştirilmesi mücadelesinin önünde birden fazla engel vardır: TC’nin askeri varlığı, ada halkları üzerinde milliyetçi politikaların etkinliği ve özellikle kuzey coğrafyasında sınıflar kompozisyonunun net bir biçim alamamış olması bunların belli başlı olanları olarak sıralanabilir. Milliyetçi ideolojinin teorik ve pratik etkinliğine karşı mücadele etmeye çalışan, ada halklarının yeniden kardeşleşmesi ve bölünmüş adanın yeniden birleştirilerek emperyalist politikalara direnebilecek potansiyelinin yeniden kazandırılması mücadelesinde Kıbrıslı Türk solu dayanabileceği net bir politik güçten yoksundur. Kıbrıslı Türk solu dünyadaki benzerlerinden farklı olarak; üretimden gelen gücü oranında siyasette etkin rol alabilecek bir işçi sınıfı, demokratik açılımlardan fayda sağlayacak üretici bir köylülük veya devrimci ruh ile dolup taşan bir gençlik ile ilişkiye geçme şansına sahip değildir. Bu durum Kıbrıslı Türk solunu iki temel şekilde etkilemektedir: Birincisi Kıbrıslı Türk solu politikalarını kantarına vuracağı bir toplumsal temelden yoksun olduğundan köksüzdür. Yani içinden çıktığı halkı gibi küçük burjuvadır ve olgular tarafından; mücadelesini yürüttüğü temel politik tezlerini somut mücadeleden devşirmek yerine “aydın”ların düşüncelerini mücadeleye uyarlamak gibi ters bir mücadele çizgisine doğru itilmektedir. İkincisi adanın bütünleştirilmesi, milliyetçiliğe ve emperyalizme karşı mücadelede içerde dayanacağı bir halk gücünü hissedemeyen Kıbrıslı Türk solu; birinci etkilenim kaynağı olan köksüzlüğün de etkisi ile dış güçlerden aşırı medet umar bir pozisyondadır. Bu da ona emperyalist merkezlerin sol için özel olarak üretmekte olduğu ideolojik tezlerden kolayca etkilenebilecek bir yapı kazandırmaktadır. Emperyalist merkezlerde üretilerek genel olarak dünya solu içine enjekte edilen temel ideolojik yozlaştırma girişimi ise Sol Liberalizm’dir.
Yazının sonunda söyleyeceğimizi burada söyleyelim; işçi/emekçi sınıfların üretimden gelen bir bilinci henüz kazanamadığı koşullarda da devrimci siyaset mümkündür. Köksüzlük her zaman ve kaçınılmaz olarak düşünceye öncelik veren bir idealizme varmak zorunda değildir. Devrimci bilinç, Marksist-Lenininst bir ideolojik netlik yakalayan küçük burjuvaların ekonomik koşullarından bağımsız olarak işçi sınıfının ideolojisini benimseyebileceği (sınıflarına ihanet edebileceği) bizim açımızdan nettir. Bunun sağlanması için ideolojik mücadeleye yeterli önem verilmelidir. Diğer yandan adamızın kuzey coğrafyasında mücadeleyi sürükleyebilecek üretimden gelen güce dayalı sınıfların zayıf olduğunu kabul etmekle beraber hiç bir iç dinamiğin bulunmadığını (veya var olan iç dinamiklerin sadece dış dinamiklerin desteği olabileceğini) kabul etmiyoruz. Bu sebeple de ülkemiz solunun devrimci ideolojinin tartıştırılabilmesi oranında dış güçlerden aşırı medet uman yapısının dönüştürülebileceğini, iç dinamiklerin geliştirilebileceğini ve dış güçlerle (ama sadece devrimci olanları ile) uluslararası dayanışmanın dengeli bir zemine oturtulabileceğini düşünüyoruz.

Sol Liberalizmin Ülkemizdeki Yansımaları
Sol liberalizmin dünyadaki sol hareketler içindeki konumu değerlendirildiğinde, her türlü ideolojik çabaya, medya desteğine ve görece kitleselliğine rağmen, devrimci soldan yalıtıldığını ve girdiği her ilişki alanında kolayca tanınır hale getirildiğini söyleyebiliriz. Bunun son örneği Türkiye solunda geçtiğimiz bir iki yıl içindeki büyük kapışma süreçlerinde yaşanmış, sol liberalizm birçok cephede geri çekilmiş ve çoğu yerde ise tanınır hale gelmiştir. Oysa ülkemizde sol liberalizm neredeyse tüm sol yapıların temel ideolojik referans kaynağıdır. Özellikle Türkiye’de yaşanan son tartışmalar ve netleşmelerin yakından takip edilmesi nedeniyle “sol liberalizm” kelimesinin lanetlenmesi ve şekilsel red süreçleri bir yana, sol liberalizmin tüm temel referans kaynakları Kıbrıslı Türk solunun merkezi birer unsurudurlar. Nedir bunlar?
Kıbrıslı Türk solunun iktidara ve iktidar mücadelesine bakışı çarpıktır. Kıbrıslı Türk solu Sivil Toplumcudur (Sivil Toplum Kuruluşu: STK, aynı anlama gelmek üzere Sivil Toplum Örgütü: STÖ). Kıbrıslı Türk solu yoğun bir şekilde emperyalizm tarafından fonlanmaktadır. Kıbrıslı Türk solu alan çalışmalarından kopuktur ve kadın mücadelesi, gençlik mücadelesi, emek mücadelesi, homofobi karşıtı mücadele gibi alanlarda yapılan çalışmaları ya küçümser ya da abartır. Bu alanları devrim için iktidar yürüyüşünün zenginleştirildiği çalışmalar olarak değil birbirinden kopuk, yalıtılmış, koordine edilmesine gerek olmayan unsurlar olarak post-modernist bir çarpık prizmadan görür. Kıbrıslı Türk solu kendi ülkesini ve kendi insanını ne kadar severse sevsin, kendi ülkesinin ve kendi insanının kendi dinamiklerine dayanılarak herhangi bir ilerleme kaydedilemeyeceğini düşünür. Bunu zaman zaman kendi insanını (üretimden kopukluğun getirdiği asalaklaşma ve bencillik verilerini de kullanarak) aşağılayarak kendi insanından kaynaklı sebeplerle, zaman zaman da emperyalist hegomonyanın gücünü (ülkemizin bölünmüşlüğü, TC’nin 40 bin askerlik silah gücü gibi sebeplere dayandırıp) abartarak dış güçlerden kaynaklı sebeplerle izah eder. Ama sonuçta her zaman vardığı yer; dıştan gelecek bir desteğin (ki bu çoğu zaman AB’dir) yardımı ile veya egemen güçlerin dış güçler karşısında zor durumda bırakılması yolu ile toplumsal kazanımların elde edilebileceği yargısıdır. Bu sebeple de Kıbrıslı Türk solu kendi halkı içinde örgütlenmek veya halkın içinde bulabildiği tüm olumlu unsurlara sarılıp kökleşmek gibi bir mevzi arayışında değildir. Aksine Kıbrıslı Türk solunun tüm duyargalarını yönlendirdiği, mevzilerini kurduğu ve beklentisini dayadığı nokta dış güçlerdir... Bununla da bağlantılı olarak sol turizm Kırbıslı Türk solunun neredeyse tüm unsurlarında yaygın bir pratiktir.

Fonculuk – STK’cılık
Kıbrıslı Türk solu, 1990’lı yılların ilk yarısında ABD-BM inisiyatifi ile oluşturulan Conflict Resolution grupları aracılığı ile emperyalist ideolojik hegomonyanın etki alanı içine çekilmeye başlandı. Conflict Resolution gruplarının yarattığı çekim üç ana kaynaktan besleniyordu: Dış dünya ile ilişki kurmak, finansal açılımlar geliştirmek ve sol turizm(2)...  Ancak Conflict Resolution gruplarının, bu çalışmalara katılan kişilerin varlığından çok daha geniş etkileri oldu. Bu grupların varlığı aracılığı ile emperyalist fon merkezleri, “barış” için çeşitli “iki toplumlu”  projeler yapılmasına müsait iklimi tespit etti ve bu projelere katılanlardan başlayarak fon verme mekanizmalarını tüm sola yaydı.
Solun fonlanması ve STK’laştırılması ilk kez ülkemizde uygulanan bir olay değildir. En yaygın ve bilinen örnek 1980’li yılların Şili’sidir. Ancak bu maya ülkemizde de tutmuş ve halen de yaygın olan ancak kendisinden daha farklı sonuçları da besleyerek devam eden bir süreçler zincirini başlatmıştır. Conflict Resolution gruplarının ilk organizasyonunun CTP’ye ait bir şeref olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak bu ilişki ağlarından yayılan fonların ve paraların sadece CTP ile sınırlı kalmadığını söylemeliyiz. Şimdiki TDP (dönemin TKP’si) bu fonlardan yararlanmak amacıyla kurulan ilk STK’lardan birisinin çekirdeğini şekillendirdi. YKP’nin birçok işinin finansmanı bu fonlardan sağlanan “gelir” aracılığı ile yapıldı ve BKP de dahil olmak üzere neredeyse tüm sol (sendikaları da dahil olmak üzere) fon havuzlarının içine balıklama daldı. Bu süreçle birlikte neredeyse tüm örgütler kendilerini Sivil Toplum Kuruluşu olarak adlandırmayı normal kabul etmeye başladılar. Bugün dünya devrimci solunda hakaret kabul edilen bu tanımlama, Kıbrıslı Türk solunun kendi bildirilerinde kendi kendine biçtiği bir sıfattır.
Güzel ve iyi amaçlar için; endemik bitki türlerinin korunması, barış ve yeniden yakınlaşma için projeler geliştirilmesi, tarih kitaplarının değiştirilmesi, “ekolojik” dengenin korunması, tarihi yerlerin restorasyonu vb. yüzlerce, binlerce proje yapıldı. Ama bu projeler yeni bir gençlik kuşağının yetişmesine de hizmet etti. Bu kuşak, kendi gücüne, halkı ile olan ilişkilerinin seviyesine veya devletin kendisine ne gibi haklar sunması gerektiğini değil, yapacağı projelere ve buradan alacağı paralarla halkına nasıl sadakalar dağıtacağına daha çok önem veriyordu. Fonculuk üzerine çok şeyler söylenebilir ve Argasdi’nin sonraki sayılarında bu konu daha ayrıntılı incelenecektir. Ancak kısaca söylemek gerekirse foncu bir pratik, halkın genel maddi seviyesinin üstünde bir yapı doğurur. Halkın maddi sıkıntılarını birebir yaşamayan, halk tarafından finanse edilip halk tarafından denetlenmeyen STK’lar halkın gerçek sorunlarından hızla kopar ve fon sağlayan merkezlerin önceliklerini doğal bir evrim sürecinin sonunda benimser. Yani ilişki “al bu parayı, söylediğimi yap” ilişkisi değildir. Daha çok STK’ların ve foncu aktivistlerin halktan kopması sonucunda yakın ilişkide olduğu emperyalist ideolojinin etki alanına girmesi ve kendi isteği ile “doğal” bir dönüşüm geçirmesi şeklindedir. Diğer yandan fonlanma süreci ile sağlanan eğitim, sağlık, restorasyon, su artımı vb. “hizmetler” halkın gözünde devletin sağlaması gereken temel yükümlülükler olmaktan çıkar. Böylece devlet böylesi hizmetleri sağlayan birimlerini kolayca tasfiye ederken toplumsal bir tepki oluşmaz veya oluşursa da sınırlı kalır. Üstelik fonlar sayesinde yaratılan kısmi iyileşmeler, sorunların en patlayıcı olduğu kesimlere yönlendirilerek emniyet sübabı işlevi görür. Ama belki de en önemlisi,  duyarlılığı, vicdanı ve halkı için bir şeyler yapma tutkusu ile kolayca birer devrimci militana çevrilebilecek birçok değerli insan, emperyalizmin ayak işlerini gören foncu birer aktiviste dönüştürülür yani halkın en değerli çocukları onun elinden çalınır.
Kıbrıslı Türk solunun fonculaştırılması ve STK’laşması 1990’lı yılların sonunda neredeyse tamamlanmıştı. Böylece 2000’li yıllarda STK’lardan üremeye müsait post-modern tezlerin, ülkemizin en başta sayılan çelişkileri ile bağlantılı sebeplerin de yardımı ile hegemon ideoloji haline geldiği bir on yıla giriverdik.

Post-modernizm
Post-modernizm bir STK ideolojisidir ve devrimci kadrolarda yarattığı bilinç bulanıklığı ile emperyalist hakimiyete uygun iklimin oluşturulmasını sağlar. Temelde egemenlerin çıkarlarına hizmet ettiği halde muhalif ve eleştirel bir kimlik ile kendini sunduğu için yarattığı kafa karışıklığı daha da etkili olur. Sol ve muhalif görünümünde kendini sunabilmesinin temel nedeni herşeyi eleştirebildiği iddiası ile hareket etmesi ve “iktidarı reddetmesi”dir. Buradaki iktidarın reddi sol kadrolarda bir kafa karışıklığı yaratır ve mevcut iktidarın reddinden devrimci de olsa her iktidarın reddine doğru genişleyen süreç farkedilmez veya farkedildiğinde artık çok geç kalınmıştır.
Her STK’ya özgü türlü çeşitli bin bir kılık ile karşımıza çıkabilecek post-modernizmin temel mottosu “iktidar her yerdedir” veciz sözüdür. İktidar her yerde ise; birincisi onu ele geçirmek merkezi önemde bir alana yönelik geliştirilecek stratejilerle mümkün değildir, ikincisi emperyalist egemenliğin kurumları ile mücadele edeceğimize kendi ilişki ağlarımızda birbirimiz üzerinde oluşturduğumuz “iktidarlarla” mücadele etmemiz gerekmektedir. Böylesi bir yaklaşım “devrimci stratejiye dayalı bir iktidar mücadelesini” reddeder ve mücadelenin günlük hayatın her noktasına yayılması gerektiğini hiçbir yerde herhangi bir merkezin bulunmadığını savunur. Bunu kabul ettikten sonra kişinin STK’cılık yapmaktan başka çaresi yoktur. Ama bu STK ideolojisi her bir STK’nin ilgilendiği temel konunun (kadın, homofobi, ekoloji, eğitim, sağlık vb.) diğer STK’larla veya sistemin bütününden kaynaklı genel sorunlarla bağını görünmez kılmaktadır. Kısacası STK’cılık ile demokratik kitle örgütlenmelerinin temel farkı birisinin emperyalizmin ideolojik saldırısının aracıyken, diğerinin halkın pratik mücadelesinin yansıması olmalarıdır. Demokratik kitle örgütleri devrimci mücadelenin temel unsurlarıdırlar ve halkın temel hakları için mücadelede birer okuldurlar. Hem halkın haklarının genişletilmesi hem de mücadele azminin ve bilincinin ilerletilmesi işlevlerini görürler. Bunu yaparken de siyasi mücadele ile ideolojik mücadenin zenginleştirilmesine katkı sağlarlar. Yani siyasi mücadele, ideolojik mücadele ve ekonomik-demokratik mücadele arasında kopmaz bağlar vardır ve bunların bütününe devrimci mücadele denir. STK’cılık ise bütünlerden korkar, sadece ama sadece parçalarla ilgilendiği oranda bütüne yabancılaşır ve bütün ile parça arasındaki diyalektik ilişkiyi yalıttığı oranda, içinden çıktığı halkı sırtından vuran bir unsura dönüşür.

Kıbrıslı Türk solunun sol liberal çizgisi; mutlak, değişmez, kaçınılmaz ve evrensel değildir. Kıbrıslı Türk solunun Halk-Der’de cisimleşen tarihsel kökleri devrimci siyasetin silinip atılamayacak denli bu ülke toprağına kök salmasına neden olmuştur. Yapılması gereken bu köklerin yeniden canlanmasına uygun bir pratik duruşun örgütlenmesi ve ideolojik mücadele aracılığı ile desteklenmesidir. İdeolojik tartışmaların sol liberalizm ile mücadelede önemi inkar edilemez ama merkezi bir yere de yerleştirilmemelidir. Sol liberalizmin halkımızın ve solumuzun bağrından sökülüp atılacağı yer toplumsal pratik olacaktır. Sol liberal çizgilerle damgalı örgütlerde bile meşru ve fiili devrimci pratiklerin yankı bulacağı kadrolar vardır. Önemli olan devrimci pratiğin sarp, engebeli ve çetin yoluna çıkmak kararlılığını göstermektir.


(1) Tarihsel olarak Kıbrıs’ı ele geçiren tüm emperyalist güçler jeo-politik nedenlerle koşullandılar. Ancak bu durum adamızın emek, yeraltı ve yerüstü kaynaklar ve pazar olarak sömürüye tabi olmadığı anlamına gelmez. Burada “stratejik yeni-sömürge” derken sömürgeleştirmenin ana nedeninden bahsedilmektedir. Yoksa bir insanın saçında beyazlar olması başka bir şeydir, kişinin beyaz saçlı olması başka bir şeydir...
(2) Dünyadan yalıtılmış olmanın da getirisi olarak seyahat etmek halkımızda her zaman yankı bulan bir pratik olmuştur. Sendikalarda yurt dışı gezilerinin paylaşımı bir rekabet nesnesidir. Sol parti ve örgütlerde yetkililerin başka ülkeleri ziyareti diğer üyeler açısından gıpta edilecek bir olaydır. Çeşitli sol örgütlere üye olurken örgütün bilet parasını karşılayarak veya temin ederek organize edeceği yurtdışı eğitimleri veya panel/seminerleri önemli bir kriterdir. Ve son olarak sözde halk dansları dernekleri aracılığı ile üç figür öğrenip dünyayı gezmek gençliğimizin neredeyse %50’sinin yaşamında mutlaka icra ettiği bir “sanat”tır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder