M.Ö. 4.
yüzyılda eski Yunanca dili ile yazılmış bir eserin Kıbrıs’ta geçiyor olması
bugün bir çok kişi için şaşırtıcı olabilir. Üstelik bu eserin yazarı Isokrates;
antik Avrupa felsefesinin kurucusu kabul edilen Sokrates’in bir dostu,
Platon’un eserlerinde övgü dolu cümlelerle ismi geçen ve Attik dönemin on büyük
hatibinden dördüncüsü sayılan önemli bir kişidir. Böylesi bir kalem tarafından
yazılmakta olduğuna göre Kıbrıs, daha o dönemlerde uygarlığın önemli
coğrafyalarından biridir.
Kıbrıs’tan
söz edilen en eski eser Isokrates’in “Kıbrıs Söylevleri” değildir elbette...
Milattan önce 15. yüzyıldan beridir göç almakta olan, her dönem önemli bir
askeri, ticari konuma sahip bir adadır Kıbrıs. Kıbrıs’ın en eski şehir
devletlerinden biri olan Salamis’in kuruluşu Yunan mitolojisinin de konusudur.
Buna göre Salamis’i kuran kişi kuvvet tanrısı Herakles’in (Herkül) de yakın
arkadaşı olan Telamon’un oğlu Teucer’dir. Teucer Truva savaşına da katılmış bu
savaştan sonra Salamis’e geri dönememiştir. Kıbrıs sadece Salamis şehrinin
kuruluşu bakımından değil; aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit ve arzu tanrısı
Adonis’in doğum yeri olması ile de Yunan mitolojisinde merkezi bir yere
sahiptir. Ayrıca mitolojide Yunan tanrıları ile akrabalıkları olan Kral Cynras
ve Pygmalion gibi karakterler de Kıbrıslıdır.
Tarih
öncesi dönemlerden beridir Akdeniz’in en önemli coğrafyalarından birisi olan
adamızın geçmişine dair öylesine az şey biliyoruz ki, bizim için tarih adeta 1571’de
Osmanlı işgali ile başlıyor. Osmanlı’dan öncesine ilişkin bir iki kulaktan
duyma hikaye dışında bilgi sahibi olanlarımızın sayısı ise parmakla sayılacak
kadar az. Böyle olunca da mitolojide, eski söylevlerde ve Milattan önce
yazılmış eserlerde adamızdan bahsedildiğini, daha da ötesi olayların doğrudan
doğruya adamızda geçtiğini gördüğümüzde şaşırıyoruz. Peki Kıbrıs’ın geçmişine
dair bu bu bilgisizliğimiz nereden kaynaklanıyor?
Türklerin
Kıbrıs ile ilgili olarak adının anılmaya başlaması en fazla bin yıl öncesi ile
ilişkilendirilebilecek bir olayken, adanın insanlı geçmişi dört bin yıl
öncesine götürülebiliyor. Tarihi böylesi eski zamanlara kadar götürülebilecek
olan adamızda yaşayan ilk insan topluluklarının Türk olmayışı, yaşamlarının,
kültürlerinin, geleneklerinin, siyasi ve politik varoluşlarının bizimle ilgisi olmadığını
düşünmemiz için yeterli bir gerekçe midir?
Tarih,
sadece “milli tarih” olarak algılandığı ve etnik olarak kendimize akraba
saymadığımız toplumların, kişilerin yaptıkları dışsallaştırıldığı takdirde;
aslında toplumsal varlığımızın çok önemli bir kısmını kesip atmış oluruz.
Binyıllar boyunca, kişilerin ve toplumların bilincini, geleneklerini ve
kültürünü şekillendiren en önemli faktör coğrafya olmuştur. Gerek coğrafyadan
kaynaklanan doğal koşulların etkisi gerekse de ekonomik/politik faktörlerin coğrafya
ile olan ilişkisi çok farklı etnik toplulukların benzer olgulardan etkilenen
bir ortak tarihsel süreç yaşamalarında rol oynamıştır.
Kıbrıs’ın
bir ada oluşu, iklimi, kültürel olarak dünyanın en önemli bölgelerinden
birisinin neredeyse merkezinde oluşu, politik-ekonomik konumu gibi nedenler;
hangi etnik kökenden geliyor olursa olsun bu adada yerleşmiş bütün insan
topluluklarını ortak bir tarihsel miras ile şekillendirmektedir. Bu durum
benzer sosyo-kültürel etkenlerle ortaya çıkan benzer toplumsal oluşumlara
kaynaklık etmektedir. Kısacası biz ister kabul edelim ister etmeyelim, rüzgarın
kayaları, suyun kumları şekillendirmesi gibi coğrafyamız da bizi
şekillendirmektedir. Bu yüzden Kıbrıslılık; etnik veya ulusal bir kimlik
olmanın ötesinde, hem bugün yaşayan ada halklarını birbirine hem de hepimizi
geçmiş tarihsel birikime bağlayan kültürel harçtır. Coğrafya aracılığı ile
parçamız haline gelmiş, bin yıllardan süzülmüş bu muazzam kültürel birikimi
reddetmek, bilmemek, görmezden gelmek; bizi sadece ulaşabileceğimiz bir
değerden uzaklaştırmamakta, bundan daha kötüsü zaten parçamız olan bir
yönümüzden bizi mahrum bırakarak eksiltmektedir. Tarihin salt bir “milli tarih”
olarak kavranması sadece yanlış değil, zararlıdır.
Yukarıda
sayılan sebeplerle, Khora Yayınları olarak, geçmişimizden bir eksiği gidermenin
ve Isokrates’in “Kıbrıs Söylevleri” isimli bu değerli eserini ilk kez Türkçe
yayınlamanın gururunu yaşıyoruz. Orjinal ismi de “Kıbrıs Söylevleri” olan
Isokrates’in eseri, değişik tarihlerde yazılmış üç söylevden oluşmaktadır.
“Evagoras” isimli söylev Isokrates tarafından Salamis kralı Evagoras’ın
ölümünden sonra tarihsel kişiliğini aktarmak amacı ile yazılmış bir söylevdir.
“Nikokles’e” isimli ikinci söylev; Evagoras’ın oğlu ve halefi kral Nikokles’e
hitaben Isokrates’in öğütlerinden oluşmaktadır. Ve Nikokles’in ağzından
Isokrates tarafından kalema alınmış olan son söylev “Nikokles yada Kıbrıslılar”
da kralın kendi tebaasına hitabı niteliğindedir.
Eski
Yunanca orijinalinden çevrilmiş olan elinizdeki kitap, İngilizce çevirisi ile
karşılaştırılarak Türkçe’ye kazandırılmıştır. Bu baskının “Giriş” bölümüne 1912
yılında “Kıbrıs Söylevleri” üzerine İngilizce bir inceleme yapmış olan
Sheffield Üniversitesi’nden Edward S. Forster’in kısaltılmış makalesini
yerleştirmeyi uygun gördük. Böylece okurlarımız hem Isokrates hakkında hem de
“Kıbrıs Söylevlerini” oluşturan üç söylevin yazılma koşulları hakkında fikir
sahibi olabileceklerdir. Son olarak kitaba bir de “İsimler Sözlüğü” ekledik. Bu
ufak sözlük, kitabın okunuşunu kolaylaştırmak amacı taşımaktadır. Isokrates’in
söylevleri boyunca Yunan mitolojik karakterleri ile gerçek hayatta yaşamış
birçok kişiden söz edildiğini göreceksiniz. Sözlüğümüz aracılığıyla
okurlarımıza, bu kişilere dair kapsamlı araştırma yapma işini sonraya bırakarak
kitabı rahatça takip edebilecekleri gerekli bilgileri sunma kolaylığını
sağladığımızı umuyoruz.
Böylesine
eski bir metnin, “yeni” sayıldığı koşulları değiştirmek yolunda yayınevimizin
çabaları sürecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder