1 Ekim 2011 Cumartesi

Barış ve Şiddet



Barış için yürütülen bir mücadele şiddet içerebilir mi? Huzur, mutluluk ve refah için yola çıkan insanların, şiddet içeren yöntemleri kullanması amaçları ile çelişir mi?
Amaçlar ve araçlar arasında yakın bir ilişki olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Belli bir amaca varmak isteyen kişilerin bu amaçlarına ancak doğru araçları kullanarak varabilecekleri yadsınamaz. Üstelik konu doğru aracı kullanmanın ötesinde anlamlar da barındırır. Hemen her aracın kendisine içkin olan özellikleri vardır. Bu yüzden de bazı araçlar bizi istediğimiz amaçlara götürmemenin ötesinde istemediğimiz sonuçlara da vardırabilirler. Bu noktada “şiddet”in bir araç olarak “barış”a hizmet edip etmeyeceği sorusu ciddiyet kazanmaktadır.

Bu konuyu tartışmadan önce “barış” ve “şiddet” kavramlarının üzerinde biraz duralım. Kimi zaman kişiler, kimi zaman devletler, kimi zaman toplumlar, kimi zaman ise gruplar arasında yaşanan gerilimler nedeniyle barış, insanlık tarihi boyunca hemen her zaman bir amaç olarak varlığını devam ettirmiştir. Egemenler tarafından genellikle savaşın zıddı olarak tanımlanan barış, aslında savaşın zıddı olmanın çok ötesinde anlamlar barındırır. İki toplum arasında savaş söz konusu olmasa dahi barışın varlığından söz etmek mümkün olmayabilir. Çünkü barış sadece çatışma yokluğu değil, tam aksine dayanışma ve birlikteliğin varlığıdır. Ortada fiili anlamda karşılıklı dayanışma, haklara saygı, özgürlük ve eşitlik yoksa; çatışma olmasa dahi barış da yoktur. Örneğin ülkemiz Kıbrıs’ta sözde Barış Harekatı’ndan sonra iki halkın tüm ilişkileri koparılmış, halklar uzun yıllar boyunca birbirlerini göremeden yaşamışlardır. Böylesi bir duruma barış adını vermek ne kadar doğrudur? Gerçekte ise “barış, insanları bölen, kutuplara ayıran ve sömüren tüm koşulların ortadan kalktığı bir durum(1)”dur. İnsanlar kendi aralarında çeşitli özelliklerine göre (etnik, dini, cinsel vb.) bölünmelere uğratılmadığı, bu bölünmeler temelinde kutuplaştırılmadığı ve sömürülmediği zaman, barışın inşası mümkündür. Böylesi bir ortamda özgürleşecek insan faaliyeti; mutluluk, huzur ve yaratıcılığın desteğinde serpilip gelişecektir. İşte barış da bunun en genel çerçevesidir. Demek ki, basit anlamda “savaşın yokluğu” olarak tanımlanamayacak olan barış, ancak başka koşulların yaratılması ile ortaya çıkabilecek bir şeydir. Barışı hedeflemek demek; bölünmelere, kutuplaşmalara, sömürüye neden olan koşulların ortadan kaldırılması için mücadele etmek demektir.
Egemenler barışı nasıl savaşın zıddı olarak tanımlıyorlarsa, şiddeti de “kötü, pis, uzak durulması gereken bir yanlış” olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımlarının tam zıddı bir şekilde toplum içindeki şiddet tekelini de egemenlerin kontrolündeki devlet kendi elinde tutmaktadır. Ama şiddet ne demektir? Şiddet, verili bir durumun devam etmekte olan haline yapılan her türlü müdahaleye verilebilecek bir isimdir. Şiddet uygulamanın çeşitli yöntemleri, biçimleri ve dereceleri olabilir. Ancak egemenler tarafından dayatılmış olan algı nedeniyle şiddet kavramı, halkın bilincinde silah, fiziksel çatışma vb. yaklaşımlarla özdeşleştirilmiştir. Şiddet denildiği zaman yanlış bir şekilde “fiziksel zor kullanımı” akla geliyor. Ama gene yanlış bir şekilde toplumun verili durumuna yöneltilen her itiraz da kolayca bu yanlış şiddet kategorisinin içine sokulabiliyor. Egemenlerin dayatmalarına yüksek sesle “hayır” demek, gene egemenlerin gözünde “şiddet” olabiliyor. Bu aslında gayet anlaşılabilir bir çelişkidir, çünkü egemenler gayet iyi bilmektedir ki, bir olguya gerçekten karşı çıkmak, o olguya karşı mücadele etmekten geri durmamaktır. Böylesi bir mücadele de yeri, zamanı, koşulları geldiği zaman fiziksel bir mücadeleyi de içerir.
Bu durumda “itiraz etmek” ile “şiddet” temelde aynı şeydir. Çünkü “kendi halinde devam eden” sömürü ortamını değiştirmeye çalışmak sömürücüler için bir şiddet örneğidir. Aynı şekilde, barış hedefiyle hareket ederek insanların arasındaki kutuplaşmaları ortadan kaldırmaya çalıştığınız zaman, bu kutuplaşmalardan çıkar sağlayanların huzurlu ortamını bozar yani onların barışçıl durumlarını çatışmalı bir hale getirirsiniz. Buradan da görülebileceği gibi, toplumsal meselelerde kavramlar herkes için aynı anlama gelseler de aynı durumu ifade etmeyebilirler. Bir toplumsal sınıf için barışçıl bir ortam demek olan, başka bir toplumsal sınıf için öyle olmayabilir. Gene bir toplumsal sınıf için şiddetin ortadan kaldırılması demek olan, başka bir toplumsal sınıf için şiddetin ta kendisi olabilir.
Şimdi yaptığımız tanımlar çerçevesinde baştaki sorumuzu cevaplamaya çalışalım. “Barışı hedeflemek demek; bölünmelere, kutuplaşmalara, sömürüye neden olan koşulların ortadan kaldırılması için mücadele etmek demektir” demiştik. Ve “şiddet, verili bir durumun devam etmekte olan haline yapılan her türlü müdahaleye verilebilecek bir isimdir” de demiştik. İnsanların bölündüğü, kutuplaştırıldığı ve sömürüldüğü koşullarda, yaşamaya devam ediyoruz. Bu durum öylesine yerleşmiş ve alışılmış bir halde ki, geçmişte her zaman böyle olduğuna gelecekte de böyle olmaya devam edeceğine inanan çok sayıda insan var. Bu durumu doğal karşılayan bu insanlar yanında, bu durumdan çıkar sağlayan insanlar da var. Bu kadar doğal, bu kadar kanıksanmış bir durumu ortadan kaldırmaya çalışmak, mevcut durumun devam etmekte olan haline bir müdahaledir. Müdahalenin yöntemi, biçimi ve derecesi elbette bizim için önemlidir ancak bugünün “hayır”ının, yarının fiziki müdahalesinin tohumu olduğunu herkes kabul edecektir. Çünkü “insanlar sömürülmesin” demeyi yeterli bulup, uygun an ve fırsatta bu sömürüyü sona erdirmeye çalışmamak ya da o an ve fırsatın yaratılması için uğraşmamak, gerçekte sömürüye ortak olmaktır.
O halde sorunun cevabı herhalde net bir şekilde ortada durmaktadır: Barışın olmadığı koşullarda yaşayan insanlar, barış koşullarını yaratmak için uğraştıkları anda, mevcut koşullardan yarar sağlayan, bu koşulları doğal olarak gören kişiler açısından şiddet kullanmış olurlar. Bir duruma yapılan her müdahale şiddettir ve hedeflenen herhangi bir duruma varmak isteyen herkes, yaşananlara müdahale etmiş olur. Bu durumda barış için yürütülen mücadele kendiliğinden, egemenlere karşı şiddet içermektedir. Egemenlerin de barış ortamını yaratmaya çalışanlara, sömürüye karşı mücadele edenlere şiddet uygulaması bu yüzdendir. Devrimciler verili duruma müdahale ederken bunun halkla birlikte yapılması, müdahalenin yöntemi, biçimi ve derecesinin meşruluk sınırları içinde kalmasına dikkat ederler. Egemenler için ise böyle kaygılar söz konusu dahi değildir.
Mesele barış için şiddetin kullanılıp kullanılamayacağı meselesi değildir. Tam aksine barış ve şiddet gibi kavramları, kendi sınıfsal konumumuzdan hareketle mi yoksa bizi sömürenlerin sınıfsal konumundan hareketle mi tanımladığımız meselesidir. Kimin barışı ve kime yönelik şiddet soruları çok daha anlamlıdır.


(1) Kolektif, Hemen Şimdi, Sayfa 28, Argasdi Kitaplığı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder