“Peki dedim, ya Türkiye? / Dedi normal
/ Peki AB-ABD diye sordum / Dedi çok normal / Peki dedim ya DGM? / Dedi ki
normal / Ya OHAL, o kadar yıl? / Bilmem normal / Ya Zap, GAP, Hasankeyf? /
Hepsi normal...
Oooo biri anlatsın hemen, nedir bu
normal? Ooo canım sıkılıyor artık yoksa ben miyim anormal?”
Bulutsuzluk
Özlemi’nin bilinen parçasının sözleri bunlar...
Aslında
“normal”, gayet sıkıntılı bir kelime...
Çok sık
rastlanan herhangi bir şey, normal kabul edilebilir.
“Normal”in
dışındakilere de duruma göre; anormal, istisna veya “marjinal” der “normal”in
savunucuları...
Bir de
özlü sözleri vardır ki dillerinden düşürmezler: “İstisnalar kaideyi bozmaz!”
Çölde kum,
Kutuplar’da kar, ormanda ağaç, denizde su; normaldir...
Şarkıda
sözü geçen Türkiye’de halkına güvenmeyen devlet için Devlet Güvenlik
Mahkemeleri, olağanlaşmış Olağanüstü Hal uygulamaları, faili meçhuller ve
darbeler normaldir...
Farketmişsinizdir
bizde de artık yeni yeni “normal”ler türemeye başladı.
Mesela
Polis Teşkilatı’nın eylemlerde pankart çalması normaldir!
Stres
altında kalan bazı polislerin, amirlerine vuramadığı yumrukları eylemcilere
savurması da öyle...
Cumhurbaşkanı’nın
hesabını veremeyeceği kadar çok parası olması da normal...
Maliye bakanının
bütçeyi denkleştirmek için lise öğrencilerini yütmesi de...
Henüz
suçlu olduğu kanıtlanmamış insanların sırf Kürt’tür diye mahkemenin elinden
kaçırılıp sınır dışı edilmesi de normal...
Arabasından
satırlar, odunlar çıkan “ülkücülerin” serbestçe dolaşması da...
Bu gibi
olaylara önce infial içinde tepkiler verilir. Ardından normalleştiği kabul
edilince ortalığı sessizlik kaplar...
Sanmayın
ki bu yalnız bizde böyledir.
Bakın
Brecht, şiirinde ne diyor:
“Zulümler yağmur gibi yağmaya
başlayınca ‘dur!’ diyen olmaz artık,
Cinayetler üst üste yığılmaya
başlayınca görülmez oluverirler.
Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık hiçbir çığlık.”
Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık hiçbir çığlık.”
Yani,
aslında haksızlığın sineye çekilmesi de normal!
Kendini
suçlamaya alışkın aydın reflekslerinin iddia ettiği gibi Kıbrıslı Türklerin
“hallerinden” değil kısacası... Gayet normal!
Aslında
mesele, neyin normal neyin istisna olduğu ile ilgili bir mesele değil...
Tam
aksine, normal olan ile nasıl bir ilişki kurulduğu çok daha önemli...
Doğru
bulmadığı bir şeyi, “normal”dir diye kabullenen bir insan mısınız? Yoksa,
istisna, marjinal veya anormal kabul edilmek pahasına doğru bildiğinizi mi
yaparsınız?
Budur işte
mesele...
Ve o
meşhur “istisnalar kaideyi bozmaz” sözünün koca bir yalan olduğunu
görebilmek...
Tam
tersine, “kaideyi bozan istisnalardır.”
İstisnalar
birikir, çoğalır, yaygınlaşır, onaylanır, benimsenir ve kaide haline gelir...
Saçınızdaki
ilk beyaz tel bir istisnadır mesela... Ama çok geçmeden kural haline
geleceğinin de sinyalini verir size her aynaya baktığınızda...
İşte bu
yüzden, “marjinallere”, “anormallere”, “istisnalara” hiç tahammül göstermez;
dünyadaki hiçbir egemen, ve tabii kktc Polis Teşkilatı!
Herkes,
bayrak sallarken siz de bayrak sallayacaksınız...
Herkes,
Cami’ye gidiyorsa siz de gideceksiniz...
Herkes,
UBP’ye yalakalık yapıyorsa siz de yapacaksınız...
Ama
yapmayanlar var bunu... Her zaman olmuştur... Bundan sonra da olacak...
Bu
anormaller, bu marjinaller, bu istisnalar; zevk almamalılar istisna olmaktan...
En büyük
tehlike budur işte...
Ne zaman
ki, istisna hallerinden memnun bir gururlanma vesilesi yaparlar varoluşlarını;
işte o zaman dururlar, yavaşlarlar, düşerler... Normalleşirler...
Oysa,
istisna kalmaktan memnuniyet; yaşanan haksızlıkların varlığından memnuniyettir
özünde...
Bir de
şunu bilmeli anormal, marjinal ve istisna olan:
İstisna
kural olmadan, hiçbir istisna tutarlı olamaz...
Kendisi
bütün içinde bir tutarsızlıkken, kendi kendine nasıl tutarlı olabilir ki?
Bu
sebeple, elbet boşvermeyip uğraşmalıdır kendi ile... Ama çelişkilerini görüp
hayal kırıklığına da uğramamalıdır...
Ne diyordu
bir filozof; “uzun süre uçurumun içine
bakarsanız, uçurum da sizin içinize bakar.”
İşte budur
anormal insanın normallerin içindeki durumu...
Bu yazıda
çok şiir kullandık, son sözü de Brecht söylesin o zaman:
“Siz ki
çıkacaksınız / Battığımız tufandan / Düşünün / Eksiklerimizden söz ederken /
Karanlık çağı da / Sizin kurtulduğunuz...
Biliyoruz
oysa; / Alçaklıktan nefret bile / Çarpıtır çizgileri / Haksızlığa öfke bile /
Kısar sesi.
Ah, biz /
Hazırlamak isterken dostluk yolunu / Dost olamadık kendimiz.
Siz ama, o gün gelince / İnsanın insana el uzattığı, / Anın bizi / Hoşgörüyle.”
Siz ama, o gün gelince / İnsanın insana el uzattığı, / Anın bizi / Hoşgörüyle.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder