3 Temmuz 2009 Cuma

Asimilasyon ve Nüfus Meselesi



Kıbrıslı Türk halkının egemenlerin politikaları sonucunda maruz kaldığı asimilasyon ve Türkleştirme sürecinin en yoğun yaşandığı alanlardan birisi de nüfus konusudur. Kıbrıslı Türklerin sadece kültürel olarak değil fiziksel olarak da yok edilmesi sonucunu doğuran bu politika birbiri ile bağlantılı iki ayaktan oluşmaktadır. Bunlardan bir tanesi kaçırma (göç), diğeri ise eritme yöntemidir.

Kıbrıslı Türklerin 1974’ten sonra adanın kuzey coğrafyasına taşınmaları ile birlikte eritme politikaları hız kazanmıştır. Bu çerçevede adanın kuzey coğrafyasından sistematik olarak nüfus taşınmasına ve yeni gelen nüfusa o zaman yeni kurulmuş olan Kıbrıs Türk Federe Devleti kimliği verilmesine başlandı. O zamanlar bu süreç “Rumlara” göre az olan nüfusun çoğaltılarak demokrafik dezavantajın minimize edilmesi gerekçesi ile izah ediliyordu. Sürecin başlarında bu politikalara çok ciddi tepkilerin geldiğini söyleyemeyiz. Anadolu’dan taşınan nüfus ile Kıbrıs’ta bulunan insanlar arasında kültürel bazı gerilimler yaşanmışsa da özellikle 1980’li yıllara kadar ne sosyolojik ne de siyasal anlamda ciddi gerilimler oluşmamıştır. Ancak sistematik nüfus taşıma politikasının durmaksızın devam etmesi ile birlikte özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren (ilk dalga TC göçmenlerinin de dahil olduğu) bir tepki hızla büyümeye başlamış ve yani nüfus taşınmasına neredeyse herkes itiraz eder olmuştur.
Nüfus taşıma politikası sonucunda çok yoğun evlilikler yaşanmış, yeni doğan çocuklar kendilerini Kıbrıs adasına ait gören bireyler olarak (hatta kismi olarak dil yapısında değişime bile uğrayarak) büyümüşlerdir. Bugün Kıbrıs’taki nüfus meselesi çok katmanlı bir içerik arzetmektedir. 1970’lerin 1. göç dalgası, 1980’lerin 2. göç dalgası ve 1990’larını 3. göç dalgası sonucu göçmenler arasında dahi ciddi kültürel ve politik farklılıklar oluşmuştur. Diğer yandan her dalganın adada doğan çocukları ve karma evliliklerden doğan çocuklarla birlikte düşünüldüğünde 2. kuşak ve 3. kuşak göçmen profilleri ortaya çıkmakta, bu insanlar bazıları geleceklerini Kıbrıs’ta görmeleri oranında, Türk milliyetçiliğini savunan “has Kıbrıslılar”dan bile farklılaşarak nüfus taşınmasına tepki göstermeye başlamaktadırlar.
Ayrıca göçmen nüfusun tamamı “has” Türklerden oluşmadığı gibi özellikle ilk dalga göçmenler arasında köyü boşaltılmış Kürt aileler ve Alevi kökenli inanlar azımsanamayacak bir yer tutmaktadırlar. Özellikle Kürtlerin ve Alevilerin Kıbrıs’taki yaşama çok kolay adapte olduklarını ve birçok kültürel değerin savunulmasında ciddi katkılar koyarak (kendilerine yer açıldığı oranda) mücadeleye dahil oldukları da söylenmelidir. Kıbrıs’ta asimilasyona karşı mücadelede yeni nüfus taşınmasına tepki gösterilmesi en önemli başlıklardan bir tanesidir. Ve talep göçmen kitleler ile onların Kıbrıs’ta doğmuş çocuklarından onay alabilme potansiyeli taşıyan bir taleptir. Göçmen kitleler ile bağların kopma noktasına gelmesine neden olabilecek talep “1974’ten sonra gelmiş olanların hepsi gitsin” yaklaşımı ile özetlenebilecek kültürel milliyetçi tavırdır. Elbette Kıbrıslı Türklerin 1974 öncesi nüfusuna göre bugün fiili olarak yaratılmış olan dört kata yaklaşan nüfus yapısı ne ekonomik, ne coğrafi, ne kültürel ne de politik olarak sürdürülebilir değildir. Ve elbette bu soruna kalıcı bir çözüm bulunmalıdır. Ancak insani meselelerin yok sayılarak böyle bir çözüme varılabilmesi olasılığı yoktur.
Özellikle 1980’li yıllarda göçmenlerin de Kıbrıslılaşmaya başlaması ve kendilerini adada kalıcı görmeleri ile birlikte ortaya çıkan etkileşimden rahatsız olan egemen kesimler, yeni bir politik açılım içerisine girmişlerdir. Bu açılım işçi taşıma politikasıdır. Uzun yıllar “kaçak işçi sorunu” olarak dile getirilen yeni olguda, önceden olduğu gibi vatandaşlık verilerek değil “sözde” kaçak olarak adaya gelen ve çeşitli işlerde çalışan azımsanamayacak bir insan kitlesi yaratılmıştır. Adada kaçak ikametin kolaylaştırılması için sınır kapılarında yeni düzenlemeler yapılmış ve özellikle 1980’lerde Türkiye’de pasaport almanın zor olmasından hareketle Kıbrıs’a kimlikle girişim yolu açılmıştır.  1. dalga göçmenler ve onların çocukları “Kaçak işçi sorununa” en az Kıbrıslı Türkler kadar tepki göstermiş, özellikle bu tip nüfus taşıma faaliyetlerine karşı ciddi direnişler yaşanmıştır. Ancak kaçak adı altında adada bulunan kişiler de peyder pey vatandaş yapılarak, açık ve aleni nüfus taşıma işlemi gizlenirken yeni “kaçakların” adaya girişi için fırsat yaratılmıştır. Burada ilginç olan kendisi önceleri “kaçak” olan şahısların da vatandaş olmaları ile birlikte yeni kaçakaların gelişine tepki göstermeye başlamalarıdır. “Kaçak işçi” sorunu üzerinden yaşanan gerilimler nedeniyle egemenler bir açılım daha getirerek, “kaçakların kayıt altına alınması” söylemi altında ithal işçi nüfusunun aileleri ile birlikte adada bulunmasını sağlayan yasal düzenlemeler getirmişlerdir. Son CTP hükümeti döneminde yaklaşık 40,000 kişi kayıt altına alınırken bunların kendilerini güvende hissetmeleri ile birlikte ailelerini de adaya getirmesi sonucu tahmini 150,000 yeni nüfusun adaya taşınması sağlanmıştır. Burada yanlış anlama olmamalıdır çalışan kişilerin kayıt altına alınmasına karşı veya ailelerinden yalıtılarak köle gibi çalıştırılmalarına taraftar değiliz. Burada vurgulanmaya çalışılan nüfus taşıma politikalarının sistematik ve bilinçli karakteridir.
CTP’nin kayıt altına alma siyaseti ile birlikte yürürlüğe koyduğu yeni bir yasanın meyveleri de şimdilerde toplanmaya başlamıştır. Adada belli bir süre kayıtlı olarak ikamet eden herkese BEYAZ KİMLİK adı altında oy verme işlemi dışında her türlü vatandaşlık hakkını sağlayan kimlikler dağıtılmaya başlanmıştır. Bu kimlikler dolayısıyla vatandaş olmayan kişilerin adada yatırım yapması,iş kurması, ev alması (kısaca yerleşmesi) ile birlikte, siyasal kararlardan etkilenmeleri oranında oy kullanma hakkını da talep edecekleri kolayca tahmin edilirdir ve önümüzdeki on yıllık dönemin egemenler tarafından planlanan “açılımı” da budur.
Adaya sistematik olarak nüfus taşıyarak hem 1974 öncesi adada bulunan Kıbrıslı Türklerin asimilasyonu hem de 1974 sonrası göç ederek Kıbrıslılaşan insanların baskı altında tutulması veya Kıbrıslılaşma derecelerinin minimize edilmesi siyaseti hızla ilerlemektedir. Yazının çeşitli yerlerinde vurgulamaya çalıştığımız gibi nüfus politikasına direnmek için içerde ilişki ağları yaratma potansiyeli vardır. Göçmen kitlelerin ve onların çocuklarının böylesi bir direnişe katılmak için somut çıkarları da vardır. Yapılması gereken; bu direnişi kültürel milliyetçi ve şöven öğelerle değil, devrimci bir içerik ve sınıfsal bir bilinçle donatmaktır.
İlk etapta, kimlikle girişin durdurulması (artık sembolik de kalsa), kayıt dışı olarak adada bulunan herkesin geri gönderilmesi, beyaz kimlik uygulamasının sonlandırılması, ada içinde tam istihdam sağlanana kadar (mecvut çalışma izinlerinin yenilenmesi dışında) kesinlikle yeni çalışma izni verilmemesi gibi talepler etrafında göçmenler dahil tüm Kıbrıslı Türkleri birleştirmek mümkündür. Bunu yapmak ise devrimcilerin işidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder