Adına
yanlış bir şekilde “boykot” adı verilen bir seçimsel davranış tarzı, uzunca bir
süreden beridir gündemimizde...
Taraftarlarınca
“yeni” ve “denenmemiş” olduğu iddia edilen, savunucusu olanların dahi
“seçimlerde oy vermemek” dışında yaşam ile ne gibi bir teması olduğunu
bilmediği bu seçim “siyaset”inin tek bir makalede ele alınması ise mümkün
değil...
Teorik,
tarihsel, psikolojik, stratejik ve pratik boyutları olan, üstelik Kıbrıs’taki biçim(ler)inin
gayet “özgün” olduğu ortada olan “boykot” olgusunu; bu köşeden fırsat buldukça
farklı yönleri ile ele almaya çalışacağım.
***
Ülkemizde
“boykotçuluk” bir siyasal mücadele yöntemi olmaktan çok; seçim dönemlerinde
ortaya çıkan bir tür “tepki”, “vicdan rahatlığı arayışı”, “kaçış” veya “inkar”
biçimidir. Yorulmuş, yılmış, takatsizleşmiş, örgütsüz, başına buyruk ve en
önemlisi “hayal kırıklığına uğramış” kişilerin, refleksif bir kendini koruma
çabası da denilebilir...
Boykotu en
uzlaşmaz bir şekilde savunan kişilere bakıldığında, bir çoğunun entellektüel
denilebilecek bir birikime, azımsanmayacak bir mücadele geçmişine ve kişisel
yaşamlarında acı deneyimlere sahip olduklarını görürüz. Bu yaşantılar
sonucunda, daha fazla hayal kırıklığına uğramama isteği, küskünlük ve
egemenlerin “oyununu oynamayı reddetme” arzusuyla vardıkları içe kapanmanın
adına “boykot” demektedirler. Böylece “hala siyasal mücadelenin bir parçası
oldukları” yanılsamasını sürdürebilmektedirler...
Peki
ülkemizdeki biçimiyle boykot, gerçekten de bir tür siyasal mücadele midir?
***
Siyasal
mücadeleler farklı içeriklere (hedeflere) veya biçimlere sahip olabilirler. Dinsel,
monarşist, cumhuriyetçi, faşist, sosyalist, bağımsızlıkçı, ulusal, anavatancı
içerikli siyasal mücadeleler olabileceği gibi; bunlar darbeci, parlamentarist,
şehir/kır gerillacılığına dayalı, ayaklanmacı, komplocu, sendikalist biçimler
içerisinde kendilerini gösterebilirler. Hem içeriğe hem de biçime dair örnekler
çoğaltılabilir. Ancak bunların hepsi de siyasal mücadele yelpazesinde bir yer
tutarlar ve ortak noktaları vardır...
En genel
hatlarıyla siyasal mücadele; halkın belli bir kesiminin, kendi öz gücüne dayalı
olarak ve yaşamın çeşitli boyutlarından kaynaklı sıkıntılarını çözmek amacıyla,
kendi taraftarlarının umudundan ve diğer siyasal mücadele biçileri ile
etkileşimden beslenen bir iktidar mücadelesidir. Daha açık yazarsak:
a- Her siyasal
mücadele, yeni bir toplumsal düzen kurmayı hedefler... Bu düzenin nasıl
olacağı her siyasal mücadelenin kendi içeriğine göre değişebilir. Ancak her
siyasal mücadelenin hedeflediği bir toplumsal düzen vardır...
b-
Her siyasal mücadele, mevcut toplumsal düzene olan tepkisini yaşamın bir çok
boyutu üzerinden ifade eder...
Farklı siyasal mücadele hatlarının kendi içerik ve biçimlerine göre merkezi
olarak yığınak yaptıkları bir alanları olsa da; siyasal mücadeleler yaşamın bir
çok alanında ortaya çıkan olgularda da taraftarlarına kendi merkezi hatalarına
uygun bir davranış biçimi önerirler...
c- Her siyasal
mücadele, ya halkın tamamının veya bir kesiminin özgücünden beslenir. Yeni
toplumsal düzeni kuracak özneyi kendi toplumunun içerisinden tanımlar
d-
Her siyasal mücadele, taraftarlarının umudundan ve pozitif enerjisinden
beslenir. Siyasal
mücadeleler, kullandıkları pratik araçlara bağlı olarak kitlelerini belli
alanlarda yoğunlaştırırlar ve buralarda sürekli aktif olarak tutup özgüven
geliştirmelerinden güç alırlar.
e-
Her siyasal mücadelenin, dost ve düşman siyasal mücadelelerle ilişkisi vardır. Tüm siyasal mücadelelerin, farklı
ancak benzer, farklı ancak akraba, farklı ancak düşman sayılmayacak şeklinde
nitelediği başka siyasal mücadele biçimleri/içerikleri vardır. Zaman zaman bu
mücadelelerle yakın işbirlikleri gerçekleştirilir, etkileşim içerisine girilir.
Tekrar
ifade edersek, farklı siyasal mücadeleler farklı içeriklere ve biçimlere sahip
olsalar da; tüm siyasal mücadelelerde ortak olarak gözlemlenebilecek bu beş
özellik hepsinin ortak kesenidir. Ve bir tavra, başka bir şey değil de “siyasal
mücadele” denilebilmesi için bu beş özelliği barındırması beklenir...
***
O halde
şimdi sorumuzu tekrar sorabiliriz: Ülkemizdeki biçimiyle boykot, gerçekten de
bir tür siyasal mücadele midir? Yukarıda saydığımız kriterlerle paralel
okunduğunda cevap net bir “hayır” olacaktır... Lütfen karşılaştırarak
okuyunuz...
a- Ülkemizde boykot tavrına sahip kişilerin/örgütler
ortaklaşmış bir iktidar hedefi yoktur. Kimisi kişisel bir yaşanmışlığın tepkisi
olarak oy vermeyen, kimisi “adayına göre oy veren”, kimisi “Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne dönüşü”, kimisi “bağımsız kktc’yi” kimisi, farklı bir
federasyonu savunan bir insan grubundan söz edebilirsek de, bunların ortak
noktası mevcut düzene yönelik hayal kırıklığı ve tüm alternatiflere olan
inançsızlıktır. Ortak bir iktidar hedefinden, hatta bazıları için “herhangi bir
iktidar hedefinden” dahi söz edilemez... YKP’nin tamamen kendi partisel gücüne
göre bazı seçimlere girip bazı seçimlere girmediği, Afrika gazetesinin
sevdiği/sevmediği aday durumuna göre oy/boykot çağrısı yaptığı, çeşitli
anarşist çevrelerin “seçim kötüdür” şiariyla oy vermediği bir bileşimden söz
ettiğimizi hatırladığımızda bu durum daha da netleşecektir... Bu insanları
ortak bir isimle anmak dahi mümkün değildir...
b- Ülkemizde boykot tavrının seçimler dışında hiçbir
önerisi,hiçbir pratiği yoktur... Eğitim sistemine dair hiçbir şey söylemez;
bazı “boykotçular” çocuklarını özel okullara bazıları devlet okullarına
gönderebilir, bazıları zorunlu eğitime tümden karşı olabilir... Çalışma
yaşamına dair hiçbir şey söylemez; kimi boykotçu patrondur, kimisi işçi veya
işsiz, patronlar yabancı uyruklu işçi çalıştırabilir hatta bazılarının kaçak
işçisi bile olabilir. Boykotçu olmak buna fikirsel düzeyde dahi engel değildir.
Sağlık, ulaşım, barınma, askerlik, tarım politikaları gibi
hayatın hemen tüm alanlarında bambaşka davranıp, sadece seçimlerde oy
vermeyerek “statükoyu reddettiğinizi” varsayabilirsiniz... Verginizi verir,
kimlik/ehliyet gibi evraklarınızı yeniler, işyerinizin tescilini yapar, devlet
ihalelerine girer, kayıt dışı işçi çalıştırır ama sadece seçim günü sandığa
gitmeyerek boykotçu olursunuz... Boykotçuların seçim dışında yaşama dair
söyleyecek ortak hiçbir sözleri, halka önerecek ortak hiçbir pratikleri
yoktur...
c- Boykotçuların “oy vermeyerek” veya “seçimlere katılımı
düşürerek” nasıl bir sistem değişimi yaratacakları muğlaktır. Halk sandığa
gitmeyecektir, oy vermeyecektir ve katılım düşecektir! Buraya kadar tüm
boykotçular aynı şeyi söylemektedir. Ancak “katılım düştüğü zaman” ne olacağı
meçhuldür. Katılım düştüğü için TC işgali sona mı erecektir? İşbirlikçi
partiler, halktan yana bir pratik mi geliştireceklerdir? Bunu yapacaklarsa
neden yapacaklardır? Katılım düştüğü zaman seçimlerin ve rejimin meşruluğunun
zarar göreceği varsayımı ham bir hayalden öteye anlama sahip değildir. Dünyada
katılım oranlarının geleneksel olarak %40’larda gerçekleştiği birçok
“demokratik ülke” vardır... Ülkemizde seçimlere katılım oranı düştüğünde ne
anayasal/yasal olarak seçimler geçersiz sayılır ne de “sadece oy vermeyerek
tavır koymak” rejim değişikliğine neden olabilir. Ancak burada “boykotçuların” ortak
beklentisi ortaya çıkmaktadır; “seçimlere katılım oranını düşürerek dünyaya
mesaj vermek!” Yani halka düşen sandığa gitmemek, rejime tepkisini katılım
oranlarını düşürerek göstermektir! Gerisini “mesajı alan dünya” halledecektir!
Burada kendi halkının öz gücüne dayalı olmayan bir beklenti net bir şekilde
görünmektedir...
d- Boykotçuların kitlesel olarak aktif oldukları günlük bir
yaşam alanı, pratiği yoktur. Sendikalarda, emek mücadelesinde, öğrenciler
içinde, kadın mücadelesinde, tarımda, ulaşımda, eğitimde, sağlıkta kısacası
yaşamın hiçbir günlük parçasında, boykot “siyaseti” ile bağlantılı bir sürekli
çalışma yürütmezler. Pozitif hedefleri, kitlelerinin umudunu yüksseltecek bir pratikleri,
çekim merkezi olmak için özel bir çabaları yoktur. Tek beslenme kaynakları;
rejimin olumsuzluklarından hayal kırkılığına uğrayacak, yorulmuş, yılgınlığa
kapılmış, karamsar ve umutsuz kişilerin siyasete küsüp kendi aralarına
katılmasıdır. Kısacası “boykot” kendi olumlu pratiğinden doğacak umuda değil,
rejimin olumsuzluklarından doğacak umutsuzluğa dayalı bir beklentiden
beslenir...
e- DP ile UBP iki farklı sağ partidir. Sağcı, anavatancı bir
siyasal mücadele çizgisine sahiptirler. Farklıdırlar ancak ortak noktaları
çerçevesinde zaman zaman işbirliği yaparlar. Bunun gibi farklı sendikalar
birbirleri ile, bazı sendikalar bazı siyasal partilerle, tüm siyasal mücadele
biçimleri kendi benzerleri ile dönemsel veya sürekli işbirliği politikalarına
sahiptir. Farklı islamcı siyasetler zaman zaman çatışsa da gerekli
gördüklerinde bir blok halinde hareket ederler. Bu durum dünyada da ülkemizde
de tüm siyasal mücadele biçimleri/içerikleri için geçerlidir. Ancak boykot
“siyaseti”nin bırakın kendi dışındaki bir siyasal mücadele hattı ile
dayanışmayı, kendi içinde birbirleriyle dahi dayanışma içerisine girdiği, bunu
seçim dönemlerinde “boykot çağrısı yapmak” amacıyla dahi gerçekleştirdiiği
görülmemiştir.
***
Açıkça
görülüyor ki; ülkemizde kendine “boykot” adını veren tavır, bir siyasal
mücadele biçimi, bir siyasi duruş değildir. Boykot aracılığı ile yeni bir
toplumsal düzen yaratılması, seçimlerde oy vermemekle günlük yaşamdaki
sorunların herhangi biri arasında bağ kurulması, halkın herhangi bir kesiminin
aktif pratik içine girmesi, başka siyasetlerle dayanışma örülmesi ve bunun umut
yaratması hedeflenmemektedir. Boykot herhangi bir değişim yaratamaz, zaten
bizzat çağrıcılarının da, söylemleri bir yana, gerçekte böyle bir beklentisi
yoktur.
“Boykot”
çağrıcılarının rejimden, statükodan, TC’den çok daha fazla; solcu,
bağımsızlıkçı, devrimci kişi/örgütlere yönelik olarak katı, saldırgan ve düşmanca
bir tavır geliştirdikleri gerçeği ortadadır...
Genel
seçimlerde rakipleri “Toplumsal Varoluş Güçleri ittifakı” idi, yerel seçimlerde
“Harmancı’nın hiçbir şey yapamayacağına” odaklıydılar, Cumhurbaşkanlığında
“Akıncı’ya oy vermek statükoya oy vermektir” dediler... Her defasında, solun,
solcuların, devrimcilerin, bağımsızlıkçıların hata yapmasını, hayal kırıklığı
yaratmasını, bunun da kırgınlar kitlesini arttırmasını umdular. Halk üzülürken
sevindiler, halk sevinirken üzüldüler...
Ne yazık
ki, haklı kişisel/örgütsel travmalarını, anlaşılabilir hayal kırıklıklarını,
izah edilebilir küskünlüklerini ve bir nebzeye kadar kabul edilebilir
karamsarlıklarını; hem kendilerine hem de halka “siyaset” diye anlattılar...
Oysa
gerçek hiç de öyle değil...
Ülkemizde
boykot, sadece kırgın bir “ruh hali”dir...
Not: Bu
yazı genel bir giriş kabul edilmeli. Gündemden fırsat buldukça; “İktidar
stratejisi ve konjonktürel bir taktik olarak boykot”, “Teorik ve pratik
yansımalarıyla dünyadan boykot deneyimleri”, “İşgal ve boykot”, “ülkemizde
boykotu destekleyen sermaye kuruluşları ve gerekçeleri” gibi konularda yazmaya
devam edeceğiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder