Barış için
yürütülen bir mücadele şiddet içerebilir mi? Huzur, mutluluk ve refah için yola
çıkan insanların, şiddet içeren yöntemleri kullanması amaçları ile çelişir mi?
Amaçlar ve
araçlar arasında yakın bir ilişki olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Belli
bir amaca varmak isteyen kişilerin bu amaçlarına ancak doğru araçları
kullanarak varabilecekleri yadsınamaz. Üstelik konu doğru aracı kullanmanın
ötesinde anlamlar da barındırır. Hemen her aracın kendisine içkin olan
özellikleri vardır. Bu yüzden de bazı araçlar bizi istediğimiz amaçlara
götürmemenin ötesinde istemediğimiz sonuçlara da vardırabilirler. Bu noktada
“şiddet”in bir araç olarak “barış”a hizmet edip etmeyeceği sorusu ciddiyet kazanmaktadır.
Bu konuyu
tartışmadan önce “barış” ve “şiddet” kavramlarının üzerinde biraz duralım. Kimi
zaman kişiler, kimi zaman devletler, kimi zaman toplumlar, kimi zaman ise
gruplar arasında yaşanan gerilimler nedeniyle barış, insanlık tarihi boyunca hemen
her zaman bir amaç olarak varlığını devam ettirmiştir. Egemenler tarafından genellikle
savaşın zıddı olarak tanımlanan barış, aslında savaşın zıddı olmanın çok
ötesinde anlamlar barındırır. İki toplum arasında savaş söz konusu olmasa dahi
barışın varlığından söz etmek mümkün olmayabilir. Çünkü barış sadece çatışma
yokluğu değil, tam aksine dayanışma ve birlikteliğin varlığıdır. Ortada fiili
anlamda karşılıklı dayanışma, haklara saygı, özgürlük ve eşitlik yoksa; çatışma
olmasa dahi barış da yoktur. Örneğin ülkemiz Kıbrıs’ta sözde Barış
Harekatı’ndan sonra iki halkın tüm ilişkileri koparılmış, halklar uzun yıllar
boyunca birbirlerini göremeden yaşamışlardır. Böylesi bir duruma barış adını
vermek ne kadar doğrudur? Gerçekte ise “barış,
insanları bölen, kutuplara ayıran ve sömüren tüm koşulların ortadan kalktığı
bir durum(1)”dur. İnsanlar kendi aralarında çeşitli özelliklerine göre
(etnik, dini, cinsel vb.) bölünmelere uğratılmadığı, bu bölünmeler temelinde
kutuplaştırılmadığı ve sömürülmediği zaman, barışın inşası mümkündür. Böylesi
bir ortamda özgürleşecek insan faaliyeti; mutluluk, huzur ve yaratıcılığın
desteğinde serpilip gelişecektir. İşte barış da bunun en genel çerçevesidir.
Demek ki, basit anlamda “savaşın yokluğu” olarak tanımlanamayacak olan barış, ancak
başka koşulların yaratılması ile ortaya çıkabilecek bir şeydir. Barışı
hedeflemek demek; bölünmelere, kutuplaşmalara, sömürüye neden olan koşulların
ortadan kaldırılması için mücadele etmek demektir.
Egemenler
barışı nasıl savaşın zıddı olarak tanımlıyorlarsa, şiddeti de “kötü, pis, uzak
durulması gereken bir yanlış” olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımlarının tam
zıddı bir şekilde toplum içindeki şiddet tekelini de egemenlerin kontrolündeki
devlet kendi elinde tutmaktadır. Ama şiddet ne demektir? Şiddet, verili bir
durumun devam etmekte olan haline yapılan her türlü müdahaleye verilebilecek
bir isimdir. Şiddet uygulamanın çeşitli yöntemleri, biçimleri ve dereceleri
olabilir. Ancak egemenler tarafından dayatılmış olan algı nedeniyle şiddet
kavramı, halkın bilincinde silah, fiziksel çatışma vb. yaklaşımlarla
özdeşleştirilmiştir. Şiddet denildiği zaman yanlış bir şekilde “fiziksel zor
kullanımı” akla geliyor. Ama gene yanlış bir şekilde toplumun verili durumuna
yöneltilen her itiraz da kolayca bu yanlış şiddet kategorisinin içine
sokulabiliyor. Egemenlerin dayatmalarına yüksek sesle “hayır” demek, gene
egemenlerin gözünde “şiddet” olabiliyor. Bu aslında gayet anlaşılabilir bir
çelişkidir, çünkü egemenler gayet iyi bilmektedir ki, bir olguya gerçekten karşı
çıkmak, o olguya karşı mücadele etmekten geri durmamaktır. Böylesi bir mücadele
de yeri, zamanı, koşulları geldiği zaman fiziksel bir mücadeleyi de içerir.
Bu durumda
“itiraz etmek” ile “şiddet” temelde aynı şeydir. Çünkü “kendi halinde devam
eden” sömürü ortamını değiştirmeye çalışmak sömürücüler için bir şiddet
örneğidir. Aynı şekilde, barış hedefiyle hareket ederek insanların arasındaki
kutuplaşmaları ortadan kaldırmaya çalıştığınız zaman, bu kutuplaşmalardan çıkar
sağlayanların huzurlu ortamını bozar yani onların barışçıl durumlarını
çatışmalı bir hale getirirsiniz. Buradan da görülebileceği gibi, toplumsal
meselelerde kavramlar herkes için aynı anlama gelseler de aynı durumu ifade
etmeyebilirler. Bir toplumsal sınıf için barışçıl bir ortam demek olan, başka
bir toplumsal sınıf için öyle olmayabilir. Gene bir toplumsal sınıf için
şiddetin ortadan kaldırılması demek olan, başka bir toplumsal sınıf için
şiddetin ta kendisi olabilir.
Şimdi
yaptığımız tanımlar çerçevesinde baştaki sorumuzu cevaplamaya çalışalım.
“Barışı hedeflemek demek; bölünmelere, kutuplaşmalara, sömürüye neden olan
koşulların ortadan kaldırılması için mücadele etmek demektir” demiştik. Ve
“şiddet, verili bir durumun devam etmekte olan haline yapılan her türlü
müdahaleye verilebilecek bir isimdir” de demiştik. İnsanların bölündüğü,
kutuplaştırıldığı ve sömürüldüğü koşullarda, yaşamaya devam ediyoruz. Bu durum
öylesine yerleşmiş ve alışılmış bir halde ki, geçmişte her zaman böyle olduğuna
gelecekte de böyle olmaya devam edeceğine inanan çok sayıda insan var. Bu
durumu doğal karşılayan bu insanlar yanında, bu durumdan çıkar sağlayan
insanlar da var. Bu kadar doğal, bu kadar kanıksanmış bir durumu ortadan
kaldırmaya çalışmak, mevcut durumun devam etmekte olan haline bir müdahaledir.
Müdahalenin yöntemi, biçimi ve derecesi elbette bizim için önemlidir ancak
bugünün “hayır”ının, yarının fiziki müdahalesinin tohumu olduğunu herkes kabul
edecektir. Çünkü “insanlar sömürülmesin” demeyi yeterli bulup, uygun an ve
fırsatta bu sömürüyü sona erdirmeye çalışmamak ya da o an ve fırsatın
yaratılması için uğraşmamak, gerçekte sömürüye ortak olmaktır.
O halde
sorunun cevabı herhalde net bir şekilde ortada durmaktadır: Barışın olmadığı
koşullarda yaşayan insanlar, barış koşullarını yaratmak için uğraştıkları anda,
mevcut koşullardan yarar sağlayan, bu koşulları doğal olarak gören kişiler
açısından şiddet kullanmış olurlar. Bir duruma yapılan her müdahale şiddettir
ve hedeflenen herhangi bir duruma varmak isteyen herkes, yaşananlara müdahale
etmiş olur. Bu durumda barış için yürütülen mücadele kendiliğinden, egemenlere
karşı şiddet içermektedir. Egemenlerin de barış ortamını yaratmaya çalışanlara,
sömürüye karşı mücadele edenlere şiddet uygulaması bu yüzdendir. Devrimciler
verili duruma müdahale ederken bunun halkla birlikte yapılması, müdahalenin
yöntemi, biçimi ve derecesinin meşruluk sınırları içinde kalmasına dikkat
ederler. Egemenler için ise böyle kaygılar söz konusu dahi değildir.
Mesele
barış için şiddetin kullanılıp kullanılamayacağı meselesi değildir. Tam aksine
barış ve şiddet gibi kavramları, kendi sınıfsal konumumuzdan hareketle mi yoksa
bizi sömürenlerin sınıfsal konumundan hareketle mi tanımladığımız meselesidir.
Kimin barışı ve kime yönelik şiddet soruları çok daha anlamlıdır.
(1) Kolektif,
Hemen Şimdi, Sayfa 28, Argasdi Kitaplığı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder