26 Aralık 2012 Çarşamba

Kabare Kıbrıs



Kitap okuyor musunuz? Tiyatro izliyor musunuz? Müzik dinliyor musunuz?
Belki sendikacısınız; her gün toplantılarda, grevlerde, eylemlerde...
Belki partilisiniz; dayanışmada, direnişte, yürüyüşte...
Gazeteci de olabilirsiniz; haberde, sayfada, dizgide...
Belki hiçbiri değil ama benim gibi, diğerleri gibi herhangi birisiniz...
Varoluşta, isyanda, infialde...
Peki, tüm bunları yaparken tiyatro da izliyor musunuz? Kitap da okuyor musunuz? Müzik de dinliyor musunuz?
***

19 Aralık 2012 Çarşamba

Hoca’nın Ardından Son Bakış



Beni aramak istediğini biliyordum, ziyarete giden arkadaşlar söylemişti. Annem öldükten sonra yazdığım yazıdan etkilenmiş, beni teselli etmek istiyordu. Telefon çaldı, arayan oydu...
“Üzüldüm annene” dedi. “Yazını okudum”... Biliyordum ki, o sırada kendi ölümünü de düşünmekteydi ve kendi annesinin, babasının, sevdiklerinin ölümünü de...
Kapattık telefonu, beni arayan numaraya içimde derin bir acıyla baktım...
***

15 Aralık 2012 Cumartesi

Bir Faşistin Anıları (GRİVAS HAYATIM Kitabının Türkçe Baskısına Önsöz)



İkinci Paylaşım Savaşı’nın sona ermesi ile dünya emperyalist sistemi yeni bir sürece giriyordu. O güne kadar emperyalist sistemin hegomon gücü olan İngiltere, Almanya ile girişilen uzun savaştan hayli yıpranmış bir biçimde çıkmıştı. SSCB Avrupa’nın içlerine kadar sokulmuş, Yalta Anlaşması ile Sovyet nüfuz alanının dışında kalan Fransa ve Yunanistan’da dahi komünist güçlerin geriletilmesi zaman almıştı. Savaştan büyük bir ekonomik yıkım ve faşizme direnişin moral avantajına sahip komünist partizanların varlığı ile çıkan Batı Avrupa’da dengelerin yeniden kurulması Marshall ve Truman yardımları aracılığı ile ve ABD sayesinde mümkün olabilmişti. Diğer yanda Asya ve Afrika halkları ulusal bağımsızlık talebi ile ayağa kalkmış, emperyalist zincirleri zorlamaktaydı. Emperyalist sistem, bir yandan komünizmin, diğer yandan ise ulusal kurtuluş mücadelelerinin tehdidi arasında sıkışmış durumdaydı.

“Birleşik Kıbrıs” Hala Mümkün Mü?



Kıbrıs’ta Son Durum
Kıbrıs’ta işler hiç de iç açıcı görünmüyor. Adanın bölünmüşlüğü gün geçtikçe daha da kalıcı hale gelirken, bu bölünmüşlüğü aşacak herhangi bir hareketlenmeye dair pek bir umut da görünmüyor ufukta...
Yaklaşık elli yıldır sürmekte olan “toplumlararası görüşmeler” monoton ve sıkıcı bir ritüele dönüştü, Kıbrıs’ın fiziki bölünmüşlüğü yollar, elektrik şebekesi, su, kanalizasyon ve yerleşim planlaması anlamında giderek kalıcı hale geliyor, bundan da öte iki halkın zihninde bölünmüşlük normal bir olgu...
Her iki halk arasında da şöven ve milliyetçi siyasetler yükselişte, her iki halk da birbirine güvenmiyor ve geçmişe ilişkin birbirini suçlamaya devam ediyor. Kısacası Kıbrıs’ta bölünmüşlüğü aşmak, sadece hukuki bir prosedürden ibaret değil...

5 Aralık 2012 Çarşamba

Haydi Herkes Afrika’ya!



Yazının başlığındaki Afrika, elinizde tuttuğunuz gazete değil...
Yazının başlığındaki Afrika, insanlığın doğduğu ve göç hareketleri ile dünyanın her köşesine dağıldığı kıtanın ismi... Yani bir nevi insanlığın anavatanı...
Binlerce yıl önce, insanın evriminin önemli bir evresinde Afrika’dan harekete geçtiği ve Avrupa, Asya, Amerika ve Avusturalya’ya doğru yayıldığı bilinen bir gerçek...

28 Kasım 2012 Çarşamba

Sizin Hiç Anneniz Öldü Mü?



Son iki hafta bu köşe için yazı yazamadım...
Annemi kaybettim...
Annemi kaybettikten sonra herhangi bir şey yapmak gelmedi içimden.
Yemek yemekten tutun da, aklınıza gelebilecek her şeyi yeniden yapmak için kendimi zorlamam gerekti, gerekiyor...
Bu yazı için de aynısı geçerli...

10 Kasım 2012 Cumartesi

Baraka Yılmadan Yoluna Devam Edecek



Kıbrıs’ta faaliyet gösteren Baraka Kültür Merkezi’ne gerçekleştirilen saldırı sonrasında İstanbul’da bulunan Baraka aktivisti Münür Rahvancıoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Rahvancıoğlu mücadeleye yılmadan devam edeceklerini ifade ediyor…

7 Kasım 2012 Çarşamba

Yalancının Mumu Yada Sol Liberalizme Farklı Bir Tanım



Yalan siyasette bir araç olarak kullanılabilir mi?
Yani pratik olarak kullanılıyor onu biliyoruz da, kullanılmalı mı?
Kullanıldığı takdirde, sonuçları her zaman olumsuz mu olur?
Yalan söyleyen her daim zararlı mı çıkar?
Ya da şöyle soralım, “yalancının mumu” atasözünde de söylendiği gibi en fazla “yatsıya kadar” mı “yanar”?
Biliyoruz siyasal mücadelenin türlü çeşitli araçları vardır...
Belli bir hedefe doğru hareket eden insanlar da, bu hedeflerine varmak için siyasal araçlardan faydalanırlar...
Peki yalan söylemek, eksik bilgi vermek, muhatabının söylemlerini çarpıtmak, cımbızlamak, bağlamından koparmak ve saptırarak farklı anlamlar yüklemek bu araçlardan sayılabilir mi?

31 Ekim 2012 Çarşamba

Ne Zaman Parti Kuracaksınız?



Son zamanlarda pek sık karşılaşır olduk bu soruyla...
“Ne zaman parti kuracaksınız?”
Mesela çıkıp mevcut partilerden birisini eleştirdiğimiz zaman: “Eh o halde siz de kendi partinizi kurun” deniliyor... Daha bir partimizin bile olmadığı hatırlatılıyor bize kısacası ve haddimiz bildiriliyor!
Son zamanlarda pek sık karşılaşır olduk bu soruyla...
Mevcut partileren başka birisini eleştirdiğimizde duyuyoruz, şöyle diyorlar: “Onlar mı? Onlar kendi partilerini kuracak bu yüzden saldırıyorlar!” Böylece artniyetli olduğumuzu iddia ederek, eleştiriyi kendilerince boşa çıkarıyorlar...

24 Ekim 2012 Çarşamba

UBP’nin Tüzüğü



UBP kurultayı gündemden bir türlü inmiyor...
UBP içerisinde kamplaşan iki taraf açısından, gündemin kurultay üzerinden şekillenmesi gayet anlaşılır...
Ne İrsen Küçük, ne Ahmet Kaşif ne de bu iki adayı destekleyenler; halkın gerçek gündemi olan zamlar, eğitim, sağlık, belediye sorunları, asimilasyon, petrol dolum tesisi ve özelleştirmelerden yana kaygı taşımıyor...
Halkın dertleri ile onların dertleri farklı...
Dertler farklı olunca dermanın da gündemin de farklı olması gayet normal...

17 Ekim 2012 Çarşamba

Tecavüz Kaçınılmazsa



Sevdiğim bir arkadaşım var...
Açık sözlü bir insan, samimi ve dürüst...
Kendisi ile fikirlerimiz farklı olmasına rağmen, rahatça sohbet edebiliyor ve birbirimize saygı duyabiliyoruz...
Arkadaşım UBP’li...
Herhangi bir mevki, makam sahibi değil...
Kıbrıslı Elenlerin büyük bir çoğunluğunun Kıbrıslı Türkleri istemediğini düşünüyor...
Bu düşmanlığın bir gün değişebileceğini, daha çok Kıbrıslı Elen liderliğinden kaynaklı olduğunu falan kabul ediyor...

10 Ekim 2012 Çarşamba

Zaten Esarete Zor Dayanıyoruz



Zor olmayan herhangi bir iş var mıdır bu yeryüzünde?
Şöyle kolaycacık, kendiliğinden ve hiç zahmet harcamadan oluveren...
Uğraştırmayan, düşündürmeyen, sıkıntı vermeyen bir iş...
Hani “iş” dedikse aldanmayın...
“İş”ten kastım, maaş için yapılan mesai değil...
“İş” derken kasıt, gerçekleşmesini istediğimiz herhangi bir “şey”...
Sevdiğiniz tarafından sevilmek mesela, çocuğunuzun büyümesi yada...
Yemek yapmak, ayakkabı bağlamak veya çamaşır asmak...
Aklınıza gelebilecek her şey yani...
Kolay yoldan çözülebileni var mı bunların?

3 Ekim 2012 Çarşamba

Sivil Toplum Örgütleri



1990’lı yılların ortalarında Sivil Toplum Örgütü tabirini duymak neredeyse mümkün değildi.
O zamanlar Demokratik Kitle Örgütlerini bilirdik...
Örgütlü oldukları alanın ekonomik-demokratik boyutlu sorunları çerçevesinde mücadele ederlerdi bu DKÖ’ler.
Bu alanlardan hala bilineni çalışma alanı hani sendikaların örgütlü olduğu alan. Eskiden de en geniş tabana sahip ve en mücadeleci DKÖ’ler çalışma alanından çıkardı...

1 Ekim 2012 Pazartesi

Sol Liberalizm ve Mücadele



Bu coğrafyada bağımsız ve halkları kardeş bir Kıbrıs yaratma mücadelesi Baraka ile başlamadı. “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” sloganı çerçevesinde bir siyasal mücadele hattı ören yüzlerce devrimci ve birçok örgüt vardır Kıbrıs’ın tarihinde. 1970’li yıllarda Devrimci Grup ve Halk-Der; 1980’li yıllarda Özgürlük, Kıbrıs Devrimci Yüksek Öğrenim Gençliği, Kıbrıs Halk-Der ve 1990’lı yıllarda Demokratik Gençlik Hareketi, Bağımsız Gençlik Platformu gibi yapılar Kıbrıs’ın bağğımsızlık bayrağını hep yükseklerde tuttular. Ancak geçmiş dönemin siyasal sorunları, ideolojik atmosferi ve kültürel imkanları ile bugünküler bir ve aynı değildir. Aynı siyasal hattı devam ettiriyor olmamız, geçmişin ezberleri ile yola devam edebileceğimiz ve bugünün koşullarını tahlil etmeyeceğimiz anlamına gelmez.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Kurultay



Kurultay, büyük toplanma demek...
“Bir kuruluşun, gündemindeki sorunları, temel konuları konuşmak ve yeni kurullar seçmek üzere belli sürelerle veya gerektikçe yaptığı genel toplantı” olarak tanımlanıyor Türk Dil Kurumu’nun Büyük Sözlük isimli eserinde...

19 Eylül 2012 Çarşamba

Havada Farklı Bir Şeyler Var

“Irmakların suyu taşları sürükler
Bir gün silinip yok olur zorbalar
Alır büyüklerin yerini küçükler
Gece uzun da olsa, güneş mutlak doğar” Brecht

Havada farklı bir şeyler var...
Bilmem siz de hissediyor musunuz? Bir tür gerilim, bir şeylerin hazırlığı gibi sanki...
Bakışarak anlaşmış, konuşmadan sözleşmiş diyeceğim birileri...
Onların bildiği ama bizim bilmediğimiz bir şey var gibi...
Arkamızdan fısıldaşıyorlar diye yemin edebilirim şimdi...

12 Eylül 2012 Çarşamba

Hedef Yok, Pusula Çok



Kıbrıs devrimci solu, neredeyse ortaya çıktığı dönemden beridir hedef sıkıntısından muzdarip...
Halkı bizimle birlikte sürükleyecek bir hedefe ihtiyacımız var...
Ama bir türlü böyle bir hedefi tanımlayamıyoruz...
Aslında devrimci sol, tarihinin büyük bir bölümünde bunu önüne bir sorun olarak dahi koymadı...
Bildik sloganlar, popüler söylemler, biçimsel ritüellerle yetindik... sonra da egemenlerin gündemlerinin peşinde sürüklendik...
Görüntüyü kurtarıp, vaziyeti idare ettiğimiz sürece, kendimizi başarılı kabul ettik.
Zaten “kabahatli de biz değildik”...
Suç, Denktaş’taydı! TC’deydi! Eroğlu’ndaydı! Emperyalizmdeydi! Rejimdeydi!
Hatta bizim dışımızdaki solculardaydı, soldaydı!
Bizim dışımızdaki herkes ve her şeydeydi kısacası...
Bir biz kabahatsizdik, temizdik, paktık!

5 Eylül 2012 Çarşamba

Anti-militarizm



Günlük hayatımızın her anı militarist pratikler ile tıka basa doldurulmuş durumda.
Okulda, sokakta, televizyonda, gazetede, markette, orduda, maçta, şurda, burda... Neredeyse her yerde...
Beş yaşındaki çocukların okulda ilk öğrendiği şey sıraya girmek... Ve hemen ardından marşlar, bayraklar, sorgusuz itaat, nedensiz saygı...
Okuldaki süreç; sokaktaki oyunda, televizyondaki programda, gazetedeki haberde, marketteki üründe, ordudaki eğitimde, maçtaki tezahuratta pekişiyor, gelişiyor, yerleşiyor...
Peki militarizm sadece bu saydığımız yerlerin mi bir unsuru?
Verili toplumun temel yapıtaşı olan aile, militarist pratiğin de ilk ortaya çıktığı ortam aslında...
Babaya itaat, büyüğe “saygı”; temellerinden kopartılmış ve nedenleri ile ilişkileri kesilmiş biçimsel ritüeller sarmalı olarak sorgusuz, sualsiz benimsenmek zorunda olunan “gelenekler”...
Beş yaşındaki kızım şahidimdir...

30 Ağustos 2012 Perşembe

İç Dinamikler, Dış Dinamikler



“Kendi bahçesinde dal olamayanın biri
Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor”
Özdemir Asaf

Küçücük bir ada olan Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de stratejik önemde bir yer kapladığı herkesçe malum...
Bu stratejik konumundan dolayı tarihin hemen her döneminde kendi dışındaki bölgesel güçlerin etki alanı içerisinde bulunmuş bir adacıkta yaşıyoruz. Günümüzün Akdeniz, Ortadoğu ve Afrika politikalarını şekillendiren güçlerin kayıtsız kalamayacağı kadar önemli bir coğrafi durumumuz var kısacası.
Üstelik bu adacıkta yaşayan halklar olarak coğrafi ve siyasal olarak bölünmüş, düşmanlaştırılmış ve bağımlılaştırılmış bir haldeyiz.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Bağımsızlık - Ulusalcılık



“Bir dönem kutuplu dünya mevcutken üçüncü dünya savunusuyla  önemsenen ve Cezayir direnişinin yahut Türkiye 68’inin mottosu olarak anımsanabilecek “bağımsızlık” talebi, ulusalcılığın reddiyle birlikte uzun süredir geçerliliğini yitirmiştir. Bağımlılık-bağımsızlık, ucu ulusalcılığa, sınıf vurgusunun yitirilmesine ve askeri çekişmeye varabilecek tehlikeli bir propaganda zemini...”
Bandista, Yeniçağ Gazetesi, 10 Ağustos 2012

Bizler “Bağımsız Kıbrıs” talebini yükseltiyoruz ya bugünlerde; Yeniçağ Gazetesi’nde yayınlanan röportajında Bandista müzik grubu bir uyarı yapma gereği duymuş...
Bandista’ya göre bağımsızlık kavramı; geçmişe ait, ulusalcı, sınıf mücadelesinden kopuk ve savaşa odaklı bir kavrammış...
Üstelik bu iddiayı sadece Bandista değil, başka bazı kişiler, örgütler de dillendirmeye başlıyorlar...
Bir gazete köşesinde ne kadar mümkün olur tartışmalı da olsa biraz düşünelim bakalım gerçekten öyle mi?

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Baraka Anti-militarist Barış Harekatı'ndan Neden Ayrıldı?



14 Ağustos 1974’te “Ayşe Tatile Çıksın” parolasıyla harekete geçen Türk ordusu Kıbrıs’a yerleşti. Aradan geçen 38 yıla rağmen “tatil” bir türlü bitmedi. Bugün Kıbrıs’ta, “Tatil Bitti. Artık Ayşe Evine Dönsün” sloganı ile grevler, eylemler, konserler düzenleniyor. Baraka Kültür Merkezi de, bu 14 Ağustos’ta “Bağımsız Kıbrıs” sloganı ile bir eylem düzenleyeceğini ilan etti. Baraka aktivisti Münür Rahvancıoğlu ile “Bağımsız Kıbrıs” eylemini ve geçtiğimiz yıllarda katıldıkları Antimilitarist Barış Harekatı’ndan neden ayrıldıklarını konuştuk.
Firuzan Nalbantoğlu

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Yengeç Sepeti



Derler ki, bir yengeç bir hasır sepetin içinden kolayca çıkabilirmiş...
Derler ki, bir hasır sepetin içine konan birden fazla yengeç asla o sepetten çıkamazmış...
Çıkmaya çalışan yengeci, diğer yangeçler bırakmazlar; ayağından kafasından tutup aşağıya çekerler, kendi yanlarına indirirlermiş...
***

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Sıcaklar – Bunalmak - Şiir



Sıcak...
Çoook sıcak...
Ama öyle sıcacık bir sıcak değil... Kızgın, bunaltıcı, kahrolası bir sıcak...
Oysa ne çok söyleyiş var sıcağı soğuğa tercih eden...
Mesela deriz ki, “aramız soğudu” veya soğuk rüzgarlar estirdi”, “bir sıcaklık oldu aramızda...” ve sıcacık bir çorbayı, sıcak bir gülümsemeyi övmekten de geri durmayız....
“Sıcak kanlı insanları” beğenir, “soğuk tavırlardan” mesafeli dururuz...
Gerçi savaş da sıcaklıkla simgelenir: “akdeniz’in suları ısınıyor...”
Ama sonuçta “ayağını sıcak tut, başını serin” sözü de bizim sözümüz...
Gerçi başımızı serinleteceğiz diye kafayı üşütme tehlikesi de yok değil...
Dedem dermiş ki; kış her zaman yaza yeğdir... Kışta kalın giyer yorgan çeker ısınırsın da, yazda ne yapsan kurtulamazsın sıcaktan...

24 Temmuz 2012 Salı

Üretmek Yada Üretmemek İşte Bütün Mesele



Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmakWilliam Shakespeare

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Yangın Var



Bu ülke yanıyor...
Ormanları, ağaçları yanıyor...
Örgütleri, insanları yanıyor...
Yalnız görünen şeyler değil, sadece hissederek anlaşılabilecek şeyler yanıyor...
Değirmenlik’te gerçekleşen yangında altı bin ağaç yanmış...
Altı bin ağaç...
Benim kuşağım, yangın denilince 1995’teki büyük Beşparmak yangınını hatırlamadan edemez...
Hala gözlerimin önündedir batıdan doğuya doğru hızla ilerleyen o alev çizgisi...
Budur belki de hayatımda hissettiğim ilk yoğun çaresizlik hissi..
O gün yüreğimden bir parça yanmış, kor olmuştu...
O günden beri soğutmamaya çalışıyorum o sıcak koru...
1995’de Rauf Denktaş faturayı halka çıkarmıştı...

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Bağımsız Kıbrıs



“Ağustos’ta tatile gelip de, tatil işgale dönüşünce, yıllar geçti sen bize işkence, hiç mi sıkılmadın Ayşe?”

Sözleri Sol Anahtarı tarafından yazılmış bu parçayı, bugünlerde neredeyse her yerde duyabilirsiniz... Belediye işçilerinin eylemlerinde, Kooperatif grevinde, Telefon Dairesi önünde, bir araba teybinde, toplumsal muhalefetin nabzını tutan radyolarda, eylemcilerin dilinde...
Neredeyse her yerde...
Hatta gazete röportajlarında bile rastlamak mümkün hale geldi şarkıya...
Geçtiğimiz hafta Yenidüzen gazetesinde şöyle bir cümle okudum:

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Madımak



“Kararmış yüreğin hiç ışığı olmaz / Bilmez misin ki türküler yanmaz / Günü gelir sanma hesap sorulmaz / Dayanır kapına Pir Sultan ölmez” Edip Akbayram

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında yaşanan öldürüm hadisesini neredeyse bilmeyen yok. TC devleti eliyle tezgahlanmış, TC devleti eliyle örtbas edilmiş bir olay Sivas... Devletin alnında çıkmaz bir kan lekesi...
Şeriatçı, yobaz, muhafazakar kitlelerin saatlerce abluka altına aldığı Madımak Oteli içerisinde kimler yoktu ki... Şairler, yazarlar, ozanlar, eleştirmenler, araştırmacılar...
Yani bir ülkenin aydınlık yüzleri...

1 Temmuz 2012 Pazar

Sanatın Para İle İmtihanı



Yorgun olmama rağmen, ona “alternatif sanat var mı?” diye sordum.
“Bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu. Bunlar hep sonradan çıktı” dedi.
“Sanat insan içindi!”(1)

Para ve sanat nerede buluşur, nerede ayrılır?
Birisi metaların değişim değerinin ölçüsü, diğeri ise toplumsal birikimin estetik yansıması konumundaki bu iki olguyu buluşturmak mümkün müdür?

Zor Zamanlardan Geçiyoruz



Zor zamanlardan geçiyoruz...
Türkiye’de AKP iktidarı; muhafazakar gericilik, neo-liberalizm ve Kürt halkına baskıya dayalı saldırısını her alanda yoğunlaştırıyor... Kıbrıs’ta seçim partilerinin tamamı AKP’yi karşısına almadan, hatta mümkünse AKP’nin onayını, sempatisini alarak siyaset yapmaya çalışıyor... Kıbrıs’ın kuzeyindeki TC hegomonyasına direniş örgütlemeye çalışan yapılar, eskinin ezberleri ile yeniye cesaret edebilme ikilemi arasında gidip geliyor... Kıbrıslı Türk halkı kararlı ve ilkeli bir öncünün yokluğunda ve hayal kırıklıkları ile dolu yakın geçmişin basıncı altında umutsuzluğu yaşıyor...

27 Haziran 2012 Çarşamba

Emekçiler ve Çöpler



Hakim: “Maaşlarınız bu ay da ödenmedi değil mi?”
BES Başkanı: “Evet”
Hakim: “Grev yasağınız kalkarsa, Lefkoşa yine çöp içinde kalacak”
BES Başkanı: “Yok, biz bu kez iş yavaşlatması yapacağız. Çöpleri de toplayacağız”
Karar: “Her ne kadar da çöplerin toplanmaya devam edeceği söylenmişse de bu bir beyandan ibarettir ve bağlayıcılığı yoktur. Bu yüzden grev yasağının devamına...”
Hale bakar mısınız!!!
Aylarca maaşlarını alamayan belediye emekçilerini değil, sokaklardaki çöpleri dert edenlere bir bakın...
Ortada grev bile yokken grev yasaklayanlara bir bakın...
Grev hakkını vermek için grev yapmama şartı koyanlara bir bakın...
Yüce yargının önünde, emekçinin grev hakkını savunamayanlara bir bakın...

20 Haziran 2012 Çarşamba

Banka Açmanın Yanında Banka Soymak Nedir Ki?



Küre şeklinde, yuvarlak bir kumbaraydı... Rengi mavi...
Üzerine altın sarısıyla dünya haritası çizilmişti.
Tepesinde demir paraların girebileceği büyüklükte bir delik vardı...
Ne kadar mutlu olmuştum nenemin elinde gördüğümde...
İki taneydiler... Biri ablama biri bana...
Benimki hala duruyor. Onunki de duruyordur herhalde...
Ne de olsa “tasarruf çağı”nı ucundan da olsa yakalamış bir dönemin çocuklarıyız...
Ve böyle şeyleri kolay kolay kaybetmez o dönemin çocukları...
Biriktirmek, çoğaltmak ve paylaşmak o dönemin temel erdemleriydi...
Bankalar kumbara dağıtırdı... Şimdi de dağıtıyorlardır, geçmişe nostalji...
Siz biriktirirdiniz, bankalar da sizin biriktirdiklerinizi sizin adınıza “saklardı”...
En azından bize söylenen buydu... Oysa bankaların esas işlevi her zaman kredi dağıtmak olmuştur.
Yani bizim biriktirdiklerimizi toplayan bankalar, sonra dönüp bunu “yatrımcılara” kiralardı...

13 Haziran 2012 Çarşamba

Bizim Mahalle



Bir ufak mahalleciğimiz var. Kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan bir sevimli mahallecik...
Çok uzun seneler önce, bazı olaylar geçmiş mahallemizin başından. İşte o tarihlerden beridir mahallenin hali perişan.
O olayları herkes başka başka anlatıyor şimdi. Ancak neredeyse gene herkes bugünkü olaylardan dertli...
İzin verirseniz anlatayım size halimizi. Belki derleşerek çözeriz meselemizi...

6 Haziran 2012 Çarşamba

Toparlanıyorlar



Son zamanların popüler konusu ya toparlanmak ya da toparlanmakta olanlar ile ilgili yazılar yazmak...
***
Toparlananlar duyuruyorlar tüm topluma; “toparlanıyoruz” diye...
Eh,  bize de “kolay gelsin” demek düşer bu durumda...
Toparlanıyorlar...
Kimler olarak toparlanmakta olduklarını zaten kendileri söylemiş durumda...
Kişilerin kendi kendilerine biçtikleri sıfatların doğruluğu yanlışlığı pek de üzerinde konuşulacak bir konu değildir.
Doğru olsa ne yazar, yanlış olsa ne yazar...
Değil mi ki bu arkadaşlar kendileri ile ilgili böyle düşünüyorlar ve değil mi ki bize fikrimizi soran yok...
Toparlanıyorlar...

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Kol Kırılır, Yen İçinde...



- “İçimizdeki farklılıkları dışarıya yansıtırsak, düşmanın fayda sağlamasını engelleyemeyiz”
- “İçinden geçtiğimiz bu zor günlerde birlik beraberlik içinde olmalıyız”
- “Bizi bölmelerine izin vermemeli bütünlüğümüzü korumalıyız”
- “Birlik her şeyden önce gelir”
Tanıdık geliyor mu bu cümleler?
Sanki de 12 Eylül Cunta Lideri Kenan Evren konuşuyor...
Belki de Denktaş kalkmış mezarından nutuk atıyor...

15 Mayıs 2012 Salı

Kıbrıs Komplosu Kitabının Türkçe Baskısına Önsöz



Kıbrıs sorunu uzun yıllardan beridir gerek ada halklarının yaşamlarını gerekse de bölge ülkelerini meşgul ediyor. Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği’ne, NATO’dan artık geçmişe ait bir anı haline gelen Varşova Paktı’na hatta Bağlantısızlar Hareketi’ne kadar bir çok uluslararası güç odağının çeşitli zamanlarda, çeşitli biçimlerde müdahil olduğu bu sorun, en çok Kıbrıs’ta konuşulmasına rağmen gene en az Kıbrıs halkları tarafından bilinmektedir.
Kıbrıs halkları, sorunun ayrıntılarına ilişkin o kadar çok detay ile uğraşmaktadır ve her biri kendi çıkarını maksimize etmeye uğraşan o kadar çok öznenin basıncı altındadır ki; hem resmin bütününü göremez hem de sorunun kendi açısından ne ifade ettiğini çözümleyemez duruma getirilmiştir. Kıbrıs halkları içinde sorunu Türkiye Cumhuriyeti’nin, Yunanistan’ın, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, AB’nin, (geçmişte) SSCB’nin vs. çıkarları temelinde anlayan, çözmeye çalışan kesimler her zaman oldu, bugün hala var ve muhtemelen gelecekte de olacak.

30 Mart 2012 Cuma

Kıbrıs'ta Ulusal Sorun Kitabı'na Sunuş



Kıbrıs sorununun nedenleri ve çözümüne dair bugüne kadar onlarca plan üretildi... Yüzlerce kitap yazıldı... Onbinlerce insan seferber oldu... İmparatorluklar dağıldı, sömürgeciler değişti, devletler kuruldu, savaşlar yapıldı, anlaşmalar imzalandı, kararlar alındı... Ancak sorun her tarihsel dönemde varlığını sürdürdü...
Devletler başka devletlerle, hükümetler muhalifleriyle, partiler diğer partilerle, babalar-anneler çocuklarıyla, kardeşler kardeşleriyle anlaşmazlığa düştü... Ancak sorun her tarihsel dönemde varlığını sürdürdü...
Farklı ülkelerin sağ partileri birbirleriyle düşman oldu, aynı ülkede solcularla sağcılar birbirlerini suçladı... Kimi zaman faşşizme mazeret, kimi zaman dinsel gericiliğe zemin oldu Kıbrıs sorunu...

28 Mart 2012 Çarşamba

Sosyal Patlama



Sosyal patlamalar planlanabilir şeyler değildirler...
Takvimdeki günleri işaretlenip, saatlerimizi ayarlayarak sözleşip başlatabileceğimiz şeyler değildir sosyal patlamalar...
Çoğu zaman yıkıcı, olumsuz ve sıkıntı yaratıcı sonuçlarıyla beraber birden bire olurlar...
***
Özelleştirme Yasası da geçti...
Şimdi Ercan’dan başlayarak, Telefon, Elektrik, DAÜ, eğitim, sağlık sırayla satışa çıkabilir...
Öncesinde Göç Yasası geçmişti...
İkramiyeler, maaşlar, ödenekler ve önceden kazanılmış tüm ek menfaatler bir kalemde silinmişti...

21 Mart 2012 Çarşamba

Belediye Ne İşe Yarar?



Ledra Palace Işıkları’nın hemen yanında bir arazi var... Çok uzun süredir boş duran bir arazi bu.
Eskiden Çetinkaya Spor Kulübü tarafından antrenman sahası olarak kullanılıyordu. Ancak Çetinkaya’ya ait değil...
Vedeniklilerden kalma bu toprak parçası, tarihi Lefkoşa Surları’nın hendek kısmı ile bağlantılı. Bu yüzden de Eski Eserler Dairesi tarafından himaye altına alınmış.
Birara bölge esnafı arasında dolaşan söylentilere göre, Lefkoşa Belediye Başkanı Cemal Bulutoğluları’nın rüyalarına girmeye başlamış arazi...
Cemal Başkan, “ne yapsam da bu araziye bir yolunu bulup beton döksem” diye dönüp duruyormuş yatağında...

14 Mart 2012 Çarşamba

Kişilerle Uğraşmak



Sadece Kıbrıs’a özgü bir davranış değildir politik meselelerde fikirler, örgütler ve kişileri birbirine karıştırmak... Örneklerine dünyanın başka ülkelerinde de bol bol rastlanabilir... Örneğin İkinci Paylaşım Savaşı’nın nedeni olarak Hitler’in akıl hastası olmasını gören tarihçiler bile var hala...
Ekonomik koşullar, bu koşulların yarattığı ihtiyaçlar, bu ihtiyaçların beslediği hareketler ve bu hareketlerin doğurduğu kişiler şeklinde anlamak gerçekten de zordur tarihi. Derin bir düşünce ve kısa yoldan vazgeçebilme kararlılığı gerektirir böyle bir düşünme tarzı.

7 Mart 2012 Çarşamba

Bir Opsiyon Daha Var! Yada Bu Aşk Burada Biter



Egemen Bağış şöyle buyurdu: “Kıbrıs’ta çözüm için her opsiyon masada. Çözüm, iki liderin uzlaşması ve toplumlarına kabul ettirdikleri bir birleşme formülü ile olabileceği gibi iki liderin uzlaşarak ayrılıp 2 ayrı devlet şeklinde ya da KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması da mümkün olabilir.”
Kısacası, TC Devleti aba altından sopa gösterip Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türklere açık bir mesaj verdi; “Ya benim istediğim gibi bir çözümü kabul edeceksiniz ya da kırk katırla kırk satır arasında tercih yapacaksınız...” Seçenekler ise açık: Ya TC’nin kabul edeceği bir anlaşma ya iki devlet ya da entegrasyon...
Bu açıklamayı TC’li bir bakanın yapmış olması, gayet net gösteriyor ki adına kktc denilen devletçiğin TC karşısında bir gramcık egemenliği yok...

29 Şubat 2012 Çarşamba

Ne Yapsak Nafile



Kıbrıslı Türklerin toplumsal varoluş mücadelesi belli bir yere gelmiş ve tıkanmış görünüyor...
Mücadele ateşinin halkımızın yüreğini sarmasına neden olan olumsuzluklarsa olduğu gibi durmakta...
Durmak bir yana her geçen gün artmakta...
Okullarda zorunlu din eğitimine ve yaz dönemlerinde çocuklarımızın uçaklarla kurslara taşınmasına karşı çıkıyorduk. Şimdi Yakın Doğu Üniversitesi bünyesinde ilk yılı ücretsiz İlahiyat Fakültemiz, Meslek Liseleri’ne sokulmaya çalışılan İmam Hatiplerimiz, devlet okullarında verilen Kur’an kurslarımız, hacılara hocalara peşkeş çekilen 200 dönümlük arazilerimiz ve TC Elçiliği tarafından dağıtılan binlerce Kur’anımız var...

22 Şubat 2012 Çarşamba

Sosyal Hizmetler



Herkesin hepbir ağızdan aynı şeyi söylediği ortamlarda bulundunuz mu hiç?
Hadi zorlayın hafızanızı, bir kez olsun yaşamış olmalısınız bu durumu...
Her konuşan kendi söylediğinden gayet emindir. Zaten diğer konuşanlar da onunla hemfikirdir.
Her söylenen daha önce söylenenlerin teyidi, daha sonra söylenecek olanların da zeminidir.
Öylesine bir karşılıklı onaylama sarmalı içinde bulursunuz ki kendinizi, değil itiraz etmeye farklı düşünmeye bile cesaret edemezsiniz.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Dayan Rüsva Etme Beni



“Örs oldun dayanacan, çekiç oldun vuracan.” Sık sık kullanırdı bu cümleyi babam...
Kendi kişisel tarihi boyunca örs olmuş ve hep örs kalmıştı.
Bu yüzden de hep dayandı, çekiç olacağı günü bekledi..
Çekiç olmanın, tek kişilik bir iş olmadığını da biliyordu.
Ancak tüm örsler hep birlikte çekiç olabilirlerdi...
Onları örs yapan neyse çekiç yapacak olan da oydu...
Ne örs olmaları tek başlarına onların kabahatiydi ne de çekiç olmak tek başlarına onların elindeydi.
Bu “örslük ve çekiçlik” meselesi tek kişilik bir mesele değildi kısacası... Özellikle de örsler için...

8 Şubat 2012 Çarşamba

Savaş İkinci Perdede Çıkacak



“İnsanlara bir şeyler söylemek istiyoruz.
Ama önce bunu söylemeye hakkımız olmalı.”

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun halen sahnelenmekte olan son oyunundan bu sözler.
Tüm yaşamı boyunca; tiyatro yapabilmek, sahnede kalabilmek için gerçeklik ile olan bağlarını kaybetmek pahasına tavizler veren bir sanatçıya, başka bir sanatçı tarafından söyleniyorlar...
Bendl, yani sahnede kalmak için hayata sırtını dönen baş karakterimiz, yaşamının son anlarındadır.
Yalnız, bitkin ve umutsuzdur...
Tüm yaşamını uğruna adadığı tiyatro aracılığı ile ömrünün bir bilançosunu çıkarma noktasına gelmiştir.
Bu artık son oyundur. Ya da bu, yaşam oyununun ikinci perdesidir...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Mağdur Olduk!



Telefonlar kesildi, pos cihazları çalışmadı, internet sustu; mağdur olduk!
Elektrikler gitti, buzluklar eridi, klimalar durdu; mağdur olduk!
Çocuklar karnelerini alamıyor; mağdur olduk!
***
Aslında, diyoruz, aslında biz de özelleştirmeye karşıyız...
Aslında, meslek liselerinin imam hatipleştirilmesini istemiyoruz...
Aslında, bu hükümetin iradesizliğinden şikayetçiyiz...
Aslında, Elçi’nin haddini bilmezliğinden yana değiliz...
Aslında, grevlere karşı değiliz...
Ahh bir de mağdur olmasak!
Bu grevlerden, diyoruz, hükümet etkilenmedi ki, biz mağdur olduk!

25 Ocak 2012 Çarşamba

Elektrik, Telefon ve Süprizler



Elektrik ve telefonda çalışan emekçiler geçtiğimiz hafta süpriz bir greve başladılar.
Aslında ne kadar süpriz sayılmalı bu grev bilemem...
Ne de olsa “Özelleştirme Yasası Meclis’e gelirse süresiz greve çıkacağız” diye aylar öncesinden ilan etmişti El-Sen ve Tel-Sen...
Gerçi sadece bu iki sendika ilan etmemişti bunu, Sendikal Platform’un da böyle bir iddiası vardı. Ama  karıştırmayalım eski defterleri...
Elektrik ve telefonda çalışan emekçiler geçtiğimiz hafta süpriz bir greve başladılar.
Grev süprizdi doğrusu çünkü büyük konuşmak adetten de olsa bizim buralarda, konuştuğunu yapmak pek umulur şey değildir...

18 Ocak 2012 Çarşamba

Ölüm



Ölüm hakkında düşünmeyi sevmem...
Bunun nedeni, ölümün bana çağrıştırdığı şeylerden ürküyor olmam olabilir belki...
Bahsettiğim sadece kendi ölümüm değil elbet...
Bir başkasının, hatta hiç sevmediğim veya politik anlamda düşmanım olan birisinin ölümü de dahil buna...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Halil, GKK, “Onlar” ve Biz



“Onlar” bu yazıyı okumayacaklar... Zaten okumaya da ihtiyaçları yok!
İnsan başka fikirlere ne zaman ihtiyaç duyar?
Halinden memnun olmadığında... Ama “onlar” hallerinden memnun...
Yani memnun derken yanlış anlaşılmasın...
Hallerinden memnun değiller ama memnunlar...
Diğer bir deyişle, hallerinden memnunlar ama memnun değiller...
“Nasıl olur bu?” diyeceksiniz...
Çok basit; “onlar” hallerinden memun olmamaktan çok memnunlar...

4 Ocak 2012 Çarşamba

kktc İçin Birkaç İsim Önerisi



Görmüşsünüzdür, görmediyseniz duymuşsunuzdur...
Cumhurbaşkanı Eroğlu demiş ki: “kktc’nin adını değiştirip kktd yapabiliriz.”
Yani “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” gidecek, yerine “Kuzey Kıbrıs Türk Devleti” gelecek...
Çok derin düşüncelere sevk etti bu beyanat beni. Herkesten beklerdim ama UBP’den beklemezdim böylesi bir tavrı. Hani kktc’yi sonsuza kadar yaşatacaktık?
Hem UBP’nin gazetesi değil miydi “KKTC Vardır” diye manşetler atan?
Şimdi UBP’nin oylarıyla cumhurbaşkanlığı makamına oturmuş bir kişinin kktc isminden vazgeçmesi olacak iş mi yani? Çok talihsiz buldum bu açıklamayı...

3 Ocak 2012 Salı

Marksizm ve İnsan Doğası



“Dünya tarihi denilen şeyin bütünü, insan emeği yoluyla insanın yaratılmasından başka bir şey değildir” Karl Marx

Evrensel bir insan doğası var mıdır? Geçmişte veya günümüzde gerçekleşmiş olaylar değerlendirilirken her zaman başvurabileceğimiz ahlaki yasalardan söz edilebilir mi? Çalışma ve boş zaman arasındaki sınır nereye çizilmelidir? Daha fazla boş zaman savunusu bir tür “tembelliğe övgü” müdür? Tarih her zaman ileriye doğru mu hareket eder? Eğer insan doğası sabit bir karaktere sahip değilse, o zaman sürekli gelişmekte olan bir insan doğasından mı söz ediyoruz?